Veli Saçılık: 17 yılda değişen tek şey ensemizdeki yumruğun sahibi

Yüzlerce polise karşı günlerdir tek koluyla amansız bir mücadele veren Veli Saçılık, kolunun koparıldığı 5 Temmuz’un 17. yıldönümünde ampute omuzu da kırıldı. Yaşadıklarını anlatırken, “Dünden bugüne hayatımızda değişen tek şey ensemizdeki yumruktur” diyen Saçılık, tutuklanması için hazırlık yapıldığını söyledi.

5 Temmuz 2000 tarihinde Burdur Cezaevi’ne gerçekleştirilen saldırı sonrasında kolu koparılan Veli Saçılık’ın 17 yıl sonra bu kez ampute omuzu kırıldı. Kolu koparıldığında “Hiç değilse kelepçe takamayacaklar” diyen, ancak ayaklarına prangalar vurulmuş ve kendi deyimi ile hayatının geri kalan bölümünü “bir yanı boş kalarak” geçiren Veli Saçılık, şimdi tek ve kırılan omuzuyla yılmadan mücadeleyi sürdürüyor. Gözaltına alınan Veli Saçılık, yaşadıklarını, hayatını, eyleme bakış açısını Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın durumunu dihaber’e anlattı.

* Tek koluyla günlerdir direnen Veli Saçılık kimdir? Bize biraz kendinizi tanıtabilir misiniz?

Ben 1977 yılında 12 Eylül mağduru olarak dünyaya geldim. İlk hatırladığım şey bir gece askerin üstümdeki yorganı alması ve çıplak bir şekilde ayakta bekletmesidir. 4 yaşında olmama rağmen kafamda bir fotoğraf gibi o an duruyor. Beni dönüştüren olay 2 Temmuz 1993’te yaşanan Sivas Katliamı oldu. 16 yaşındaydım. Bize kimin düşman olduğunu gördüm. Sonra 18 yaşında OSTİM’de bir şirkette makine ressamı olarak işe başladım. Orada işçi hareketi ile tanıştım. OSTİM İşçi Derneği’nin de kuruculuğunu yaptım. O gün bu gündür mücadelenin bir yerinde duruyorum. Sosyolog olarak işçi sınıfından ayrılıp beyaz yakaya geçtim! Ancak devlet o yakayı söktü, madem devlet beyaz yakayı söktü biz tekrar mavileri giyeriz dedik.

* İlk tutuklanmanız nasıl oldu?

Ben 1995 yılında tutuklandım. OSTİM’de bildiri dağıttığım, işçi çalışması yaptığım, 8 Mart çalışmasına katıldığım için tutuklandım. 18 yaşındaydım ve Ulucanlar Cezaevi’ne gönderildim. Daha sonra tahliye oldum tutuksuz yargılandım ve aynı davanın sonucunda 1998 yılının sonunda yeniden Ulucanlar Cezaevi’ne gönderildim. 1999 yılında Burdur Cezaevi’ne nakledildim. Ulucanlar Cezaevi’nde 26 Eylül 1999’da katliam gerçekleşti. O tarihten sonra cezaevleri hedef oldu F tipi cezaevi inşaatları hızlandı. Bunu yaparken de “cezaevlerine hakim değiliz” demagojisi ile yaptılar. Hatta “8 yıldır cezaevlerinde koğuşları arayamıyoruz” dediler; ancak operasyondan 3 gün önce bizim koğuşta arama yapılmıştı.

* 5 Temmuz’da yaşadığınız olaya gelirsek, neler oldu?

Burdur Cezaevi’nde herhangi bir hareketlilik yoktu; ancak o dönem işkenceleri ile meşhur Erzurum Cezaevi Müdürü Katip Özen Burdur Cezaevi’ne gönderilmişti. 5 Temmuz sabahı hazırlık yaptılar ve ortada herhangi bir gerekçeleri yokken jandarma, gardiyan, iş makinası ile ilk defa tanıştığım gaz bombaları ile saldırdılar. Saldırdılar derken o kadar kötü bir ortamdı ki yangını söndürmesi gereken itfaiyenin yaktığı koğuşlar, gaz bombaları bizim açık havada sokakta dayanamadığımız gaz bombalarını o küçücük koğuşların içine attılar. Saldırılar akşama kadar sürdü. En son bulunduğumuz yerde koğuşun duvarını dozer ile yıkarak içeri girdiler. Kepçe ağzını sağa sola sallarken benim yanıma yaklaştı, kolum duvar ile dozer arasında kalarak koptu. Koptuktan sonra üzerimize itfaiye yoğun bir şekilde su sıktı. Kopan kolum suyun içinde bir ara kayboldu. Daha sonra koğuştaki arkadaşlarım kopan kolumu bularak turnike yaptılar.

* Bunlar yaşanırken bilinciniz yerinde miydi?

Bu yaşananlar üst katta yaşandı arkadaşlarım kolumu bulduktan sonra sağ kolumu sol elime vererek benim aşağı inmeme yardımcı oldular. Bana “kendini nasıl hissediyorsun?” dediklerini hatırlıyorum. O koşullarda “İyiyim kolum koptuğu için en azından artık kelepçe takamayacaklar” dedim. Bu konuşmadan sonra kendimden geçmişim. Daha sonra arkadaşlar jandarma ile pazarlık yapmış. Jandarma beni aldı hayal meyal hatırlıyorum beni önce bir pikaba oradan bir ambulansla Burdur Devlet Hastanesi’ne kaldırdılar.

* Hastanede neler oldu?

Beni Isparta Devlet Hastanesi’ne naklettiler. Isparta Devlet Hastanesi’nde kolumun dikilemeyeceğini iddia ederek kolumu ampute etti. Bunlar benim yaşadıklarımdı bunların yanında bir kadın arkadaşımız tecavüze uğradı, Sadık Türk arkadaşımızın kafası gaz kapsülü ile parçalandı, birçok kişinin eli parçalandı…

* Kolunuz bir köpeğin ağzında bulunmuştu…

Isparta Devlet Hastanesi kolumu ampute ettikten sonra kolumu çöpe atmış. Çöpte bir sokak köpeği kolumu buluyor ve Isparta sokaklarında ağzında kolum ile geziyor. Halk bunu görünce önce cinayet zannedip polise haber veriyor, derken yerel gazeteler yazıyor. Soruşturma sonucu köpeğin ağzındaki kolun benim koparılan kolum olduğu anlaşılıyor; ancak basına yansıdığı için iş işten geçiyor ve polis olayın üzerini örtemiyor. Ondan sonra bu olay Türkiye’nin gündeminde büyük yankı uyandırdı.

* Burdur Valisi’nin sizin kolunuz için “Operasyon sırasında bir tutuklunun kolu kırıldı” açıklaması yaptığı doğru mu?

Tabi bu meseleler ayyuka çıkmadan önce Burdur Valisi Kaya Uyar açıklamasında, “İnsan haklarına uygun bir operasyon yaptık ve sadece bir tutuklunun kolu kırıldı” demiş. O günden beri hep valileri yalan söylerken görüyorum. İlginç ama hep yalan söylüyorlar. İnsan haklarına uygun dediği şeyin içinde vahşet var. Bu gün yaşadığımız şeylerde aslında benzer olaylar. Onlar ne zaman insan haklarına uygun deseler ya bir uzvumuzu kaybediyoruz ya yaşamımızı kaybediyoruz ya da sakat kalıyoruz.

* Hastanede falan kelepçelenmediniz herhalde?

Burdur Cezaevi’ne gönderildim orada Katip Özen karşıma çıktı ve bana “Seni dozerin önüne arkadaşların itti” açıklaması yaptı. Ben de ona insanları kandırıyorsunuz bari olayı yaşayanları kandırmaya çalışmayın, çekil karşımdan dedim. Sonra Katip Özen beni cezaevinde istemedi ve Burdur Devlet Hastanesi’ne gönderildim. Hastanede bir hafta ayağımda çift pranga ile kaldım. Kolumun biri olmadığı için elime kelepçe takamadılar ancak ayağıma çift pranga taktılar. Burada da az kalsın ayağım kangren olacaktı fakat bu kaybolan kol meselesi ayyuka çıkınca hastaneye bir müfettiş gönderdiler ve onlar da mecburen prangaları gevşettiler.

* Kolunuzun kopmasına neden olan dava nasıl sonuçlandı?

O davadan beraat ettim. Tahliye olduktan sonra itiraz ederek tekrar yargılanma talep ettim. Tekrar yargılandım ve beraat ettim.

* Sonraki davalar…

Devlet bana dava açtı. Kepçenin kolumu koparırken yıktığı duvarın parasını bizden istediler. Şu anda bu davayı biz kaybettik 200 bin TL’lik ceza Yargıtay’da biz ödeyeceğiz. İkinci bir dava ise bize 7,5 yıl istemi ile isyan davası açtılar; ancak zaman aşımından düştü. Hatta tünel kazdılar diye bir yalan söyleyip dava açtılar ancak sonra tüneli bulamadıkları için o dava da düştü. Burdur Cezaevi haksızlıklar ile gündeme gelince kamuoyundaki yankıyı bastırmak için bu davaları açtılar.

* Bir de kopan kolunuzun sizden istenen faizli tazminatı var.

Evet ben tazminat davası açtım. Antalya İdare Mahkemesi 150 bin TL tazminat takdir etti ve ben bu parayı tahsil ettim. Sonra İçişleri Bakanlığı bakanlığa bağlı çalıştığım tarihlerde “bu kişi çok teröristtir çok tehlikelidir” diye Danıştay’a itirazda bulundu. Sonra Danıştay hiç haddine olmayan biçimde dosyada olmayan delilleri araştırdı. İtfaiye eri “dozere tuğla attı” diye bir ifade vermiş. Alt mahkemede araştırılmayan hususlar ile kararı bozdu. O arada AİHM bir karar verdi, verdiği kararda “Veli Saçılık ve arkadaşları haklıdır, Burdur Savcısı işkenceyi araştırmak yerine üzerini kapatmıştır kötü niyetlidir” dedi. Bana ödenen 150 bin TL’lik tazminatı faizi ile 500 bin TL olarak geri istediler; ancak AİHM’in verdiği bu karar üzerine vazgeçtiler.

* Kolunuzun yokluğu hayatını nasıl etkiledi?

Kendimi hiç engelli olarak görmedim; ancak kolsuz yaşamanın zorluğunu fark ettim. Başıma gelenlerin sebebini biliyorum. Yani devletin genel tutumunu biliyordum o açıdan psikolojik olarak bir baskı yaşamadım; fakat sağ yanında bir boşluk ile geziyor olmak ve başka insanlar tarafından öyle görünüyor olmak biraz zorladı beni. İş bulmaya çalıştım ancak hem cezaevinden çıktığım için hem de kolumun biri olmadığı için hiç bir işe alınmadım. Bu olay 2006 yılına kadar benim iş hayatından izole olmama sebep oldu beni en çok bu zorladı. Fakat bunlara rağmen politik duruşumu asla değiştirmedim.

* Devlet memurluğu yaptınız, sosyolog oldunuz. Nasıl oldu o süreçler?

2004 yılında KPSS’ye girmiş ve 82 puan almıştım. Bu puanla Nüfus ve Vatandaşlık İşleri’ne başvurdum. O zaman AKP iktidarı vardı, tüm güvenlik soruşturmalarından da geçerek 2006 yılında Nüfus ve Vatandaşlık İşleri’nde işe başladım. Nüfus ve Vatandaşlık İşleri bugün sabahtan akşama kadar beni suçlayan İçişleri Bakanlığı’na bağlı ve ben burada nüfus cüzdanı düzenliyordum. Sonra Sosyoloji bölümünü dışarıdan bitirdim. Tekrar KPSS’ye girdim ve bu kez Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nda Sosyolog kadrosu ile işe başladım. Daha sonra 2010 yılında evlendim ve 6 yaşında Feraye adında bir kızım var.

* İhraç edilmeniz nasıl oldu?

22 Kasım 2016 tarihinde OHAL kapsamında yayınlanan 677 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile ihraç edildim.

* Peki o günden bugüne, 5 Temmuz 2000 ile 5 Temmuz 2017 arasında ne değişti?

Ensemizdeki yumruğun sahibi değişti. Ancak şu var, çok net kolumu koparan bir iktidar var. Kurt-kuş, arı yani MHP-DSP-ANAP iktidarıydı. Bu hükümet çok vahşiydi çok insanın ölümüne sebep oldu. Ancak o gün ile bugünü karşılaştırırsak bugün çok daha zor. Bugün her şey çok keyfi. O gün belli ölçüde dava açabiliyor hükümetin haksızlıklarını teşhir edebiliyorduk, yani eksik de olsa bir yargı vardı. Ya da kitlesel protesto eylemleri oluyordu. Bugün sokaklar terörize ediliyor, insanlar evlerine tıkılmış mahkemeler ve şekli anlamda adalet ortadan kaldırılmış durumda, değişen şey bu bence.

* Direnişi aileniz akrabalarınız etrafınızdaki insanlar nasıl karşılıyor?

Annemi zaten biliyorsunuz direnişimize destek verdiği için yerlerde sürüklediler onu da. Ailem tüm süreçlerde yanımda oldu. Hatta Isparta’da hastane hücresinde kaldığım zaman annem hastaneye görüş için geldiğinde savcı anneme, ‘defol git senin oğlun terörist’ demiş. Annem savcıyı masasının etrafında kovalamış. Yani annem o kadar net benim yanımdadır. Eşim de öyle ben eyleme geç kalsam eyleme geç kalıyorsun diyorlar. Bunun sebebi meşru bir zeminde olmamdır. Diğer akrabalarım dostlarımdan da asla kötü bir tepki almadım hepsi benim yanımda oldu.

* Sizi Nuriye Gülmen ve Semih Özakça ile ortaklaştıran şey nedir? Daha önceden tanışıyor muydunuz?

Hayır tanışmıyorduk. Ama bizi ortaklaştıran AKP baskısıdır. AKP faşist bir zemin, gayet karanlık bir zemin oluşturdu. Bu karanlık zeminde bizi işimizden attı ve biz de bu karanlık zemine karşı birleşip beraber işimizi istiyoruz. İstemeye de devam edeceğiz.

* Nuriye Gülmen ve Semih Özakça ile Yüksel Caddesi’nde aylarca beraberdiniz. Bundan sonra ne olacak, Gülmen ve Özakça ne yapmalı?

Nuriye ve Semih açlık grevi kararı almadan önce ben açlık grevi yapma kararı almıştım. Ancak onlar gibi süresiz değildi 30-40 gün gibi bir açlık grevi yapmak istedim. Ancak Nuriye ve Semih süresiz yapacağız dediler. Onları düşünerek dönüşümlü yapalım dedim; ancak onlar kararlıydı ve yaptılar. Ben de ancak mücadeleye destek verebilirdim.

* En temel kaygı Gülmen ve Özakça’nın yaşama kaygısı…

Sur’da Cizre’de binlerce insan öldü yaralandı onlara ne oldu? Aslında biz bir girdabın içindeyiz hepimizi ezerek yok ediyorlar. Nuriye ve Semih’i öldürmeyi planlıyorlar. Belki bizi de öldürmek istiyorlar, bilmiyoruz. Nuriye ve Semih için şahsen çok üzülüyorum onları kaybedecek olmak büyük bir sıkıntı veriyor bana. Ancak Nuriye ve Semih’in yerinde olsam açlık grevini kesinlikle bırakmazdım. Hatta bunun önünü hükümet açtı, ‘akşamları yemek yiyorlar’ dedi. Bundan sonra açlık grevlerini bırakmaları çok zor bence.

* İşe dönerseniz her şey normalleşir mi?

Ben işimde çalışırken de pasif bir insan değildim yine aynı şeyi yaparım. Bir de bana sosyal medyada kahraman diyorlar; ancak ben kahramanlığı kabul etmiyorum. Ben bu eylemi sağ salim bitirince kendinize başka kahraman bulun diyeceğim. Kişilerin ön plana çıkarıldığı eylemler yerine sokakları zapt eden bir emekçi kitlesi görmek isterim. Şu an bir cesaret bulaştırdığımızın farkındayız. Nuriye ve Semih tarih yazıyor biz de onların kalemlerini tutuyoruz.

* Sürekli hedef gösteriliyorsunuz hiç tepki alıyor musunuz?

İyi anlamda tanınıyoruz, kahvede okey oynayan birisi bile “Veli abi merhaba” diye selam veriyor. Geçen Kadıköy’e gittim bir yerde çay içtim kalkarken ‘çay paranız ödendi’ dediler. Ya da bir yere gidip bir yiyecek alıyorum ‘hesabınız ödendi’ diyorlar. Fotoğraf çektirenler oluyor. Burada tabi benim şahsıma bir sevgi yok burada direnişe olan sevgi var.

* Direnişte bir günününüz nasıl geçiyor?

Direnişe endeksli bir yaşamım var, eşim ve kızım Mersin’e tatile gittiler ben gitmedim. Köyüme gitmek istiyorum ancak gidemedim. Sabah saat 7 buçuk 8 gibi uyanıyorum. Biraz kitap okuyup sosyal medyaya bakıyorum. Hiç televizyon izlemiyorum. Eylemimizle ilgili tepkileri okuyup eylemde ne konuşabiliriz neyi öne çıkarabiliriz onu düşünüyorum. Sonra polis saldırısına karşı nasıl bir tepki koyabiliriz onu düşünüyorum. Polisi nasıl bıktırıp İnsan Hakları Anıtı’nı nasıl özgürleştiririz onu düşünüyorum. 12.30, 13.00 gibi gelip sokaktaki insanlarla sohbet edip hep birlikte eyleme geçiyoruz. Polis genelde saldırıyor, nadiren saldırmadığı oluyor. Gaz yedikten sonra ev yakın olduğu için eve üstümü değiştirmeye gidiyorum. Eve gidiyorum duş alıyorum tekrar gelip sokakta sohbet ediyoruz akşam eylemine gidiyoruz. 18 defa gözaltına alındım.

* Hakkınızda kaç soruşturma veya dava var?

Bir örgüt üyeliği ve örgüt propagandasından 2 soruşturma açılmış, 2911 sayılı gösteri ve yürüyüş kanununa muhalefetten 8 tane açılmış dava var, yine 2911’e muhalefetten 8 tane soruşturma açılmış. Yine bu soruşturmaların her biri için 229 TL para cezası da geliyor. Tabi bunlar benim bildiklerim.

* Tutuklanacağınızı düşünüyor musunuz?

Tutuklanmamız için hazırlık yapıyorlar. Ancak suçlu olduğumuz için değil etkili eylem yaptığımız için tutuklayacak ve yargılayacaklar.

* Tutuklanırsanız tavrınız ne olur?

Benim için kızımdan ailemden ayrı kalmak dışında cezaevinde yatmak problem değil, orası bir direniş alanıdır. O gün barikat hücreye konmuşsa biz de orada direniriz. Ben işime geri dönene kadar AKP’yi rahat bırakmam.

* Adalet yürüyüşünü nasıl yorumluyorsunuz?

Ben o yürüyüşü geç ve başlama yerini yanlış görüyorum. Geç oldu bu yürüyüş biraz da CHP’nin eli ile HDP’nin eş başkanları ve milletvekilleri tutuklandıktan sonra başlamalıydı. Ancak buna rağmen olumlu buluyorum; fakat Yüksel Caddesi’nden başlamalıydı. Ben gittim oraya ve anlamlı buluyorum. Sokağın dili başkadır, beni orada gören kalabalık Nuriye ve Semih yalnız değildir diye slogan attılar. Sokağın dili konuştuğu için AKP bu kadar tepki gösteriyor. HDP oraya destek vermek yerine kendi eylemini geliştirmesi daha iyi olurdu; ancak bu da iyidir.

* Buradan bir toplumsal muhalefet zemini açılabilir mi?

Toplumsal muhalefetin zemini Yüksel Caddesi’nde açıldı. Görüyorsunuz 5-6 kişiyiz ama çok korkuyorlar çünkü bu topluma bir vizyon veriyor örnek oluşturuyor bu yüzden korkuyorlar. Bu yürüyüşte insanların ana caddelerde yürüyebileceğini ve itiraz edebileceğini gösterdi. Cesaret bulaşıcıdır dedik buradan adalet yürüyüşüne oradan da topluma bir cesaret bulaşabilir.

Barış Boyraz – dihaber

EN SON EKLENENLER