Yüzleşmeden normalleşme olmaz!

Reina katliamı bir kez daha “yaşam tarzı, laiklik ve siyasal İslam” tartışmalarını gündeme taşıdı.

Siyasal İslam ve terör arasındaki ilişkiyi ve siyasal İslamın farklı olana nefret yaydığını, kafir kabul ettiğini, dar-ül Harp olarak ilan ettiğini “kabul etmek istemeyenler korosu”, bir kez daha, “Terörün dini, milliyeti olamaz” söyleminin de arkasına saklanarak, artık ezbere dönüşen “bunlar Müslüman olamaz, bunların İslamla alakası olamaz, bir barış dini olan İslam şiddeti reddeder” türküsünü söylemeye başladılar.

Bu konuda bir diğer yaklaşım da, siyasi eğilimleri farklı da olsa; “bizler kardeşiz, ‘dış mihraklar’ (ya da moda deyimle ‘üst akıl’) iç savaş çıkartmak için ortalığı karıştırmak istiyor” tezine yeniden sarılıyor. Meydan boş olunca esip-gürlüyorlar da; “Ne yaparlarsa yapsınlar bu milletin birliğini, dirliğini bozabilirler mi? Kardeşliğimize zarar verebilirler mi? Elbette veremezler. Çünkü biz buralarda etle tırnak gibiyiz. Biz bu topraklarda bin yıldır beraberiz, kardeşiz. Biz birlikte Türkiye’yiz. Kürt’üyle, Türk’üyle, Çerkez’iyle, Romanıyla, 72 milletiyle hep biriz hep beraberiz”.

Bazı çevreler de, sanki bu topraklarda yaşamıyorlar gibi, “Yunus’un Mevlana’nın torunları olan insanımızın içinden böylesine katiller nasıl çıkar” diye soruyorlar.

Bu yaklaşımların hiç biri doğru değil, gerçeği de ifade etmiyorlar. Yalnızca hamaset! Hatta yalnızca “hamaset” olarak yani, taraftarlarını “etkilemek veya heyecanlandırmak amacıyla yapılan abartılı anlatım” olarak kalsa iyi ama orada kalmıyor, gerçeklerin üzerini örtüyor…

Dün de bugün de bu topraklarda, kin, nefret, iftira, jurnal, linç ve katliam hep vardı. Ve bütün bunların her dönem sorumlusu da siyasi iktidarlar oldu. Son 600-700 yıllık tarihte bu topraklarda “sessiz-sakin” iktidar tarafından düşman ve hain ilan edilmeden, “cadı avı yapılmadan” geçen 15-20 yıl yoktur! Son 25-30 yılın geçmişten belki de en önemli farkı, sosyalist sistemin çökmesinden sonra yükselen milliyetçilik ve dincilik üzerinden kin, nefret, iftira, jurnal, linç ve katliamın zirve yapmış olması…

DEĞİŞEN YALNIZCA TARİHLER

Kendi kardeşini, çocuğunu boğduran, Sadrazamını öldüren onlarca Osmanlı padişahı ile bugün, “en yakınındakileri” bir anda “hain, terörist, darbeci” ilan eden anlayış arasında hangi fark var?

Kanuni Sultan Süleyman’ın Şeyhülislam’ı Ebu Suud Efendi’nin 1530’larda “Kızılbaşlar’ın topluca öldürülmeleri helal olup, bu din uğruna yapılan büyük savaştır. Bu savaşta ölmek de şehitliğin en ulusudur” şeklinde yayınladığı fetva ve gerçekleşen katliam başka topraklarda mı oldu?

Ebussud’un bu yaklaşımıyla, Muş Alpaslan ve Marmara Üniversitelerinde ders veren Abdulkadir Şen’in “Cem Evi, Ali, insana saygı, Madımak, hoşgörü diyen ne kadar namussuz mezhepçi varsa Halep’te katillerle beraber. Lanetliler topluluğu, sizi bu coğrafyada yeni Malazgirtler bekliyor. Şahlaştınız Yavuzlaşacağız” söylemleri arasında ne fark var?

“Farklı hayat tarzlarına müdahale edilen” yalnızca Aleviler mi?

“PİS ARAP, KORKAK YAHUDİ”

Daha dün, bu topraklarda “en iyi Kürt ölü Kürttür” denmedi mi? İzmir’de bir dernek “Kürt nüfusu azaltılsın, Kürtler kısırlaştırılsın” kampanyası başlatmadı mı?

Daha dün, Hrant Dink’e , “Darwin’i haklı çıkaran ilkel numune, varlık olarak maymun genlerini taşıyan ruh, orangutan maymununun dahi tiksinti duyuyoruz” denmedi mi? “Araplar hem pistirler hem de arkadan hançerlerler”, “Yahudiler bu memleketin kanını emiyorlar”, “Çingeneler hırsızdır” denilen ülke burası değil mi?

Ya da “Pis Arap”, “Korkak Yahudi”, “Ermeni dölü”, “Gavurun piçi”, “Kızılbaşın kestiği yenmez, evinin önünden geçilmez” lafları başka ülkelerde mi söyleniyor?

Ömer Seyfettin, Halide Edip ve Yakup Kadri’nin birçok romanında, sayısı oldukça fazla olan dizilerde, filmlerde Rum kadınlar fahişe ve randevucu, erkekleri de hain, düzenbaz gösterilmez mi?

Diyanet İşleri Başkanlığı’nın 30 Aralık 2016’da camilerde okuttuğu hutbelerle yılbaşı kutlamalarını “gayri meşru” ilan etmesi ile, Noel Baba’nın kafasına silah dayayarak yapılan parodilerin, liselerde “Noel kutlamalarının” yasaklanması arasında zihinsel bir ortaklık yok mu?

31 Aralık’ta elektriklerin sıkça kesilmesini sosyal medyada “Reis, şu elektrikler kesilip-geliyor, bir an evvel gelsin gayri, mum yakıp-söndüre söndüre Alevi olduk” diyen zihniyetin yaratıcısı kim? Bu zihniyet nereden besleniyor?

Katliamın hemen arkasından sosyal medyada “oh olmuş, ne işleri vardı orada” diye yazanlar hangi zihniyetin ürünü?

Bütün bunlar körüklenen nefretin ve ayrımcılığın sonucu değil mi?

BİR YILDA BİN İNTİHAR EYLEMİ!

Reina katliamı sanki IŞID’in ilk eylemiymiş gibi, topu ABD’ye ya da “başka dış mihraklara” atarak işi çözebilir miyiz? Yeni Osmanlı hayallerinin, Arap Baharı’nın, cihatçı örgütlere verilen desteğin, “eğit-donat kapmalarını”, siah taşınan TIR’ları bizi bugünlere taşıdığını hadi burada tartışmayayım, ama IŞİD’in 20 Mart 2014’deki Niğde saldırısından bu yana, bizim topraklarımızda yaklaşık 30 IŞİD eylemi olurken ABD yok muydu?

Kasım 2015’den bu yana bir yıl içinde Irak, Suriye ve Türkiye’de bini aşkın “intihar saldırısı” olmuş.  Belirtildiğine göre IŞİD yalnızca Aralık 2016’da Irak’ta günde ortalama 7, Suriye’de ise 3 intihar saldırısı yapmış. Binin üzerinde gerçekleşen intihar saldırısını yapan bin kişinin “din ve iman” bağlantısını, bu saldırılarda İslamın “Dar-ul İslam, Dar-ül Harp” yorumunu görmeyecek miyiz?

İslami yapıların önce “dost”, bir süre sonra da “en gerçek İslam biziz” diye birbirleirni öldürdüklerini, siyasal İslam açısından “ılımlı” ya da “radikal” olarak ifade edilen anlayışlar arasında artık bir fark kalmadığını, dün “öfkeli çocuklar” olan IŞID’in bugün “terör örgütü” olduğunu, El Nusra’nın isim değiştirse de artık başka bir IŞİD olduğunu, ÖSO’nun da yakında IŞİD’leşeceğini görmemekte ısrar mı edeceğiz?

Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez’in 2015 yılında yaptığı tespite göre “Müslüman coğrafyada son 10 yılda yaklaşık 12 milyon kişinin katledilmiş”.  Bunu yalnızca “emperyalistlerin oyunu” olarak mı yorumlayacağız?

IŞİD’e içinde “İslam” geçtiği için “IŞİD” yani “Irak ve Şam İslam Devleti” diyemeyen bir anlayış da, kardeş olmadığımız, eşit yurttaşlar olmadığımızı bile bile “hepimiz kardeşiz” ya da “Gerçek İslam bu değil” diyerek bugüne kadar hiçbir sorun çözülmedi, bundan sonra da bu yaklaşımla çözülemez! Adını değiştirebilirsiniz , “gerçek İslam bu değil” dersiniz ama bu gerçeği değiştiremezsiniz! Çünkü, başımızı kuma gömmekle İslami terör örgütleri yok olmuyor!

YÜZLEŞME İÇİN BİR KAÇ SORU DAHA!

1) İslam’da “galeyan ve tahrik olma” hali neden hiç bitmez? Siyasal İslamcılar her katliam sonrası “katliamın üzerine gitmek varken” niçin uydurma gerekçeler ararlar?
2) İslam adına işlenen bütün cinayetlerden sonra “saldırı ve savunma gerekçeleri” olarak söylenenlerin, yerleri ve tarihleri hariç hep aynı olması tesadüf müdür?
3) Siyasal İslamcılar yüzleşmekten ısrarla neden kaçarlar? İslam’da dar-ül harp yok mu? Cihat geleneği yok mu? Katl-i vacip yok mu? Linç ve toplu katliam geleneği yok mu?
4) Adı ne olursa olsun, din iktidar olmak istediği sürece şiddet ve cinayet hep oluyor! İslamın en temel sorunu bu olabilir mi?
5) Madımak Oteli önünde “yakın ulan yakın” diye bağıranların sayısının 3-5 “meczup” değil tam 15 bin kişi olmasını, 1978’de Maraş katliamında 25 bin kişi olması, tesadüf mü? On binlerce kişi katliamlara silah zoruyla mı ortak oldu? Türkiye’den 20 bin kişinin, Avrupa’dan dört bin kişinin cihat için Irak’a ve Suriye’ye gitmesini yalnızca “kandırılmışlık” olarak açıklayabilir miyiz?

SİYASAL İSLAM İFLAS ETTİ!

Devlet demokratikleşmeden, laiklik ayakları üzerine yeniden dikilmeden Türkiye normalleşmez. Laflar ne olursa olsun, eğer gerçekleri söyleyeceksek, kin, nefret , linç ve katliam maalesef bitmez!

Moskova Deklarasyonu ile “iflasını ilan etmiş” siyasal İslamla hesaplaşmadan, dini devletin ve kamunun kurumsal yapısı dışına çıkartmadan, Diyanet’i kapatmadan, İmam Hatipleri yalnızca İmam yetiştiren “meslek okulların” dönüştürmeden laikliği uygulanır bir hale getirmeden normalleşme olmaz!

Dinci siyasal iklim değiştirilmeden, nefret söylemlerine karşı cezai yaptırım uygulanmadan, televizyonlarda birlik olmalıyız” laflarıyla Türkiye normalleşmez.

IŞİD din ve İslam adına askerlerimizi yakarken, canlı bombalarla dört bir yanda masum vatandaşları katlederken, Fettullah Gülen’i hain ilan edip, arkasından da onlarca cemaat ve tarikatla yan yana gelip, cihatçıların beslendiği iklimi yaratan yeni “dini koalisyonlar” kurarak Türkiye normalleşemez!

“Biriz, birliğiz” deyip arkasından “Cumhuriyet aklı ve bilimi öne çıkardı, dini eğitimi engelledi” diyerek “İmam hatiplerin sayısını arttırmalı, dini eğitimi birinci sınıftan başlatmalı” diyerek Türkiye normalleşmez!

Türkiye, normalleşmek için, yeni bir siyasal ve toplumsal kültür için, bir bütün olarak siyasal İslamla hesaplaşmayı göze almalı ama bu işin ilk adımını sol, sosyal demokrasi atmalı. CHP atmalı! “2024’de Hilafet geri gelecek” diyen, hilafet ve halifelik hayali  kuran, dincilikle, siyasal İslamla hesaplaşmadan Türkiye normalleşmez!

İstanbul, 5 Ocak 2016

Necdet Saraç

EN SON EKLENENLER