AŞT oyuncusu Akkuzu: Mekanı küçük heyecanı büyük

Amed Şehir Tiyatrosu oyuncusu Yavuz Akkuzu, “Teknik olarak imkanlarımız daha kısıtlı, küçük bir yer ama heyecan olarak daha büyük bir yer. İyi sanat eseri ürettiğimizde özgürleştiğimizi düşünüyorum. Seyirci ile etkileşime geçtiğimizde özgürlük hissediyorum” dedi.

Diyarbakır’ın alternatif sanat merkezlerinden biri olan Amed Şehir Tiyatrosu’nun (AŞT) oyuncularından Yavuz Akkuzu ile hem kişisel tiyatro serüvenini hem de OHAL koşullarında tiyatro yapmanın ve sanat üretmenin zorluklarını konuştuk. Baskılara karşı mağduriyet dilinin eskide kaldığını, “Biz yok olduk, bittik” söyleminin sona erdiğini belirten Akkuzu, tiyatrolarını farklı, sisteme karşı olan 80 kişinin buluşabileceği tek alan olarak tanımladığını söyleyerek, “Alternatifini koyabiliyorsan sanat üretiyorsundur” diyor.

* Tiyatroya başlama, ilk sahneye çıkma sürecini anlatır mısınız?

20 yıla yakındır Diyarbakır’da yaşıyorum 2002-2003’te pratik tiyatro oyunum başladı. Mimarlık okurken öğrencilik yıllarımda Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tiyatro atölyesi açmıştı. O dönemde ilk kez Kürtçe oyun yapmışlardı (Murathan Mungan – Taziye). Oyunda figürasyon olarak başlamıştım. Hem pratik hem eğitim iç içe başladı. Bir yıl tiyatroya küsüp ara vermem dışında kesintisiz bugüne kadar devam etti.

* Neden tiyatroya küstünüz?

Tiyatronun kendisine değil de o zamanki iç meselemizden kaynaklı küstüm. Tiyatronun kendisine küsmedim (Gülüyor). Bir yıl ara verdim mimarlık yaptım. Baktım olmuyor, mimarlığın kendisini seviyorum da o ticari ortamı sevmedim sonra bırakıp yine tiyatroya döndüm. Şimdiye kadar da öyle devam ediyor.

O zaman tiyatroda yılda bir Kürtçe, bir Türkçe ve çocuk oyunları çıkardı. 2009’dan sonra da tamamen Kürtçeye döndü. Neredeyse 2002-2003’e kadar yasaklıydı Kürtçe. Bir yıl öncesinde Mahmud ile Yezida oyununda Kürtçe şarkı var diye soruşturmalık bile olmuştu. O zaman bir tek İstanbul’da Kürtçe tiyatro vardı, 1990’larda MKM ile başlamıştı. Diyarbakır’da yasaklardan kaynaklı yapılamıyordu. 2003 yılında başlandı ve yavaş yavaş Kürtçeye dönüştü.

* Tiyatro yapmayı, sahnede olmayı nasıl tanımlıyorsunuz? Sizin için ne anlam ifade ediyor?

Bir şey icra ediyor olmak duygusuyla, yoksa bir beden olarak sahnede durmayı sevmiyorum. Bir şey icra etme, yapma, “yaratma”, yeni bir şey ile buluşma ve buluşturma hissiyatı güzel ve olumlu. Yoksa kendini ve bedenini teşhir etme -bir ukalalık, kahramanlık yapar gibi- halini sevmiyorum. O buluşmak ve birlikte bir enerji, heyecan, aura oluşturmak fena bir şey değil. O hissiyat hoşuma gidiyor. O yüzden seviyorum.

* Sahneye ilk olarak Kürtçe bir oyun ile çıktınız, anadilinde tiyatro yapabilmek ne hissettiriyor?

O süreç trajikti aynı zamanda. Ben ilk defa Kürtçe bir metin ile karşılaştım. Yaklaşık 19-20 yaşında bir Kürt olarak, Kürtçe yazılı metin ile ilk kez karşılaşıyorum. Aynı zamanda “sanatçısı” olacaktım bu trajik bir durum. Hayatım Kürtçe ile geçmiş annem doğru düzgün Türkçe bilmiyor, öyle bir ortamda büyümüşüm ama ilk defa yazılı bir metni sahneye çıkacağız diye görüyorum. Kürtçe tiyatro yapılacak gibi pozitif bir yanının yanı sıra bir taraftan da negatif bir tarafı var. Okuyamadığım bir dilde tiyatro yapacaktım, aynı zamanda sanatını icra edecektim. Geç buluşmak trajik, çünkü eğitim dili değil, okullarda Türkçe gördük. Yazılı metin yasak. Şimdi yavaş yavaş kırdık onu. Artık bizim grubun içinde de metin yazarları çıkıyor, daha çok yazılı metinlerle buluşma imkânımız var, artık dille uğraşıyoruz.

Pozitif tarafından tuttuk biz onu. Büyütüp, yeşertmek seyirci ile buluşmalarımızda birlikte geliştirme heyecanı yarattı. Bunu kamusal alanda yaymak hoşumuza gidiyor, keyif alıyoruz bu işten. Çünkü yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan bir şeyle uğraşmak aynı zamanda pozitif bir enerji ve mücadele hissiyatı ile daha yaşanılır oluyor. Tuhaftır o kadar negatif şey vardı, yazılı metni geç tanımışız, Kürtçe ile sanat icra etme ile geç buluşmuşuz; ama Türkçe oyunlarımızdan başarılıydı. Teknik olarak biz Kürtçe ile büyüdüğümüz için onun duygusu, jesti, mimiği, vurgusu, tonu doğal olarak Türkçeden daha iyi oluyor. Doğal, kasılmadan oynuyorduk. Çünkü Türkçede hepimiz diksiyona, vurguya, tonlamaya takılarak aslında sanatı icra edemiyorduk, işin duygusuna, içine dokunamıyorduk. Bunu nereden söylüyorum Kürtçe oyunlar daha çok seyirci ile buluşuyordu. Bir Türkçe oyun 12-13 kez oynarken Kurmanci oyunlar 70-80 kez oynadı.

* Bir taraftan toplumun da anadille buluşma isteği var. Değil mi?

İlk dönemler için bunu söyleyebiliriz. Gani Rüzgar Şavata’nın filminde Kürtçe bir replik, şarkı geçiyor diye binlerce insan gidip Dilan Sineması’nı doldurdu, filmini izledi. Mem û Zin filmi de öyleydi. O ulusal kimlik tarafından tutuyorduk onu, sanat eseri önemli değildi. Teknik bir şey ile buluşuyorduk. Ama şimdi aynı şeyi söyleyemeyiz. Sen bir sanat eseri icra edersen izleyicisi vardır. O değişti ve iyi oldu. Seyirci artık seçici oldu.

* Kayyum ile birlikte Diyarbakır Büyükşehir Tiyatrosu bir nevi kapatıldı. İlk dönemde yapılan mağduriyet tartışmalarına girmeden sormak istiyorum. Çünkü siz onun yerine başka bir şey koyarak yolunuza devam ediyorsunuz. Amed Şehir Tiyatrosu’nun oluşturulma fikri ve yeniden tiyatro yapmak ne hissettiriyor?

Biz bunun mağduriyetini hiç yapmadık, hep gazeteciler yaptı. Sizin tersten sormanız hoşuma gitti. Bu mağduriyet dili bitti artık. 1990’lı yıllardaki Kürt siyasetinin dili mağduriyet dili eskide kaldı. “Biz yok olduk, bittik” söylemi bitti. Teknik olarak dile getirdiğimiz “Kayyum bu kadar tiyatrocuyu işten çıkarttı” oldu. Mağdur muyuz? Evet, mağduruz, herkes mağdur. Sur’da bir katliam olmuş onun mağduriyeti yanında benimki nedir ki? Bunu söylemeye utanırım. Akademi dünyasından birçok kişi, sanatçılar işten çıkartıldı. Bu alanlar; ‘Biz bittik, mağdur olduk’ diyecek alanlar değil. Çünkü bir yaratım alanı. Bu yaptıkları uygulamaya karşı biz ne yapıyoruz bu önemli. Alternatifini koyabiliyorsan sanat üretiyorsundur. Aynı şey bilim insanları için de geçerli. Bazıları sokak akademileri kuruyor bunlar olumlu adımlar. Biz hiç vakit geçmeden tiyatroyu açtık mağduriyet alanına girsek çok zaman harcardık. O zaman ve enerji bitiren bir şey. Dönemi ve zamanı değil o dilin.

Teknik olarak imkanlarımız daha kısıtlı, küçük bir yer ama heyecan olarak daha büyük bir yer. Burada kendi olanaklarımızla seyirci ile buluşuyoruz. Eskiden belediyenin olanakları ile reklamlar, duyurular, iyi dekorlar, kostümler, bütün olanakları kullanarak oluşan ortamdan mı seyirci ile buluşuyorduk yoksa gücümüzle mi seyirci ile buluşuyorduk. Şimdi bu durumun farkına varıyoruz. İlk 4 ay fena geçmedi yeniden yaratımlarımızda, seyirci ile buluşmamızda bir zorluk yaşamıyoruz. İleride ne olur bilmiyoruz. Her an burayı da kapatabilirler. Ama yine durmayacağız.

* Amed Şehir Tiyatrosu’nun kurulmasının ardından ilk kez sahnelenen oyunlar arasında en dikkat çeken oyun Qırıx oldu. Karikatürleri, oyuna dönüştürme fikri nasıl ortaya çıktı? Seyircilerden nasıl tepkiler aldı?

Qırıx Doğan Güzel’in karikatürlerinden yaratılmış, yeniden oluşturulmuş bir metin. Kemal Gökhan Gürses yaptı ve yönetti. O da bir karikatürist. Bu şehir tiyatrosu döneminde başlayan bir oyun burada ilk kez sahneledik. 3 kişilik bir oyundu iki oyuncusu değişti. Ama aynı reji mantığı ile yaptık. Qırıx bizim için niye önemliydi; Qırıx mahalleyi koruyan bir kabadayı kültürü. O kültüre, 90’lardaki göçle birlikte daha politik mantık da dahil oldu. Çünkü göç oldu, insanlar artık baskı görüyordu mahalleyi kabadayılık anlamında koruma hali politik bir koruma haline dönüştü. Qırıxlar da değişip dönüştü. Doğan Güzel iyi yakalamıştı, artık politikleşen bir Qırıx vardı Diyarbakır sokaklarında. Biz onu sahnede yapmak istedik. O açıdan dokunamayacağımız bir alana -kavga, dövüş-, eleştirdiğimiz bir kültüre nasıl dokunabiliriz mantığıyla yaklaştık. O da seyirci ile buluştu. Seyirci politikleşen, ötekileştirdiği insanları iyi tanıyor aslında; ama negatif olarak yaklaştığı için kaçıyor. Onunla buluşmanın, ona dokunmak kaçtığımız bir şeye dokunmak. Bu fikir ile oluşturulmuş bir metin. Seyirci ile buluştu ve ilgi de görüyor tuhaf bir biçimde. Ben skeç mantığı olduğu için pek beğenmesem de.

* Beğenmediğiniz bir oyunda oynuyorsunuz.

Teatral açıdan skeç mantığını beğenmiyorum; ama politik bir fikir ile hoşuma gidiyor.

* OHAL’in, işten çıkartmaların, tutuklamaların sürdüğü bir ortamda tiyatro yapıyorsunuz. Böyle bir ortam sanat üretiminizi nasıl etkiliyor?

Bunu ilk Sur sürecinde yaşadık. 6 ay kapattık tiyatroyu, çünkü tank-top sesleri tiyatroya kadar geliyordu. Onun psikolojik ortamı ile sanat yapılmayacağını, seyirci ile buluşmanın da anlamsız olduğunu düşündük.

* Peki, bu doğru bir karar mı? Tarihte benzer birçok durumda sanatsal üretim devam etmiş…

Ben hep aradayım. Çünkü onun oyununu yapmak lazım. Biz başka oyunlar oynuyorduk ve o yüzden yapmamayı tercih ettik. Ona dokunabilecek bir oyun yapsak olabilirdi aslında. Sonrasında yarı komedi bir oyun çıkarttık ama sonrasıydı. Bazen sıcağı sıcağına bir oyun çıkartmak da çok tehlikeli oluyor. Bazen de duygusal bir tavırla girdiğimiz için ajitasyon ve çirkin bir şey çıkabiliyor. Ajitasyon her zaman çirkin değildir; ama o ince çizgidir onu yakalamak çok zor.

* Şimdi durum nasıl?

Burayı alternatif olarak açtık. Aslında cesur bir adım ama fark ediyoruz ki oyunlarda -Qırıx da çok politik bir oyundur- oto sansür uygulamamaya çalışıyoruz. Ama farkında olmadan bir oto sansür uyguluyoruz. “Acaba bu ceza yer mi, ne olur?” diye soruyoruz.

* Kendiniz mi yoksa tiyatro olarak mı tartışıyorsunuz?

Birlikte konuştuğumuz bir mevzu değil ama bireysel olarak fark ediyorum ki hepimizde var. Bu da şundan kaynaklı; bizim Berlin’deki gibi bin tane tiyatromuz yok bir tane kurmanci tiyatro var bir koruma güdüsüyle bir oto sansür hali var. Birebir gelip burayı kapatmıyor; ama bu baskı ortamında bir repliğimizden kaynaklı kapatabilirler mi diye oto sansür uyguluyoruz. Ben kendim yapıyorum. Oto sansür dışında kendimizi kısıtladığımız bir durum yok. Bir festival düzenledik ama sokakta oyun oynayamadık OHAL gerekçesiyle. Sendikalarla görüşüp, turneler yapmaya çalışıyoruz; ama onlar baskı altında oldukları için program yapamıyorlar gibi gibi…

Burası ilk açıldığında söylemiştim; farklı bir şey düşünen, başka bir hayatı örmek isteyen 80 insanın buluşabileceği alandır. Başka bir mekân yok. Daha cesur olmak gerekiyor.

* Bu baskı ortamında bir oyun sahnelediğinizde, alternatif olarak kurduğunuz bu mekana girdiğinizde kendinizi özgür hissediyor musunuz?

Ben iyi sanat, sanat eseri ürettiğimizde özgürleştiğimizi düşünüyorum. Başka ne mekân, baskı ortamı… iyi sanat eseri yaptığımızda, seyirci ile etkileşime geçtiğimizde özgürlük hissediyorum. Kötü bir eser ürettiğimizde bir hapishaneye dönüşüyor burası benim için.

* Önümüzdeki sürece dair planlarınız var mı, neler yapacaksınız tiyatro olarak?

Önümüzdeki süreçte İzmir turnesi yapmak istiyoruz. Dario Fo’nun “Ödenmeyecek ödemiyoruz” isimli oyunu var. Onun okumaları başladı, pratik sahneleri yakında başlayacak. 2 ay içinde çıkacak.

* Yeni sezona mı?

Artık yazın da devam ettiğimiz için sezon kavramını da kaldırdık. Kemal Ulusoy’un tek kişilik bir oyun hazırlığı var. Tahminim bir aya tamamlanmış olacak. Düşündüğümüz birkaç proje daha var ama sonbaharda netleşir.

* Belediye Tiyatrosu’na oranla burada çıkarttığınız oyun sayısı daha mı fazla?

Ortalamaya vurduğumuzda burada daha fazla oyun çıkartıyoruz. Daha çok oyun çıkartmak da zorundayız. Özel tiyatro bu. Bir oyun burada oynarken bir oyun tiyatroya gitmeli. Aynı zamanda 13 ana kadro oyuncu var 7 öğrenci var ekonomik olarak karşılamamız gerekiyor. Çünkü kira ödüyoruz, elektrik parasını veriyoruz, burada yemek yapıyoruz gibi. Daha çok oyun yapmak zorundayız. Bu tabi işin mali tarafı. Bir de sahnemiz daha küçük olduğu için en fazla 3-4 kişilik oyun yapabiliyoruz. Diğer oyuncuların da pratik yapması gerekiyor. Bir ekip oyun oynarken diğer ekibin kös kös oturup yok olmaması gerekiyor. Pratiksizlik bir oyuncu için ölümdür. Büyükşehir Belediyesi’nde sahne büyüktü 12-13 kişilik oyun yapıyorduk ve herkes oynuyordu burada teknik olarak o şans yok.

* Öğrenciler var dediniz, yeni bir atölye mi açtınız?

Biz belediyeden kalan öğrencilerimizle devam ediyoruz. Eğitim ayağını devam ettireceğiz. Bizim asıl amacımız daha çok tiyatrocu çıkartmak. Diyarbakır’da 2 tane özel tiyatro var, bir milyon nüfusa vurduğunuzda komik bir rakamdır. 5 yıldır devam ediyor eğitimler. Eğitim ayağını bırakmayacağız bu işin.

Dicle Müftüoğlu – dihaber

EN SON EKLENENLER