Batıni Algı (Ezoterizm) ve Alevilik

NİHAL DOĞANAY

Milyarlarca yıllık dünya tarihinde, insanın ve dolayısıyla toplumların da bir tarihi olmuştur. Dünya evrimleşip insan denen bilinçli varlığı var ettiği gibi, insanlık da toplumsal evrimleşme ve devinme sonucunda gelişmiş ve varlaşmasından bu yana bir tarih yaratmıştır. İnsanının var ettiği tarih, kültür denilen ve insana ait olan değerleri ortaya çıkarmıştır. Söz konusu tarihi süreç içinde farklı topluluklar değişik değerler var kılsa da, seyri süreç içerisinde her değer, bir başka değeri etkilemiş ve birbirilerini beslemişlerdir. Bu kültürel varlaşma içinde toplumları en çok etkileyense inanç ve gelenek olmuştur. İnanç, egemenlerin ellerine geçince siyasallaşmış, siyasallaşan inanç dine dönüşmüş ve hemen her din, kendi inançsal değerlerini belirleyerek sınırlamıştır. Bu durum da başka inançları yok sayma, değersiz görme gibi olguları var kılmıştır. Özellikle her inancın Ortodoks yanı egemenlerin inancına dönüşmüş ve bu yapı da kendine uymayanı düşmanlaştırma anlayışna dönüşmüştür. Bu da süreç içinde baskı ve zulümü beraberinde getirmiştir. Egemen inanç, aynı parelel de diyalektik olarak varlaşan, bâtıni karakter taşıyan karşıt ve farklı inançlara yaşam hakkı tanımamıştır.

İşte bu tarihsel gerçeklik içinde, Arap yarımadasında da özellikle 8.yy’dan itibaren “Bâtıni Hareketler“ ortaya çıkmıştır. Söz konusu bâtıni hareketler, daha çok köylü ve toprakla uğraşan “kul“/“teba“ zümresini oluşturanlar tarafından geliştirilmiştir.

O dönem bölgenin egemeni olan Kureyş Kabilesine mensup Ümmeye Ailesinin üyeleri İslam’ın gelişmesinden sonra “İslam’ı Temsil “eden konuma geldiler. Ümeyye’nin aristokratları, yeni dine sahip çıktılar. Yeni kurulan devlete egemen oldular. Fakat devlet yönetimin de kabile anlayışını sürdürdüler ve elde ettikleri kaynakları ganimet anlayışıyla kendi yandaşlarına dağıttılar ve bu sisteme karşı gelenlere baskı uyguladılar. Tüm baskılara karşın gerekli otoriteyi sağlayamadılar.  Çünkü, tarihin şaşmaz yasası devreye girdi ve bu egemen ve baskıcı anlayışa karşın da muhalif hareketler gelişti. O dönemin feodal yapılar din egemenli toplumlardı. Bütün referanslar dini temele oturtuluyordu. Dolayısıyla İslam içinde ki muhalif hareketler de dinsel temel üzerinde biçimlendi ve böylece bâtınilik akımı doğdu.

Esasında Bâtınilik “İslam’ın sömürücü düzenine“ karşı ortaya çıkmıştır. Bütün diğer Sami ve semavi dinlerde de olduğu gibi İslam’da, ilk ortaya çıkışın da yoksuldan, adaletten, eşitlikten ve özgürlükten vs. yana olan değerleri öne çıkardı. Ama güçlü bir konuma geldikten sonra sınıfsal karakteri değişti. Devletleşme aşamasında sınıfsal karakteri daha da belirgin konuma geldi. İslam’ın ilk çıkışını temel alan bâtıni akımlarla, son dönemini temel alan egemen kesim arasında da farklı görüş ve düşünceler gelişti.

Dönemin sınıfsal karakteri bir yandan “Efendiler/Yönetenler, Ulemalar, Hür İnsanlar vs. varken; diğer bir yandan Mevaliler, Köleler, Bedeviler, Üretenler vs. bulunmaktaydı. Bu yapıda, egemenler baskıcı yönleriyle Şeriatı, biçimsel ibadeti öne çıkarırken; yoksullar, mevaliler, üretenler vs. ise bâtıni değerleri öne çıkardılar. Şiilik de bu tarihi gerçeklilikler içinde gelişmiştir. Şiilik, bu koşullar içinde bütün muhalif akımların ana güvdesini olşturmuştur.

Zaman için de  İsmaililer bâtıniliğin radikal kolunu oluştururken Şiilik daha ılımlı ve uzlaşmacı bir çizgide hareket ediyordu. İsmaililere ve bâtıniliere baskılar her dönem uygulanmıştır. Dönemin koşullarında, gizlilik “takkiye“ uygulamak can güvenliği açısından önemliydi. Halkların otantik inanışları ile harmanlanan İslam karşıtı bu hareketler, belli bir aristokrat ailenin (Emeviler, Abbasiler vs.) despotlu devlet yönetimine karşıydılar. Onlar, daha sonraki süreçler de Babeki, Karmati, Nizari, Sabahi vs. gibi anılan isimlerle devlet yönetimini sarsan başkaldırılar gerçekleştirdiler. Egemenler, gulat, rafizi, kızılbaş, zındık vs. diyerek bu toplumsal önderleri küçümsediler ve kötü göstermeye çalıştılar. Bu yönetim tarafından ‘ötekileştirilenler‘ olarak var olmaya devam ettiler.

Örneğin: Hasan Sabbah ve yoldaşlarının 10.yy‘da Alamut Kalesi‘nde ortaya koyduğu ortaklaşacı yönetim ve bâtıni değerler, ortodoks islam’ı sarsmıştı. Hasan Sabbah burada güçlü bir bâtıni örgüt kurmuştu. Bunlar “Dai“lerdi. Hasan Sabbah ve diğer bâtıni akımların temel düşüncesi,  insanı merkeze koyuyordu ve kaynakların adaletli bir şekilde insanlara dağıtılmasını öngörüyordu. 1230’lu yıllar da Anadolu’ya gelen ünlü bilge Hünkâr Hace Bektaş Veli’de bu Dai’lerden biriydi. Ama zamanla bu bâtıni algıların içine koyu İslam’i değerler de katılarak, bâtıni değerler dejenere oldu. Gerek Selçuklu ve gerekse Osmanlı’nın güçlü oldukları dönemler de ortaya çıkan toplumsal başkaldırıların öncüleri ve doğal tabanları bâtıniler oldu. Bunlara Babai (13. yy.), Kalenderi (16.yy) ve Celal-i başkaldırıları  (17.yy.) gibi örnekler verilebilir. Doğal ki bu başkaldıların temeli, sosyoekonomik ve sosyopolitik bir zeminde değerlendirilmelidir.

İslam, bu dönemlerin devlet paradigmasının dili ve ideolojik çeperi olduğundan, egemen yönetimlere karşı aynı minvalde cevaplar geliştiriliyordu. Yani İslam’ı direk hedef alan hareketler direk ölüm cezalarıyla karşılık buluyordu. Böylesi bir otoritenin karşısında, yine, Kızılbaş geleneği içinde büyümüş ve harmanlanmış Şah İsmail kendi iktidar sahasını oluşturuken, Osmanlı devletinin Sünni Ortodoks devletine karşı, Şii Ortodoks bir devleti siyaseten yerleştirdi. Bugün Alevilerin kutsal kitabı kabul edilen “Buyruk“ (ki aslında Risalelerden oluşur) bu dönemde kurulan ‘İhtisası Mahsusa’nın bir ürünüdür. Amaç, Anadolu’da yaşayan toplulukları kendi iktidar ve hüküm sahasına dâhil etmek üzere örgütlemekti. Çok kısa ve kabaca ifade ettiğim bu bölümde gelmek istediğim nokta şudur: İslam tarihi de son derece siyaseti içinde barındıran bir karaktere sahiptir. Özellikle 19.yy’dan itibaren İkinci Mahmut, Osmanlı devlet otoritesini daha merkezi bir hale getirmek için, “Bektaşi değerleriyle” yetişen Yeniçeri Ocağını lağvetmiş ve Bektaşi Dergahlarını kapatmıştır. O dönemde „vatandaş“ profilini daraltılmış olarak “Türk-Sünni-İslam“ olarak tanımlayan devletin bu tanımlamasına sığmayanlar “Alevi“ (“güruh-ı Alevi ve refâfız“, “güruh-ı mekrûha“, “erbâb-ı rıfz ve ilhâd“ vs.) olarak tanımlandı.

Yazar Süleyman Zaman, “Bâtıni Algı (Ezoterizim) ve Alevilik” isimli elinizde ki kitabın da, tüm bu konuları daha derinden ele almış ve detaylı bir şekilde anlatmıştır. Yazar, özellikle, bâtıniliğin içeriğini, antik inançlardan bu yana gelen bâtını değerleri akıcı, anlaşılır üslupla kaleme almıştır. Yazar, bâtıni veya ezoterik algının açıklamasını, dünyanın oluşum sürecini, oluşum süreci ötesini de bilimsel verilerle zenginleştirimiş ve bu sürecin tarihsel arka planını kaynaklarıyla okuyucuya aktarmaya çalışmıştır.

Aleviliği- Bektaşiliği çok geniş çaplı ele alan yazarımız, Alevilikte ki bâtını algının antik uygarlıklardan günümüze akan serüvenini en açık bir dille aktarmıştır.  İslamiyet’in egemen olduktan sonraki dönemlerde, diğer inançlarla olan etkileşimini anlatan yazar; bu bağlam da İslam’ı zorla kabul eden toplulukların, eski inançlarına nasıl bağlı kaldıklarını belirtmekte ve bâtıni algının ve dolayısıyla Aleviliğin kadimden bu yana gelen tarihsel boyutunu anlatmaktadır.

Süleyman Zaman, Aleviliği- Bektaşiliği oluşturan “değerler sistemininin” bilgeler ve ozanlar tarafından günümüze kodlanmış sembolik bilgilerle nasıl ulaştığını örnekleriyle vermiştir. Bu bağlamda, Yunus Emre, Genç Abdal, Ömer Hayyam, Ezeli Doğanay, Sefil Selimi, Neyzen Tevfik gibi ozanların dizlerinden örneklerle bâtıniligi anlaşılır kılmaya çalışmıştır.

Süleyman Zaman’ın Aleviliğe sunduğu “Batini Algı (Ezoterizim) ve Alevilik Kitabı” okuyucunun ufkunu açacak bilgiler ve değerler taşımaktadır. Kendisini değerli çalışmalarından dolayı kutlar başarılar dilerim.

Almanya

EN SON EKLENENLER