Kurduğu heykel atölyesiyle paradan uzak bir ‘kabile’ kurdu

Bodrum’da 31 yıldır çamura hayat veren heykeltıraş Cuma Altuntaş, 5 dönüm arazi üzerinde kurduğu atölyesinde şehirden ve paradan uzak bir hayat kurduğunu dile getirdi. Altuntaş, yaklaşık 3 bin heykeli, 11 kedisi ve 1 köpeği ile kendisine bir kabile oluşturduğunu söyledi.

Sivas’ın Kocaoğlu Köyü’nde dünyaya gelen ve 7 yaşında gördüğü rüyadan etkilenerek çamurdan heykel yapmaya başlayan Cuma Altuntaş’ın (38) Muğla’nın Bodrum ilçesine bağlı Gündoğan semtinde 2005 yılında 5 dönüm arazi üzerinde kurduğu komün Heykel Atölyesinde din, dil ve cinsiyet eğiliminin hiçbir ayrımına yer yok. Çocukluk yıllarında şeker pancarı ve çamurdan heykel yapmaya başlayan Altuntaş, şuan ise doğaya müdahale etmeden ağaç parçaları, mermer, taş, çamur ve metalden heykeller yapıyor. Şehir yaşamına tepki amaçlı Heykel Tarlası’nda 5 metre karelik bir kulübede yaşayan Altuntaş, Heykel Tarlası’nda 11 kedisi, bir köpeği ve yaklaşık olarak yaptığı 3 bin heykel ile birlikte yaşıyor. Şamanizm dininin hakim olduğu Heykel Tarlası’nda, Altuntaş ve gönüllülerin inşa ettiği bir Şaman Çadırı bulunmakta. Bütün insanların içerisinde hayvani bir ruhun olduğuna inanan Altuntaş, heykellerin de sadece hayvan ve insan figürlerine yer veriyor.

KOMÜN BİR HEYKEL TARLASI

Altuntaş’ın kurduğu Heykel Tarlası’na ise dünyanın dört bir yanından sanatseverler gelerek şiirden, edebiyata, resimden heykele sanatını var ediyor. Gelen gönüllüler ise Heykel Tarlası üzerinde inşa edilen yaklaşık 3 bin heykelin arasında uyuyor. Hem sanatsal anlamda hem de yaşamsal olarak Heykel Tarlasında komün bir anlayışın hakim olduğunu dile getiren Altuntaş, “Hiçbir şeyi olmayan insanlarda gelip burada yaşayabilir. Parasının olmasına gerek yok. Burada bahçe bostan işlerinde çalışarak da yaşayabilir. Bostanımızda yerel tohumlar ve organik bir şekilde ürettiğimiz sebze ve meyveleri gelen ziyaretçilerimizle birlikte yiyerek yaşayabiliriz” dedi.

‘HEDEFİM PARANIN OLMADIĞI BİR YAŞAM’

Heykel Tarlası’nda din, dil ve cinsiyet eğiliminin ayrımının olmadığını, herkesin gelebileceğini ifade eden Altuntaş, paraya karşı olduğunu, hedefinin parasız bir yaşam olduğunu ve bunu mümkün olduğunu söyledi. Heykel Tarlası’nda şehirlerin albenili yaşamına yer verilmezken, adeta bir yalınlık, mütevazılık hakim. Heykel Tarlası’nda toplumun sefalet içerisinde yaşadığından kaynaklı ekonomik açıdan lüks keyfiyetçi bir yaşamın asla olamayacağını vurgulayan Altuntaş, “İlk geldiğim yıllarda ziyaretçilerim tabak getirdiler şok oldum. Onları alıp çöpe attım, çünkü benim tabağa ihtiyacım yok olmadan da yaşayabilirim. Ekonomik acıdan benim lüks bir şeyim olamaz. Örneğin 2 çaydanlığım olamaz. Çay kaşığım olmasa da olur. Bir dal parçasıyla çayımı karıştırabiliyorum. O beni mutlu ediyor” diye konuştu.

‘EN İYİ ÖĞRETMENİM DOĞA OLDU’

Rüyasında gördüğü değişik yüzleri ve hayvani ruhları heykellerine işlediğinin altını çizen Altuntaş, şöyle devam etti: “7 yaşımda sefaleti anlatan rüyamı gördüğümden sonra toplum içerisinde artık nefes almadım. Köyümüzün dışında dedemden kalma bir damda 7 yaşında yalnız yaşamaya başladım. O günden beri hep doğadayım ve kendi iç dünyamı dinleyerek yaşamayı tercih ettim. İlkokulda okurken beni okutan öğretmenin, öğretmen olmadığına inandım. Keşke o zaman imkanı olsaydı ben 7 yaşında öğretmenime bir şey aktara bilseydim. Ben hep kendi kendimi yetiştirmeye başladım. Şuan hiçbir sanat eğitimi almadan her türlü heykeli yapabiliyorum. Kendi eğitimime kendim devam ediyorum. Okullar çok yetersiz. Doğadan her şeyi öğrenebilirsiniz. Benim en iyi öğretmenim doğa oldu.”

‘ÇOCUK DOĞURMUŞ GİBİ MUTLU OLUYORUM’

Bir ağaçta, taşa baktığında onların ruhunu gördüğünü, o ruha göre ağacı, taşı şekillendirdiğini aktaran Altuntaş, “Oraya saklanmış ve gizlenmiş ruhun sadece kabasını alıyorum. O kendiliğinden ortaya çıkıyor. Üretirken mutlu oluyorum. Her gün en az bir heykel yapıyorum ve heykel yaptığımda yeni bir çocuk doğurmuş gibi mutlu oluyorum. Ben kendi çocuklarımı bu Heykel Tarlasından doğurdum ve onların içinde mutluyum. Burada biz bir kabile olduk” dedi. Yaptığı heykelleri satma taraftarı olmadığını dile getiren Altuntaş, bazen sadece yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla heykel sattığını söyledi. Her heykelin ayrı ayrı bir hikâyesi olduğunu ifade eden Altuntaş, bisiklet üzerine yaptığı insan ve hayvan figürlerinin ise sistemden kaçıp kurtulmak isteyen insanları anlatmaya çalıştığına dikkat çekti.

‘SANATTAN KORKUYORLAR’

Türkiye’de şuan var olan zihniyetin sanattan korktuğunu, diğer taraftan da bir katliam yaptığını dile getiren Altuntaş, şunları söyledi: “Piyano çalan insanlar tutuklanıyor. Cinsel tacizciler, gaspçılar özgür ve serbest kalıyor. Bu toplumda bunu sineye çekiyor. Ben bugün heykellerimi yüksek bir meblağ satsam AKP benim sanatımı da çok severdi. Çünkü benden yüksek bir vergi alırdı. Ama ben iyi bir vergi veremiyorsam AKP karanlık bakar. Çünkü cebine girecek bir şey yok.” İnsanların egosuyla yaşamasından kaynaklı sanata önem vermediklerini vurgulayan Altuntaş, sözlerini şöyle bitirdi: “Egolarını şişirtmek için beton binalar yaptılar. Bu betonların hiçbir faydasını göremeyecekler çünkü kendilerine birer mezar yaptılar. İnsanların insanlara anlatacağı hiçbir gerçek hikayesi artık kalmadı. Bundan dolayı sisteme tepkiliyim. İnsan kendini bu sistem yaşamından doğaya geri dönüş ile kurtarabilir. Bende öyle yaptım şuan doğaya baktığımda huzur buluyorum.”

Gökhan Öner – dihaber

EN SON EKLENENLER