La Stampa, Ahmet Altan’ı ve son romanını yazdı: Türkiye bir cennet ama siyaset onu cehenneme çeviriyor

Ahmet Altan’ın ‘’Son Oyun’’ romanı, 26 Ocak’ta Edizioni E/O yayınevi tarafından İtalya’da ‘’Scrittore e assassino’’ (Yazar ve Katil) adıyla yayımlandı. ‘’La Stampa’’ gazetesi, 28 Ocak sayısında Marta Ottaviani’nin kaleme aldığı kitap eleştirisiyle birlikte, 23 Eylül’den beri Silivri 9. No’lu Cezaevi’nde tutuklu bulunan Ahmet Altan’la avukatları aracılığıyla yapılmış bir söyleşiye de yer verdi.

 

Çevirileri daha önce Britanya, Avustralya, Kanada, Yunanistan ve Bulgaristan’da yayımlanan ‘’Son Oyun’’ romanı önümüzdeki aylarda Norveç, Macaristan ve ABD’de de okura ulaşacak.

 

‘’La Stampa’’nın haftalık kitap eki ‘’Tutto Libri’’nin kapağında yer verdiği eleştiri yazısı şöyle:

 

Marta Ottaviani – La Stampa

 

Üzerinde ‘’Satılık Deniz’’ yazan bir tabela ve bir kadın yüzünden mahvolan bir hayat. Birkaç ay içinde hayatının alt-üst olduğunu, bir insanı öldürecek noktaya geldiğini gören bir yazarın yaşadığı yıkım. İlk başta Türkiye’ye bile benzemeyen bir Türkiye, ama bütün kudretiyle ortaya çıktığında, birbirini izleyen tecrübelerin içinden siyasi anlam da kazanan bir hikâye. Ahmet Altan’ın ‘’Yazar ve Katil’’ romanının taşıyıcı unsurları bunlar.

 

Türkiye’nin en saygın gazetecilerinden biri olan ve ülkenin cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 15 Temmuz başarısız darbe girişiminden sonra başlattığı temizlik harekâtının bir kurbanı olarak dört aydır cezaevinde bulunan Altan, bu noir’da küçük bir kasabanın yaşadığı dönüşümü ustalıkla anlatıyor. Romanda cennet cehenneme dönüşüyor ve yazarın tercihinin bir sonucu olarak, olayların geçtiği yer gibi başkarakter de isimsiz. Romandaki yazarın başlangıçta bu kasabaya yerleşmeyi seçmesinin sebebi burasının ona huzurlu bir vaha gibi görünmesi. Kısa bir süre sonra kendisini kurtulmasının mümkün olamayacağı bir çete savaşının ortasında bulacağını bilmesine imkân yok.

 

 

Romanın hâkim teması bir kadına, daha ilk andan itibaren başka bir adama âşık olduğunu söyleyen ama başkarakteri de giderek kendisine daha fazla bağlayan gizemli Zuhal’e duyulan aşk. Sağlıksız bir ilişki bu, internet bu ilişkide önemli bir rol oynuyor. Zuhal’le mesajlaştıkları yere ‘’evimiz’’ diyor yazar. Gerçek ve sanal arasındaki bu ilişki romanı başından sonuna kadar tanımlıyor bir bakıma; gündüzleri belli bir rolü oynayan bu taşra kasabası, gerçek hayatta gizlemek zorunda kaldığı arzularını ve sapkınlıklarını doludizgin yaşadığı bir başka kimliğe bürünüyor geceleri. Bu da yazarın kasabanın nerede bitip nerede başladığını başka türlü yorumlayabilmesine imkân tanıyor.

 

Roman ilerledikçe karakterler ve onların içinde bulunduğu hizipler giderek daha belirgin bir freske dönüşürken, Altan’ın maharetli ellerinde okuyucunun sempatisi kâh başkaraktere yöneliyor kâh onun en azından teorik olarak en büyük düşmanı olması gereken kişilere.

 

Olay örgüsünde arkadaşlık ve güven önemli yer tutuyor. Hemen dikkat çeken karakterlerden biri kasabanın belediye başkanı ve siyasi iktidarın vücut bulduğu isim olan Mustafa. Bir kilisenin altında saklı olduğu söylenen efsanevî bir hazineyi (aslında böyle bir hazine yok) elde etmek isteyen çetelerin birbirine savaş açmasını engellemesi gereken kişi de o. Ama Mustafa, aynı zamanda, yazarın aşktaki rakibi ve zaman zaman bunu istemese bile yazarın arkadaşı ve sırdaşı olarak buluyor kendini. Gerçek bir Janus o; Zuhal onu kötü ve şiddete meyyal bir adam olarak tarif ediyor ama en azından başlangıçta okuru etkileyen bir yönü de var Mustafa’nın, akıllı, sadık ve ölçülü görünüyor.

 

Zaten ‘’Yazar ve Katil’’in en önemli özelliği, tıpkı günümüz Türkiye’sinin siyasi dinamiklerinde görmeye alıştığımız gibi, dengelerin sürekli değişmesi, karakterlerin ağır ilerleyen bir çöküş yaşaması ve ancak romanın sonuna doğru bu karakterleri bütün karmaşıklıklarıyla görebilmemiz ve bu sayede de, olay örgüsü ilerlerken okurun dikkatinin hep çok canlı kalabilmesi.

 

Başkarakter alaycı ve mesafeli bir anlatıcı, ne kasabanın sokaklarında okura kılavuzluk edenlerin herhangi birine ne de bu sokakların denetimini elinde tutam gruplara güvenmeniz mümkün değil. Romanda, Mustafa ve onun nüfuzlu ailesine ek olarak, sonunda birbirlerini yok edecek, belediye başkanının kasabadan kaçmasına yol açacak ve artık tamamen yitirilmiş olan bu yeri (ki burada da, Türkiye’yi bekleyen kaderin romanda neredeyse kâhince sezilmesi söz konusu) anarşiye boğacak olan Raci Bey ve Zakkum da var.

 

Kadınlar bu romanda önemli rol oynuyor. Sadece yazarın takıntısına dönüşen ve başına açılan dertlerin sebebi olan Zuhal değil, özellikle başlangıçta başkarakterin bu cennette yönünü bulmasını sağlayan kasabanın orospusu Sümbül de var. Görmüş geçirmiş cinsel cazibesiyle Kamile Hanım ise romanın asıl sürprizi.

 

Arkaplanda, içlerinde barındırdığı kuvvetli tezatlarla modern Türkiye’nin renkleri, lezzetleri ve kokuları, orada yaşayanların hesapsız insaniyeti de var ve Altan bütün bunları insanı esir alan bu noir’ın sayfalarında çok iyi anlatıyor.

 

Söyleşinin Türkçesi şöyle: 

 

 

 

Ahmet Altan: Ne olacağını bilmiyorum ama yazmak bana umut veriyor

 

— Sayın Altan, kitabınızda başkarakterin ismi yok. Geldiği kasabanın da ismi yok. Burasının Türkiye olduğunu sadece diğer karakterlerin isimlerinden, yemeklerden, rakıdan ve saire anlıyoruz. Neden böyle olmasını tercih ettiniz?

 

ALTAN: Çünkü bu kitapta rastlanan psikolojik ve siyasi çatışmalar, kıskançlıklar, ihtiraslar dünyanın her tarafında görülebilecek olaylar. Evrensel niteliğe sahip. Bu yüzden isim yok.

 

— Kitapta tuhaf bir Tanrı algısı var. Başkarakter Tanrı’yla çok açık konuşuyor. Müslüman bir ülkede yaşamanıza rağmen bir camiden değil bir kiliseden söz etmeyi seçmeniz de beni çok etkiledi. Bu kararı niye verdiniz? Bu tercihin sembolik bir değeri var mı?

 

ALTAN: Bir yazar Tanrı’yı büyük bir meslektaşı olarak görür. Tanrı’ya inanıp inanmaması bu yaklaşımı değiştirmez. İnsanların sahip olduğu Tanrı kavramı, büyük bir yaratıcının, büyük bir yazarın tanımına uyar. Bu nedenle kitapta bir yazarın  Tanrı ile iki meslektaş olarak konuşması bence eğlenceli ve hattâ olağan bir olaydır.

 

Kasabada eskiden kalma bir cami yok . Tarihî bir kilise var; o yüzden kiliseyi yazdım.

 

— Romanda biri ötekinin düşmanı… Farklı gruplar birbiriyle mücade halinde. Bu durum Türkiye’deki mevcut durumla karşılaştırılabilir mi?

 

ALTAN: Tabii ki karşılaştırılabilir. Türkiye’de yaşanan siyasi gelişmelere çok benzeyen bu olaylar çok daha önce romanımda yer aldı.

 

— Şimdi birçok diğer gazeteci ve entelektüel gibi haksız yere hapistesiniz. Öncelikle nasılsınız? İkincisi, şu anda Türkiye’deki durumu tarif etmeniz gerekse ne söylersiniz?

 

ALTAN: Şu anda 140’dan fazla gazeteci hapiste. Türkiye’de ve Avrupa’da hapiste olan tek romancı benim bildiğim kadarıyla.

 

Türkiye’de bütün muhalif yazarların içeriye atıldığı bir dönem geçiyor. Bunun ne kadar süreceğini şimdilik bilmiyoruz. Ben hapishanede yeni kitap yazmakla uğraşıyorum ve İtalya’dan ‘’Yazar ve Katil’’ ile ilgili iyi haberler bekliyorum.

KAYNAK: T24 / ÇEVİRİ

EN SON EKLENENLER