Ne görüyorsam onu anlatıyorum

Türkiye’nin dünya çapında üne sahip besteci ve piyanisti Fazıl Say, geçtiğimiz günlerde Say Play Say 3 albümünü dinleyiciyle buluşturdu. Albüm, Türkiye’de yaşanan çarpıcı olaylardan yola çıkarak bestelediği, aynı zamanda Anadolu topraklarının hikâyelerinden esinlenerek yarattığı eserlerden oluşuyor. Yurt esintisi taşıyan bu eserler arasında; Gezi Direnişi’ni konu alan “Gezipark II”, 10 Ekim’de meydana gelen Ankara Katliamı’nda hayatını kaybedenlerin ölenlerin anısına yazdığı “In Memoriam”, Kaz Dağları’ndaki doğa katliamını anlatan “Kaz Dağları Baladı” ve “Kaz Dağları Marşı” yer alıyor. GeziPark bestesini yaparken gördüklerini, duyduklarını, hareketlerini, devinimlerini anlattığını söyleyen Say ile albümünü konuştuk.

“Say Plays Say 3” albümünde Türkiye tarihinde iz bırakan toplumsal olaylara dönük hazırladığınız besteler var…

Evet, bu albümde yer alan eserler yakın geçmişimizde yaşadığımız toplumsal olayların izlerini taşıyor. Tüm dünyanın bildiği Gezi Park’ı olayını anlatan Gezipark Sonatı, 2015 yılında Ankara Garı’nda yaşanan terör olaylarında hayatını kaybedenlerin anısına yazdığım In Memoriam ya da Kaz Dağları’nda yaşanan doğa katliamını, bu katliama karşı olan dayanışma duruşunu anlatan Kaz Dağları Baladı ve Kaz Dağları Marşı gibi… Tüm bu eserler bu albümde bir araya geldi. Ayrıca İzmir Süiti ve Karatoprak eserinin yeni versiyonu da var albümde.

DEVİNİMLERİ ANLATIYORUM

Tüm bu olaylar sizi, yaratma sürecinizi nasıl etkiledi?

Bu olaylar yaşanırken insanlar, sanatçılar, herkes derin bir şekilde etkileniyor aslında. Ve sonrasında tüm bu hissiyat istemsiz bir şekilde, farkında bile olmadığımız bir halde sanatımıza ve üzerinde çalıştığımız eserlere yansıyor. Örneğin GeziPark eserinde beste yapmaya başladığımda fark ettim ki aslında duyduklarımı, gördüklerimi, hareketleri, devinimleri anlatıyorum. Bu albüm bu nedenle; biraz kendiliğinden ortaya çıkmış eserlerin toplandığı, gerçekçilikten yola çıkan, ne gördüyse onu müziği ile anlatmaya çalışan bir besteci piyanist portresi CD’dir.

Yedi bölümden oluşan İzmir Süiti eserinizde Brahms, Chopin ve Rachmaninov gibi önemli bestecilerin gözünden, farklı bakış açılarıyla bir İzmir Marşı anlatımı sunuyorsunuz. Bu fikir nasıl doğdu?

Bu eseri bestelerken, bu bestecilerin İzmir Marşı’nı kendi müzik duyarlılıklarında ve kendi müzik stillerinde nasıl yorumlayabileceklerini hayal ettim. İzmir Süiti’nin içine dağılmış bu bölümlerde, Chopin’in süslemeli, biraz da melankolik bir tada sahip piyano çalışı eşliğinde İzmir Marşı’nı hissediyoruz. Rachmaninov’un 20’nci yüzyılın başındaki geç romantizmini, buhranlı piyano çalışını, hatta kimi zaman bu buhranın güçlü duygu yoğunluklarına ve öfkelere döndüğü piyano çalışını izliyoruz. Brahms’ın içine kapalı ve son derece yoğun müziğine atıfta bulunuyoruz. Bu bestecilerin sayısı daha da artabilirdi. Mozart stilinde, ya da Beethoven, Bach stilinde İzmir Marşı… Hepsi yapılabilirdi. Ben üçünü yeterli gördüm. İzmir’i anlatan Urla, Kordon, Körfez ve Zeybek bölümlerinin arasına serpiştirdim. Eseri biraz bu mantıkla dinlemek en doğrusu olacaktır.

Albümde İzmir Süiti’nde daha sakin bir Fazıl Say dinliyorken, GeziPark’ta daha sert ve öfkeli bir müziğin içindeyiz. Bununla ilgili ne söylemek istersiniz?

Aslında müzik neyi anlatmak isterse, onu o şekilde anlatır. İzmir’de; Urla’da bir gün batımı sessizliğini ya da Kordon’un tılsımlı bir anını anlatan sakin melodiler var. Meditasyon müziği bir nevi… GeziPark eserine gelince elbette daha farklı bir hissiyat söz konusu. İlk bölümün adı: “İstanbul sokaklarında direniş geceleri”. Müziğin içinde bir mücadele anlatılıyor. Devinimler, koşuşturmalar, tezahüratlar, sloganlar… Çağdaş bir müzikle, olabilecek en duru haliyle yaşananları anlattım. Görselliğin sese dönüşmesi bu şekilde müzikle de olabiliyor. Eserin üçüncü bölümü olan “Suçsuz çocuk Berkin Elvan”da çocuk ölümü akoru var. Her ölçünün başında sürekli tekrar eden, atonal bir akordur bu. Onun arasına sanki bir çocuk melodisi girer gibidir. Yani müziğin betimlenmesi, müziğin resmedilmesi söz konusu burada. Müziğin sertliği, yumuşaklığı, dinginliği ve hızlılığı ise tabii ki eserde ne anlattığımızla ilgili olarak değişen bir unsurdur.

DOĞAMDA VAR

Fazıl Say albümlerine, projelerine ve konserlerine dinleyicilerin ilgisi her zaman çok yüksek. Bestelerinizin hep güçlü hikâyeleri var.

Benim sanatımda elbette ki Türkiye’yi dünyaya tanıtma ve dünyada olanları da Türkiye’ye tanıtma durumu var. Benim için “kültürlerarası diyalog ve köprü kurucu” lakabı takılmıştı. Bu 25 yıldır böyledir. Bu benim yaptığım ya da üzerinde çalıştığım bir proje değil, benim doğamda olan bir şey. 20’nci yüzyıl Türk edebiyatının büyük şairlerinin eserlerini besteledim. Geçtiğimiz yıl dünyada ve hatta Türkiye’de az tanınan ancak çok önemli eserler vermiş 20’nci yüzyıl Türk bestecilerin eserlerini yeniden kaydettim. Onları 21’nci yüzyıla taşımak, bu eserleri arşivlemek ve insanlara sunmak istedim. Bunların hepsi benim hayatımda, içimde olan ve kendiliğinden oluşan şeyler. Olaylar, kişiler, şehirler… Tüm bunlar benim yaşadığım gerçeklikle iç içe. İstanbul ya da Mezopotamya Senfonisi’ni bestelerken ya da bir Nâzım Oratoryosu’nu bu gerçekliği yaşıyorum. Keza terör olaylarını konu alan bir viyolonsel konçertosunu, Umut Senfonisi’ni bestelerken de… Bu gerçekliği dinleyici ile ortak bir paydada yaşadığımızı düşünüyorum.

Klasik müzikle ilgili birçok ön yargıyı kırmanızdaki başarının, yaptıklarınızın insanlara ulaşması olduğunu söyleyebilir miyiz?

Benim amacım sadece evimde müzik yazıp, herhangi bir şekilde bunu çalmak değil. Ben bir besteciyim. Yaratıcılık sürecidir önemli olan. Bu yaratıcılığı da yoğun bir şekilde dünya ile de paylaştım. Ülkemde de paylaştım. Bunun insanlara ulaştığını düşünüyorum. Görüyorsunuz Türkiye’nin her yerine turneler düzenliyoruz, kendi konserlerimizi kendimiz organize ediyoruz, projelendiriyoruz. Türkiye’de bu noktada ulaştığımız durumu kayda değer buluyorum. Her şehirde çok büyük kitlelere ulaştık kendi imkânlarımızla. Önemli olan elini uzatmaktır ve uzatılan eli tutmaktır. Burada gerçekten geniş gönüllü olmak gerekir. Ulaştığımız kitleyle bunu başardığımızı düşünüyorum.

Cihangir KÖROĞLU

EN SON EKLENENLER