Nesilden nesile kilam deryası

‘Xîret’ eseri; Bizlere insanlık ve demokrasi nutukları çekip, aynı zamanda medeniyetin maneviyatından nasibini almasını beceremeyen, gerek ilkel ve gerekse de modern barbarlıkla doğayı ve hayatı kirletip, tarihi, inançları ve kültürleri harap eden herkese karşı olan, onurlu bir önderliğin ilmi ile, onurlu bir direnişin ve gayretinin izahatıdır

Toplumsal duyarlılığı ve duruşu nedeniyle, yıllardır sürgünde yaşayan, dengbêjlik geleneğini müzikal formlarla buluşturan; nesilden nesile kilam deryasında bazen hiciv yaparak bazen de duygulandıran eserleri bizimle buluşturan Kürt müziğinin önemli isimlerinden Hozan Aydın ile sanatı ve yaşamı hakkında konu­­­­ştuk

Hozan Aydın doğuşunu nasıl tanımlıyor?

Bir gelinlik misali, bembeyaz karlarla örtülü Serhad’ın başı dik dağları; “Sipan, Kurtik, Agirî, Paltokan, Qiruc ve çiyagewrk”ın doruklarında, baharın başlangıcı ile esen “Taşo” rüzgarı, beraberinde “Kilam” deryasının derinliklerinden “Evdalê Zeynikê”nin haykırışını getirip, ”Husê Pulo, Reso, Husêno” ve de Kürt Klasiğinde ekol olan “Şakiro” ile buluşturup harmanlayarak nesilden nesile yayılıp, dedem ve babamın da avazlarıyla bütünleşmişken 1962 de, Erzurum-Tekman’a bağlı 10 hanelik küçücük bir köy olan, “Xindeqa” da doğmuşum. Yaşamı stran olmuş biriyim işte.

Bir sürgün hayatınız var ve hala sürgünde yaşıyorsunuz. Bu hayatınızı nasıl etkilemekte?

Sürgün bir hayat, hiç kimse için tercih edilebilecek bir durum olmaz sanırsam! Sürgün hayatı sadece fiziksel değil, yüreğimden çok şey kopardı. Sevdiklerimin gerek davaları uğruna şehid olmasında ve gerekse de doğal ölümlerinde bile yanlarında olamadım; tabii ki bu çok acı! Bir diğeride, sanat ve yaşam kaynağımdan uzak olmak, çok büyük bir dezavantaj.

Sanat hayatınız nasıl başladı?

Sanat doğuştan gelen bir cevherdir. Doğal olarak bir şekilde başlamış zaten, sadece fark edilmek için dönem ve yer gereklidir. Bu anlamda, benim farklılığım çocukluğuma dayanır, çünkü çocukların alınmadığı ve de konuşamadığı topluluklarda ben, “Kilam” söylerdim. 1987 yılında, Unkapanı’nda Türkçe bir albüm yaptım. Sonra albüm piyasaya çıkmadı tabi. Sonraları bu duruma çok sevindim açıkçası, çünkü kendi ‘stran’larını çok iyi okuyan bir “stranbêj” olarak, kendine ait olan cevheri başkalarına mâl edenlerden olacaktım ki, bu da yanlıştı! 1992 yılının başlarında, Avrupya’ya çıkmak zorunda kaldım. Birçok ülkelerinde sanatsal etkinliklerde bulundum. 1994 yılında, Almanya’da “International Kozert” adında, uluslararası bir kültür dayanışmasını içeren bir albümde, ikisi bana ait ve ikisi geleneksel halk ezgilerinden oluşan, 4 eserle yer aldım. 2000 yılında, “Şevbêrka Dengbêjan 1” adlı bir albümde, iki ‘dengbêjî’ klamla yer aldım.

Kürt dengbêj’lik geleneğini müzikal forma kavuşturan ve dengbêjlerin dışında kilamlarını dinlediğimiz ilk sanatçılardan birisiniz. Siz bu formu nasıl geliştirdiniz?

Dindar bir ailenin çocuğu olarak büyüdüm. Radyonun da büyük bir etkisi olmuş olacak ki iç güdüsel frekanslarla, doğal olarak müzikle tanıştım. Sünni Kürtler içerisinde ilk saz çalan biri olarakta, birçok tepkiye karşı durdum Tekman’da; çünkü saz çalmak haram ve günahtı!

Evin en büyüğü olmamdan kaynaklı şanslıydım, çünkü hem babamın hem de dedemin nazlı ve biraz da şımarık evlatlarıydım. İkisi de çok gezerdi, beni de yanlarında gezdirirlerdi; bu sayede farklı müzik yapanlarla tanıştım, diyafram ve nota eğitimi aldım, makamları, ritmik ölçüleri öğrendim derken, müzik ufkumda giderek gelişti. Bu birikimle dengbêj’likle tanıştım ve ikisi arasında bir sentez oluşturmaya çalıştım. Elimdeki bağlama eşliğinde, kutsal nefesimle ‘dengbêjî’ bir klam seslendirdiğimde, Kürtçe diye bir dil yok, böyle bir kültür yok diyen duygu ve kültür özürlü zavallıların gözlerinin içinde, nakış nakış tarih işliyorum gibi hissediyorum. Doğal olarak da böyle bir form oluştu. Halk sevdi ve sahiplendi. Kürdistanın her tarafında gencecik yürekler ve güzel sesler, bugün ‘dengbêjî’ okuyorsa, onlara önayak olanlardan birisi olarak, müthiş yürekleniyorum.

Kaç albüm çıkardınız? Albümlerinizin kimliklerini ve eserlerinizi kısaca anlatır mısınız?

Birikimden kaynaklı repertuvar sıkıntım olmadı ve yine yok, fakat olanaklar dahilinde ancak 4 tane solo albüm yapabildim. Ayrıca, 4 tane de karışık yapılan albümlerde yer aldım.
2001 ‘Bêje’ albümünde 7 eser bana ait, eserlerimde akrabalarım olan ve şehit düşen özgürlük savaşçıları için yazdığım eserler var. Ayrıca ülkemi tarif ettiğim ve tabi Kürt halk önderine ithafen yazdığım eser var. Onun dışında Serhad yöresine ait eserler de yer aldı bu albümde.

2006 Bavê Min “Stran Jiyane I” bu albüm köyümüz Xindeqa’da, arazimizde gerilla sığınağı ortaya çıktığından dolayı, devlet köyü yakmak için geliyor ve öyle bir münakaşa sonucunda, kalp krizi geçirerek hayatını kaybeden babama ithafen yapıldı. Adı da burdan geliyor. Yine özlemleri dile getirdiğim bir albüm. 6 eser bana ait, diğer eserler anonim geleneksel Kürt halk ezgileri.

2008 Vejîn “Stran Jiyane II” (Dünyanın 7 harikası anlamını yüklediğim, Kürt halk klasiklerinden oluşan 7 ‘dengbêjî’ eserleri, enstrümanlar eşliğinde yaptığım bir arşiv çalışması olarak çıktı. Filîtê Quto’dan Genç Xelîl’e öyküleri anlatıyor. Ve tabi son albüm “BIBORÎNE”

’Esmer’, ‘Dilber’, ‘Çi deme’ gibi tarzdaki eserlerinizi, hangi tarz olarak yorumluyorsunuz?

Ben öyle kendimi daraltıp kalıpların içine sığdırmayla uğraşmıyorum, fakat çok belirgin bir tarzım da var aslında. Kendi anadilimde, yani Kürtçe klam ve stran söylüyorum ve bir de kendime özgün bestelerimle, hayatımı stran’laştırıyorum; bundan dolayıdır ki çalışmalarım, ‘’Stran Jiyane’’, Stran Yaşamdır, patentimle devam ediyor. Ben her zaman söylerim: Sanatın sunumu, bir sofradır. Herkese bir şekilde bir pay düşer. Kim nasıl tad alır bilinmez.

“Vejin” albümü önemli bir çalışma. Bu albümdeki hikayeleri sinemasal anlatımla müzikle buluşturdunuz; çok başarılı olmuş. Bu tür başka hikayeleri sizlerden dinleyecek miyiz?

Birikim olarak albüm için, hiçbir zaman repertuvar sıkıntım olmadı. En son yaptığım albüm Türkiye ve Kürdistan’da yok! Kürdistan’ın ve Avrupa’nın, hemen hemen her yerinden bana mesajlar geliyor, ‘albümü nasıl bulabiliriz’ diye! Almanya’da, bir kaç yer dışında, albümün dağıtımı yapılmadı. Ben Filîtê Quto’yu belgesel bir görsellikle anlatmayı çok istedim mesela, ama yapamadım. Kurumsal destekler de olamıyor maalesef. Belki de dünyada klibi olmayan tek sanatçı ünvanına da sahibim, bu da ayrı bir sorun! Tüm bunların sebepleri var tabi. Sahiplenenleri ayrı tutup belirteyimki, orjinal albüm satın alınmıyor. Bu şu anlamada geliyor: Demek ki emeklere ve sanatçılara sahip çıkılmıyor ve de desteklenmiyor.

Hozan Aydın neye ya da kimlere “BIBORÎNE” diye seslendi? BIBORÎNE albümünüzdeki tema ne ?

Herkesin hayatında mutlaka bir özür dileme ya da bekleme olasılığı vardır diye düşünüyorum, ki bende böyle bir eserimle özür diledim. ‘Biborîne’ albümündeki tema çok kapsamlıdır. Masumiyet, hayal, çocuk, kadın, kirli sistemlere karşı başkaldırı var. Kürdistan, savaş, direniş, ölüm, aşk ve halay var.

Tüm eserler bana ait. Biborîne (Bir özür dilemeydi), Xwezî (Gurbetten yare olan özlem ve keşkeler var), Kurdistana Min (Sevgi ile ülkemi tarif ettim), Warê Min (Kürt birliğini anlatmaya çalıştım), Çav Kespere (Halay başını çeken güzel bir Kürt kızını tarif ediyor), Jin (Benim, kadına olan bakış açımın değerlendirmesi ), Evrihîm û Kenan (1989’da, Fransa’da trafik kazasında hayatlarını kaybeden iki kuzenin trajik öyküsü), Xewna Şevêbû (Babamı gördüğüm rüyamı anlatıyor), Xîret ( Tarihi, inançları ve kültürleri harap eden herkese karşı olan, onurlu bir önderliğin ilmi ile onurlu bir direnişin ve gayretin izahatını içeriyor), Lorî ( Solin Bebek’ten yola çıkarak, ‘“Helebçe”, “Roboski’’ ve Kürdistan’ın birçok yerinde, savaşa kurban edilen çocukların anısına yaptım), Pê Nikarim (Gönül ile başa çıkamadığımın izahı), Mudur Begê Hewlêre (2008’de iki defa Kürdistan’ın güneyi, Hewlêr’e girişim engellendi. Burası sana yasak denilerek geri çevirildim! Mizahsal bir eleştiri ile bir durum değerlendirmesini yaptım ). Azadî Ka Were (Özgürlüğü çağırdım), Jiyane (Kürt özgürlük hareketinin az da olsa kronolojisini anlattım). Benim yaptığım her eser, gerçek yaşanmışlık ve gerçek hikayelerdir.

Kendi topraklarınıza giriş yapmanız engellendi (Başûr), hala bu durum aynı mı?

2008’de iki defa Kürdistan’ın güneyi Hewlêr’e konser için giderken, nedeni halen de açıklanmayan sebeplerden dolayı hakaretvari bir üslupla ‘Burası sana yasak’ denilerek, geri çevirildim ve tehdit edildim. Ben de bu eserle mizahsal bir eleştiri ile bir durum değerlendirmesini yapmaya çalıştım. Her ne kadar alttan farklı ikili sohbetlerde, ‘Haberimiz olmadı; her zaman bekleriz, bizim sanatçımızsın’ deniliyorsa da halen ciddi anlamda sahiplenilmedi maalesef.

Rojava devrimini de anlatmışsınız bir eserinizde?

Evet, tabiki. Birkaç kaçkınlık dışında, gerek askeri gerek siyasi gerek örgütsel ve gerekse halk olarak o müthiş ve de görkemli direniş sahiplenildi. Şengal ve Rojava’daki barbarlığa karşı durup püskürten Kürt birliğini dünya aleme gösterdi. Ben de gördüm ve anlatmaya çalıştım. Böyle bir ruha her zaman ihtiyacımız var toplum olarak.

Genç nesiller tarafından da sık sık okunuyor sizin okuduğunuz eserler, neler öneriyorsunuz bu kesime?

Bende bunun farkındayım. ‘Dengbêjî’ olsun, geleneksel herhangi bir halk ezgisi olsun, ya da herhangi birinin bestesi olsun; gençler ve hatta çocuklar benden dinlediklerinde, çok daha farklı etkileniyorlar ve çoğu zaman hepsinin bana ait olduğunu zannediyorlar. Tabii bu benim için çok yüce bir duygu. Şöyle bir sırrı paylaşabilirim: Okuduğum eserin, gerek sözsel ve gerek makamsal olarak, kesinlikle hem yüreğime dokunması ve okşaması gerekiyor hemde sesime, ses genişliğime yakışması gerekiyorki hissederek, yaşayarak, açık bir hitabetle anlaşılır bir dilde okuyayım. Açık söyleyeyim, çok güzel sesler ve iyi yetenekler var. Öneri olarak da sadece güzel sesli olmak, güzel şarkı okumak yetmiyor; kendi dilini çok iyi bileceksin, sahiplenecek ve koruyacaksın, dengbêjlik geleneğinin taşıyıcısı olacaksın. Ulusal ve kültürel mücadelenin uzaktan seyircisi değil içinde olacaksın. Aksi takdirde, tüm bu saydıklarımdan kopuk bir şekilde, dışarda kalırsın ki, hiç kimse böyle bir vaziyette kendi toplumunun sanatçısı olamaz.!

Son olarak Kürt müziğinin durumu ve bu dönemini değerlendirir misiniz ?

Kürdistan uluslararası bir sömürge. Kürtler toplum olarak bu güne kadar kendi kültürlerini bilinçli bir şekilde, tam anlamıyla rahat ve özgür bir biçimde yaşayamadılar Halen de tam olarak, bu bir Kürt müziğidir diyebileceğimiz dengbêjlerimiz ve geleneksel halay şarkılarımızdır.
Mücadelenin gelişmesiyle, temalar da değişti; aşk kavramı ülke oldu. Bu sefer daha çok protest başkaldırı, direniş, savaş ve tabi ki kahramanlık destanları önplana çıktı. Sanatta, ciddi derecede denge bozukluğu yaşayan çok kişi de oldu. Halay ritminde ölümler sunuldu. 2000’lerden sonra da, bu sefer daha fazla tekniksel avrupai stiller edinenler oldu doğal olarak. İlginç olan da her iki kültürü de iyi bilmeyen, arada bocalananlar daha çok denediler ve çok sırıttı. Sanal ortamlarda kendini gösterme olanağı çok kolay, popülerlik ciddi anlamda yarış halinde. Sanatçı ve Hozan kimliğine bürünerek, Kürtçe şarkı söyleyip, Türkçe konuşan ve yazanların sayısı, gittikçe artmakta. Yani Kürtçe müzik sektör haline getirildi, bu da Kürt toplumunda böyle bir kültürle de doğru dürüst pekişmedi. İçinde bulunduğumuz son hali ise, sanki dünya hep güllük gülistanlık ve ritmin duygusu ‘Düm teke’, ‘Düm’ ,‘teke’ hopla zıpla olmuş. Sanat ve sanatçı ilişkisi böyle kurulamaz. Sanatçı bir toplumun kültür önderidir, topluma yön veren etkendir. Sanatçı gittiği her yere toplumu beraberinde götürür. Bilinçli ve kararlı ulusal mücadelenin etkilerini asla ve asla unutmamakla birlikte ve tabi dile getirdiğim hassasiyetler doğrultusunda, her ne kadar yetememezlikler, olanaksızlıklar olsa da, Kürt sanaçıları içerisinde dünyadaki global kirlilik ve her türden olumsuzluklara karşı göğüs gererek, ısrarcı pratikleri ile duruş sergileyenlerin sayısı, hiç de küçümsenemeyecek çoğunluktadır! Bu noktada kararlı, doğru ve temiz yüreklerinden öpüyorum.

Son olarak söylemek istediğiniz bir şey varsa, onları da alalım?

Sizler, Özgürlükçü Demokrasi Gazetesi çalışanları olarak, global medyanın sahteliğinden, kirinden ve pasından sıyrılma çabalarınızla, doğruların arkasında kararlı duruş sergileyerek, çok değerli ve anlamı işler yapıyorsunuz, ki hepinizi yürekten kutluyorum, sizlere ve okurlarınıza selamlar.
‘Mîrê Mîran’ bütün duyguların birleşimidir
v ‘Mirê miran’ eseri gibi yer edinen eserleriniz var ve oldukça anlamlı ve duygulu eserler halk arasında da çok seviliyor. Sizce sevginin kaynağı ne?

Evimizde televizyon izlerken, MedTV’den öğrendim ilk haberi gördüklerim; yaşadıklarım, hissettiklerim, ne zaman ki kendi aralarında kıpırdaşırlar, harekete geçerler, kabarırlar, işte o an bir duygu seli olup, nağmelerime ve dizelerime dökülürler. Ondandırki, “Stran Jiyane”, stran yaşamdır. O gece, hafızamda bir film izliyorum gibi bir ruh haline girdim. Katiller, gaspçılar, talancılar, insan kanı üzerinde saltanat kuranlar, kandan beslenen rançılar vs. Bir araya gelmişler, kirli bir bileşimle paslı bir halat olup, bir ananın ak sütü gibi tertemiz ulusal kurtuluş davasına önderlik eden bir liderin şahsında, koca bir toplumun iradesini boğmaya çalıştılar. ‘Mîrê Mîran’, Önder Apo’ya ithafen, bu duygularımın eseridir.

EN SON EKLENENLER