Şair Rêdûr Dîjle: Xanî’nin şahsında bir dil ayaklar altına alınıyor

Anadilinde şiir yazma serüvenini ve ikinci kitabı Kêsek’i anlatan Rêdûr Dîjle, Kürtçeye yönelik saldırıların devam ettiğini, tabela, gazeteler ve son olarak da heykellere yönelik saldırıların olduğunu belirtti. Dîjle, Ehmedê Xanî’nin anıtının yıkılmasının altında da Xanî’nin şahsında bir dilin, bir halkın ayaklar altına alınmak istendiğini söyledi.

dihaber’in Kürtçe editörü Rêdûr Dîjle’nin, Lis Yayınları tarafından basılan “Kêsek” isimli şiir kitabı şiir severlerle buluştu. 2012 yılında basılan Eşêfa Temenekî (Bir Ömrün Ayıklanması) isimli ilk kitabından 5 yıl sonra okuyucuyla bir kez daha buluşan Dîjle ile hem şiir kitabını hem de yasaklı bir dilin edebiyatını konuştuk. Kürt edebiyatının en önemli isimlerinden biri olan Ehmedî Xanî’nin anıtının yıkılmasını da değerlendiren Dîjle, “Anıtın yıkılmasının altında Xanî şahsında Kürt toplumunu sindirme, edebiyatını ve dilini küçük düşürme, onursuzlaştırma vardır. Xanî’nin şahsında bir dil, bir halk ayaklar altına alınmak istenmiştir” dedi.

* 5 yıl sonra ikinci şiir kitabın olan Kêsek yayımlandı. Şiire başlama sürecinden söz eder misin?

Şiire başlamam birçok Kürt’te olduğu gibi Türkçe ile oldu. Tabi o dönem yazdıklarıma ne kadar şiir denilir tartışılır, ama ilkokul 3’üncü sınıftayken yazmaya başlamıştım. Yaşım küçük olsa da futbolun etkisindeydim o dönem. Beşiktaş’ın taraftarıydım ve onun için şiirler yazıyordum. Birkaç yıl geçtikten sonra toplumsal şiirler yazmaya başladım. Aklıma ilk gelen; Türkçe “Barış” isimli bir şiir yazmıştım. Ve ortaokul son sınıfta iken Kürtçe yazılabileceğini fark ettim. Sıra arkadaşım (bizden birkaç yaş büyüktü) bir kitap okuyordu ve içinde Kürtçe bir cümle vardı ve kitapta Kürtçeyi görmek çok ilginç gelmişti. Kürtçe yazım ile ilişkim böyle başladı diyebilirim. İlk dönemlerde Kürtçe alfabenin nasıl olduğu, kaç harfli olduğunu dahi bilmiyordum ve Türkçe alfabeyi esas alarak yazmaya başladım. Başa dönecek olursam aslında şiir ile ilişkim rahmetli büyük ağabeyim, büyük Kürt şairi Cegerxwîn’den çok söz ederdi. Onun “Ki ne em” (Biz Kimiz) şiirini bize okurdu ve şiirdeki vurgu, ahenk ve müzikalite büyük bir etki yaratıyordu. Tabi o dönem köyde medreseye de gidiyordum ve mevlit gibi dini edebi türlerin müzikalitesine aşinaydık. Yani diyebilirim ki şiirle etkileşimim böyle başladı.

* Anadilinde şiir yazmak neler hissettirdi? Ve tabi ki Kürtçe alfabeyi nasıl öğrendin?

Biz okulda Türkçeyi öğrendik ama günlük yaşamımızın dili Kürtçe idi. Yani yaşamımızın bir parçası olduğu için Kürtçeye daha hakim idik. Çevremde neredeyse yaşamın her alanında Kürtçe vardı. Türkçe yazdığım şiirler doyurmuyordu. Sonradan fark ettim ki söylemek istediklerimi bu dil ile söyleyemiyorum. Kürtçe dilinde daha serbestim, anlatımda, sözcüklere, cümle yapısına, cümle kurmaya daha hakimim.

O dönem niçin anadilde eğitim almadığımız gibi soruları idrak edemiyordum; ama yasaklı olmasından kaynaklı olsa gerek kendi dilimizdeki ürünler daha fazla ilgimizi çekiyordu. Kürtçe şarkılar, videolu kasetler birçok kez ev baskınlarında işkence, tutuklama, sürgün etme gerekçesi olabiliyordu. Bu yüzden de Kürtçe yazdıklarımız bize daha cazip geliyordu. Hep saklanacak bir şey, itaatin buyruklarına göre hareket etmeme vs. gizem barındırıyordu içinde. Haklı bir muhalefeti barındırıyordu. Burası yurdumuz, toprağımız, bu bizim dilimiz ve dilimizin de bir edebiyatı var fikri, bu dile daha fazla sahip çıkmamı ve yönelmemi sağladı.

Yeni başladığım dönemde alfabeyi öğrenmek için Kürtçe okuyabileceğim ve öğrenebileceğim herhangi bir materyalim yoktu. 2003 yılında, lisede iken okul çıkışında arkadaşlarla kafeye oyun oynamaya giderken, yolda o dönem Azadiya Welat gazetesinin dağıttığı Kürtçe cep sözlüğü “Ferhengok”u gördüm (tabi bununla birlikte öğrendim ki Azadiya Welat adında bir Kürtçe gazetemiz de var.) Not defteridir diye aldım. Kapağında “Te got çi?” (Ne dedin?) yazıyordu. Sözlükteki “pêşek” (giriş) kelimesi çok acayip gelmişti ve özellikle “Pêşek”ten sonraki “Destpêka Destpêkê” (Girişin Girişi) isimli diyalog bölümü “Ferhengok”u onlarca defa hatim etmeme vesile oldu. Ve o yıl okulda birkaç arkadaş aramızda okul yönetiminden gizli “kurdî” grup gibi bir şey oluşturduk ve zar zor biriktirdiğimiz harçlıklarla bir kaç tane “Ferhengok” aldık. Okulda dahi Kürtçe dışında bir dil konuşmama kararı aldık. Tabi kısa bir süre sonra okul yönetimi durumu öğrenince, “arama” adı altında bulunduğumuz sınıfa baskın düzenledi ve “Ferhengok”larımızdan olduk.

Ama edebi anlamda ilk materyalim 2005 yılında, Diyarbakır’ın Bismil ilçesinde kapatılan Neolitik Kültür Merkezi’nden “çaldığım” “Kulîlka Ciwan” dergisinin 2’nci sayısıydı. Tabi mevzu “Kürtçe” olunca, hep yasak, korku, işkence vs. akla gelirdi ve bundan dolayı ben de birçok Kürt gibi bu konuda aile baskısıyla karşılaştım. Yani “Kulîlka Ciwan”ı ders kitaplarının arasında (ailemin göremeyeceği bir şekilde) ders çalışıyormuşum gibi okurdum. Hatta birçok kez, çeşmeyi açık tutup tuvalette okuduğum olmuştur. O dönem şehre gelip kitapçılardan kitap almak gibi bir şey pek fazla aklımıza gelmiyordu. Daha doğrusu imkânımız yoktu ve bu kadar kitabın varlığından da haberdar değildik. Sonrasında zamanla Kürtçe kitapları okumaya başladım.

* Türkiye’de Kürtler için anadilde eğitim hakkı yok ve bir nevi Kürtçe yasaklı bir dil statüsünde. Hala Kürtçe eserler çok kolay basılıp, dağıtımı yapılamıyor. Tüm bunlar ışığında baktığımızda Kürt edebiyatının- şiirinin gelişim düzeyini nasıl değerlendiriyorsun?

Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana Kürtçe hep baskı ve yasaklarla karşılaşmıştır. Bu yasaklamalar ve imkânsızlıklara rağmen Kürt edebiyatı bir şekilde kendini var etmiş ve eserler vermeye çalışmıştır. Statüsüzlük, anadilde eğitimin olmayışı, kimliksel olarak tanınmamaya rağmen Cegerxwînlerden Celadetlere, Qedricanlardan Erebê Şemolara, Fêrikê Ûsivlerden Sîma Semendlere kadar onlarca önemli şahsiyetler ortaya çıkarmıştır ve günümüzde bu şahsiyetlerin mirasını devralan onlarca yetenekli şair, yazar ve Kürt edebiyatının yüzünü güldüren eserler var. Var olan ve verilen eserlere baktığımızda diğer halkların edebiyatlarının aşağısında değiliz. Ama Kürt edebiyatının dezavantajlarından bir tanesi de ona yön verecek ve rahatlatacak iyi bir okuyucu kitlesinin olmayışıdır. Parçalı, statüsüzlük bu dilin kendine “alıcı” bulması ve “piyasa” yaratmasının önünde engel teşkil ediyor.

Şuan bile bu dil yasaklı bir dil. OHAL ve KHK’lerle birlikte işten, okuldan atılacağım korkusu ile evde kütüphanesinde Kürtçe kitaplar bırakmayan birçok memur, öğretmen ve öğrenci var. Tabela, Kürtçe gazete, televizyon ve radyolara hazmedilemiyor. Hatta son aşamada heykellere, anıtlara bile tahammül edilmiyor. Tüm bu şartlar ışığında baktığımızda, yine de Kürt edebiyatı kendi halinde varlığını sürdürmek ve kendine alan açmak için bir şekilde direniyor.

* Tam da bu noktada Kürt halkı için büyük öneme sahip ve aynı zamanda Kürt edebiyatının önemli bir ismi olan Ehmedê Xanî’nin anıtının yıkılması ne anlama geliyor?

Vandallıktır. Ehmedê Xanî’nin nasıl bir şahsiyet olduğunu en az bizim kadar iyi biliyorlar. Xanî, dönemin şairlerinin aksine sarayın, iktidarın yalakalığını yapmamış, uyutulan bir topluma kimlik ve statü reçetesini sunmayı kendine dert edinmiş. Kürt halkı için sadece edebi bir kişi olarak değil, fikri, inanç olarak da vazgeçilmez ve kutsal bir şahsiyettir. Anıtın yıkılmasının altında da Xanî şahsında Kürt toplumunu sindirme, edebiyatını ve dilini küçük düşürme, onursuzlaştırma vardır. Xanî’nin şahsında bir dil, bir halk ayaklar altına alınmak istenmiştir.

* Bir taraftan anadilde eğitim olmayışı bir taraftan senin de söylediğin gibi dilin edebiyatının bir “alıcısının” az oluşundan kaynaklı birçok Kürt, Türkçe yazıyor/yazmak zorunda kalıyor. Sence Kürtlerin ürettikleri Türkçe eserler de Kürt edebiyatının bir parçası olarak değerlendirilebilir mi?

Bu tartışılan bir konu; kimi değerlendirilebilir der, kimi de aksini söyler. Ama kimsenin edebiyatına dokunmadan ve kendimden başka kimseyi ilzam etmeden olaya şu şekilde bakıyorum; dil edebiyatın kimliği ve ulusunu belirleyendir. Kürdün başka bir dille yazdığı eserinde Kürdün yaşamını, kimliğini, sorunlarını, kültürünü, mücadelesini anlatabilir ama dile edebiyatın kimliği ve ulusudur penceresinden bakıldığında bir parçası olarak değerlendirmiyorum. Yaşar Kemal ve Ahmed Arif en iyi örneklerdir. Şiir ve roman türlerinde Türk edebiyatını şaha kaldırdılar. Türk edebiyatı, okuyucusu ve toplumu iftiharla konuşup, övünebilir Kemal ve Arif ile. Ama Kürtler değil, çünkü şaha kaldırılan Kürt edebiyatı ve dili değil.

* Kitaba dönecek olursak, Kêsek’in tanımı ne?

Kêsek, Türkçe topak anlamında. Birbirine yapışmış ve yumak gibi bir şekle bürünmüş toprak. Özellikle çift sürmede karşılaşılan bir durum.

* Neden kitap ismi olarak böyle bir metaforu tercih ettin?

Kêsek’i Kürdistan’a benzetiyorum. Birbirinden parçalanmış, özünden uzaklaştırılıp devşirilmek istenen bir yurt ve halk. Ve yaşamın dört elementinden biri olarak “toprak”ı ele aldığımızda, aslında bu Kürdistan’da diğer üç elementin de bir toplamıdır. Çünkü “Kêsek”ler ufalanmadan, bu diyarda yaşam hep susuz, ateşsiz ve havasız kalacak. Ve Kêsek’li vatanın şiiri topakların ufalmasını terennüm etmeli, bunu cebri ve zorunlu bir sorumluluk bilmeli ve bir gün direnişin ve mücadelenin yağmurunun yağacağı ve topakların bir bir ufalanıp asıl özüne kavuşacağı ve oluğunu bulacağı umudunu vermeli bu topraklara.

* Kêsek’te yer alan şiirlerine ilişkin bir tanımlama yaparsan ne dersin?

Hezimete uğratılmak istenen bütün değerleri ve gerçeğin özünün devşirilmek istenmesine karşı bir tepki, bir ses, çağrı diye tanımlayabilirim Kêsek’i.

* Şiirlerinde Kürtlerin mitolojik kahramanlarından olan Demirci Kawa’dan, 7 Haziran seçimlerine giderken bir mitinge yönelik saldırıda bacaklarını kaybeden Lisa Çalan’a, topraklarındaki savaştan kaçmak isterken bedeni bir kıyıya vuran Alan Kurdi’ye kadar farklı karakterlere yer veriyorsun. Farklı hikâyeye sahip kişilerin bir kitapta bir araya gelmesi ne anlama geliyor?

Demirci Kawa’dan, Alan Kurdî’ye… hepsi bu toprakların direnişinin öznesidirler. Kawa’ya baktığımızda Kürtlerin direniş tarihinin ne kadar eski olduğunu, bu halkın direniş tarihinin diğer halkların tarihinden geri olmadığını belki de daha eskilere dayandığını görüyoruz. Eğer ben Kêsek’i yazacaksam, bundan söz etmem gerekiyor. Tekrar tekrar Kawa geleneğinden geldiğimizi hatırlatmak gerekiyor. Kawa’dan gelen bir halk, baskıyı, sömürüyü, ezilmeyi reddeder. Lisa da, Alan Kurdî de devşirilmeye, sindirilmeye başkaldıran Kawa’nın genlerinden. Ve Kawa’nın yurdunda şiir Alan Kurdi’lerin beşiği, Lisa’nın ayakları da olmalı.

* Şiirinde dünyaya dair örnekler de var. Yunan mitolojisinde önemli bir yeri olan Akhileusa, Pablo Picasso gibi direnişleri ve vahşeti resmeden bir ressamı şiirlerinde Kürt karakterlerle buluşturma nedenin nedir?

Kawa, Prometheus gibi isimlere baktığımızda amaç ve şiarları aynı. Biri Zeuslara, diğeri Dehaklara başkaldırandır. Zeus ve Dehak’ın de amaçları aynı. Biri egemenliğin ve zulmün kimliği ile diğeri de direniş kimliği ile. Madem amaç ve şiar aynı o vakit şiire düşen direnişteki birliğe vurgu yapmak.

Pablo ile de toplumun sanat ve aydın kesimine düşen sorumluluk ve yükümlülüklere dikkat çekmek istedim. Mahabad Cumhuriyeti dahil 28 defa Guernicalar yaşadı bu topraklar, ama bu Guernicalara sırt çıkacak ve yahut onları anlatacak sanat ve aydın etkisinin olmayışı ve pasifliğine işaret etmek istedim Kêsek ile.

Dicle Müftüoğlu – dihaber

EN SON EKLENENLER