Salih Zeki Aktay’ın Hallac-ı Mansur’una Dair

Alevi toplumu ve tiyatro ilişkisine dair çalışmalarım sırasında erken Cumhuriyet döneminde yazılmış bir oyuna denk geldim. Salih Zeki Aktay’ın yazdığı ve 1944’te basılan Hallac-ı Mansur: Facia isimli bu oyunu, Cumhuriyet değerlerinin Alevi tarihinin önemli bir ismi aracılığıyla anlatısı olarak okumak mümkün.

Hallac-ı Mansur’un açıklamaları ve görüşleri Bağdat’ın eğitimli sınıfları arasında bile endişe yaratmış. Ortodoks/katı din anlayışının eleştirel düşünceyi imkansız hale getirdiği bir ortamda Mansur’un ünlü “En al-Hakk” (Ben Tanrıyım/Tanrı benim) sözü yanlış anlaşılmış. Hallac-ı Mansur, Allah’a şirk koşmakla suçlanmış ve bu nedenle işkence edilerek öldürülmüş. Oysa o, “Ben Tanrıyım” derken “Tanrı her şeyin yaratıcısıdır, Tanrı her şeydir ve her yerdedir, o zaman ben de Tanrıyım,” demek istemiştir. Panteizmin sınırları içerisinde değerlendirilebilecek felsefesini insanlara anlatamamış, dogmatizmin hakim olduğu bağnazlık ortamında söylemek istediğinin tam tersi anlaşılmış ve öldürülmesine karar verilmiştir.

Salih Zeki Aktay’ın oyununun da aslında bu bağnazlık fikri etrafında geliştiğini söylemek mümkün. Hallac-ı Mansur: Facia, İran’ın Şiraz kasabasında başlar. Mansur, dilinden düşmeyen aşk lafı yüzünden evli bir kadınla ilişkiye girmekle suçlanır ve şehri terk etmek zorunda kalır. Bağdat’a gider ve burada da her fırsatta Allah’a olan aşkını dile getirmeye devam eder. Ancak bu aşkı ifade etmek için kullandığı kelimeler ve dil o kadar farklıdır ki çoğu zaman insanlar onun ne dediğini anlamaz. İşin aslı onu anlamaya bile çalışmazlar. Oyun boyunca tüm diyalog çabalarına rağmen Hallac-ı Mansur’un aslında ne dediğini kimse dinlemez; etrafındakiler onun anlatmaya çalıştığı şeyi kendi önyargılarına göre yorumlar ve onu Allah’a şirk koşmakla suçlar. İnsanların başka fikirlere ve fikirlerin farklı biçimlerde ifade edilişine karşı katı tutumu Hallac-ı Mansur’un başını belaya sokar ve bildiğimiz son gerçekleşir.

Oyunun yazarı Salih Zeki Aktay 1896 yılında Isparta Şakirağaç’ta doğmuş. Lise yıllarında ilgi duyduğu Yunan mitolojisini daha iyi araştırmak için Fransızca öğrenmiş, Ovidius’un Metamorfozlar’ını Türkçeye Değişişler adıyla ilk kez o çevirmiş. Cumhuriyetin kuruluşundan sonra İstanbul’da çeşitli liselerde öğretmenlik yapmış ve çeşitli dergilerde yayınlanan çeviriler, eleştiriler ve şiirler yazmış. Salih Zeki Aktay’ın medeni bir ülkeye kavuşmak için Batı’ya ait olduğu varsayılan değerlerin benimsenmesini savunan bir yazar olduğu biliniyor. Batı medeniyetine verdiği önem ve Yunan mitolojisine olan sevgisi düşünüldüğünde bu oyunu yazma amacının, eleştirel düşüncenin olmadığı yerde ne tür felaketlerle karşılaşılabileceğini göstermek olduğu söylenebilir. Sonuç olarak, aydınlanmanın önündeki en büyük engelin bağnazlık olduğunu düşünen Aktay’ın bu oyunu, cumhuriyetin değerlerinin ne kadar hayati ve önemli olduğunu vurgulamak için yazdığı gibi bir çıkarım yapmak çok da hatalı olmaz diye düşünüyorum. Bu anlamıyla oyunun günümüzdeki tartışmalarla bir diyalog halinde olduğu da söylenebilir. Ancak ne yazık ki, yazar hakkındaki sınırlı bilgimiz nedeniyle, oyunun yazılış amacına dair daha fazla çıkarım yapmamız mümkün görünmüyor.

NOT: Bu yazı, Avrupa Birliği’nin araştırma ve yenilik programı Horizon 2020 kapsamında Avrupa Araştırma Konseyi (ERC) tarafından fonlanan bir projenin (ERC-2019-STG, STAGING-ABJECTION, Hibe Sözleşme No: 852216) parçasıdır.

Rüya KALINTAŞ / 21/10/2022

Alevinet12 / İzmir 

 

 

EN SON EKLENENLER