Sanatla Direniş*

John Berger – Derleme

John Berger’in denemelerinden oluşan “Sanatla Direniş” adlı kitap Metis’ten çıktı. Kitapta yer alan ‘Frida Kahlo’ başlıklı denemeyi yayımlıyoruz:

Fil ile Kelebek derlerdi onlara-gerçi babası kızına Güvercin derdi. Kırk küsur yıl önce öldüğünde ardında yüz elli tane küçük yağlıboya tablo bıraktı, bunların üçte biri otoportre sınıfına girer. Adam Diego Rivera’ydı, kadın Frida Kahlo.

Frida Kahlo! Bütün efsane isimler gibi uydurulmuşa benziyor ama öyle değildi. Yaşarken efsane olmuştu, hem Meksika’da hem de -küçük bir sanatçı muhiti içinde- Paris’te. Günümüzde bir dünya efsanesi. Hikâyesi tekrar tekrar anlatıldı -kendisi, Diego, sonra da başka başka insanlar tarafından. Küçükken çocuk felci kurbanı olmuştu, sonra bir otobüs kazasında feci şekilde sakat kaldı, resimle ve komünizmle onu Diego tanıştırdı, tutkuları, evlilikleri, boşanmaları, yeniden evlenmeleri, Troçki’yle yaşadığı aşk, gringolara duyduğu nefret, bacağının kesilmesi, muhtemelen acıdan kaçmak için intihar edişi, güzelliği, duyumsallığı, mizahı, yalnızlığı.

Paul Leduc Roseinvveig’in yönettiği harika bir Meksika filmi var onu anlatan. Le Clezio’nun yazdığı güzel bir roman var, Diego ve Frida. Carlos Fuentes’in yazdığı, onun Mahrem Günlüğü’nü de içeren muhteşem bir deneme var. Meksika popüler sanatı, gerçeküstücülük, komünizm, feminizm içinde eserlerinin konumunu inceleyen çok sayıda sanat tarihi metni var. Ama ben bir şeyi daha yeni gördüm – reprodüksiyonlara değil de ancak resimlerin asıllarına bakınca görülebilen bir şey. Belki de çok basit, çok aşikâr olduğu için insanlar hiç üzerinde durmamış. En azından bundan bahsedene rastlamadım. Bu yüzden de kendim yazıyorum.

Tablolarının birkaçı tuvale yapılmış ama büyük çoğunluğu metal ya da onun kadar pürüzsüz olan Masonite üzerine yapılmış. Tuvalin dokusu ne kadar ince olursa olsun, ona direniyor ve görüşünü bozuyor, fırça darbelerini ve konturlarını çok ressamsı, çok plastik, çok sıradan, çok epik, (her ne kadar epey farklı olsa da) Fil’in çalışmalarına çok benzer kılıyordu. Görüşünün bozulmaması için ten kadar pürüzsüz bir yüzeye resim yapması gerekiyordu.

Ağrıları ya da hastalığı yüzünden yatakta kalması gerektiği günlerde bile her sabah giyinmek ve kendine çekidüzen vermek için saatler harcardı. Her sabah cennete gidecek gibi giyiniyorum, derdi! Doğal olarak birbirine kavuşan kaşlarıyla yüzünü aynada hayal etmek kolay; göz kalemiyle kaşlarını daha da fazla vurgular, tarif edilemez gözleri üzerinde siyah bir paranteze dönüştürürdü. (O gözleri insan ancak kendi gözlerini kapattığında hatırlayabilir!)

Benzer şekilde, yağlıboya resim yaparken, sanki kendi teni üzerine desen çiziyor, renk sürüyor ya da kelimeler yazıyordu. Bunu gerçekten yapabilse, elin yaptığı şeyi yüzey de hissedeceği için – her ikisinin de sinirleri aynı beyin korteksine bağlandığı için-duyarlılık iki katına çıkardı. Frida, kendi alnı üzerine Diego’nun küçük bir portresini, onun alnına da bir göz resmederek kendi otoportresini yaptığında, belli ki -başka şeylerin yanı sıra- bu hayalini itiraf ediyordu. Kirpik gibi ince fırçaları ve titiz fırça darbeleriyle, yaptığı her imge, tam manasıyla ressam Frida Kahlo olduğu andan itibaren, kendi teninin hassasiyetine öykünüyordu. Arzusunun keskinleştirdiği, acısının daha da bilediği bir hassasiyet.

Duygularını ve ontolojik özlemini ifade etmek için, kalp, rahim, süt bezleri, omurga gibi beden parçalanın resmini yaparken kullandığı bedensel simgesellik fark edilmiş ve üzerine defalarca yorum yapılmıştır. Bunu daha önce kimsenin yapmadığı şekilde, ancak bir kadının yapabileceği gibi yapardı. (Gerçi Diego da kendi tarzında bazen benzer bir simgesellik kullanmıştır.) Yine de burada mutlaka eklemek gereken bir şey var: Onun kendine has yağlıboya yöntemi olmasa, bu simgeler gerçeküstü tuhaflıklardan ibaret kalırdı. Kendine has yağlıboya yöntemi de dokunma duyusuyla ilgili bir şeydi, elin ve ten olarak yüzeyin çifte dokunuşuyla.

*Kaynak: Gazete Karınca

EN SON EKLENENLER