Sibel Oral: Yazarlık tavır gerektirir

– Roboskî için yazdığın ‘Toprağın Öptüğü Çocuklar’ önemliydi. Orada yaşananlara duyarlı bir gazetecisin. Roboskî tek başına çok önemli ve özel bir acıydı. Sonra art arda gelen bir dizi katliamın ortasında kaldık. Burada bir çıkış yolu var mı sence?

Roboskî Katliamı olduğunda ben gazeteciliğimin yanı sıra ‘Zayi’yi yazan kendimi de sorguladım aslında. Zayi olan bir kuşağın mensubuyum. İşte 90’larda ülkenin güneydoğusundaki herkesin terörist olduğu öğretilen bir kuşağın mensubu. Elbette Roboskî’den önce de biliyordum olan biteni ama orada çocuklarını kaybeden ailelerle yaşamak önemliydi benim için. Ve evet, sonra bir dizi katliam. Tahir Elçi’den Ankara’ya, Suruç’a… Çıkış yolu var mı? Benim bilgisayarımın masaüstünde “Öldürülen Çocuklar” adlı bir word belgesi var. Sayfalarca. Ne yapacağım ben o dosyayı, nasıl bir bilinçle isimleri kaydetmeye başladım? Bilmiyorum. Yineleyeceğim ama ‘Zayi’de çıkmaz sokak metaforu ülkeyi temsil ediyordu; çıkılmıyordu.

‘Türkiyeli yazar’ olmak

– Bu ülkede yaşayan yazarlar için acılar ve sorunlarla dolu bir dünya var önümüzde. Ama yeterince yazılmadığı ya da yazılamadığı da söyleniyor. Sen edebiyat dünyamızı yakından izliyorsun, bu konuda neler düşünüyorsun?

Yazılmıyor ve bu beni korkunç derecede rahatsız ediyor, öfkem artıyor. Ama bir yandan da yazılacak, yazılır diye beklemek istiyorum. Zamanla, su akıp yolunu bulacak diye bekliyorum. Yazacağından emin olduklarım da yok değil. Beni rahatsız eden tüm bu olanları Gezi Direnişi ve sonrasında bugün çok eleştirilen dergilerle birlikte, sosyal medyanın da etkisiyle ortaya çıkan dil ve duruş. “Bla… bla… nokta” ya da “Bla… bla… net!” Ne diyorsunuz? Türkçe, edebiyat, dil, cümle yapısı… n’apıyorsunuz? Miting ve yürüyüşlerde poz vermekten, dergi ve köşelerde afili cümlelerin sonuna “net” ya da “nokta” koymaktan başka bir şey yapacak yazarlarımız vardır umarım. Ya da memleket ceset kokuyorken kitabının üçüncü baskısını cümle âleme duyuran ve tüm okurlarına teşekkür eden sevgili yazarlarımız. Yazarlık, tavır da gerektirir çünkü.

– Bana öyle geliyor ki, yaşananların romanların ve öykülerin kurmaca dünyası içinde konu edilememesinin nedeni, yazacak olanların onları iyi tanımaması ve ne yazılacağının üstüne yeterince düşünmemesi. İyi tanımayınca, nasıl yazılacağının içinden de çıkılamıyor belki…

10 Ekim Ankara Katliamı sonrasında biz Bağımsız Gazetecilik Platformu olarak gazeteci ve edebiyatçılara çağrı yaptık; gelin bu 101 kişiyi sayı olmaktan çıkaralım, hepsinin bir hayatı ve geride bıraktıkları var, sahip çıkalım dedik, ismini de ‘Barış Portreleri’ koyduk. Türkiye’nin dört bir yanında hayatını kaybedenlerin ailelerine taziyeye gittik, onların hayat hikâyelerini dinledik. Şimdi onlar peyderpey yazılıyor. Edebiyat dünyasından katılanlar oldu, katılmak istemeyenler oldu, görmezden gelenler oldu. Bu normal. Ama hadi Ankara’yı görmedin, Suruç’u da görmedin, Cizre’yi de, Taybet Ana’yı da, Kör Recep’i de, linç edilenleri de… Ne görüyorsun peki? Bizim göremediğimiz neyi görüyorsun da bu kadar huzurlusun? Kızacaklar olacaktır belki ama olan biteni görmeyen, dolayısıyla tanımayan çok edebiyatçı var. Çok ciddi bir şey olmuştu yine ülkede ve ben o gece Twitter’da kitabının bilmem neceye çevrilişini kutlayan fotoğrafı paylaşan yazarı gördüm. Bu kabul edilemez, ben etmem. Çünkü o yazar Türkiyeli yazar diye bilmem nerde okumaya gidiyor. Madem edebiyatı çok ciddiye alıyorsunuz ve “edebiyatçı”sınız, o zaman bir durup düşünün.

EN SON EKLENENLER