Ayhan Bilgen: Barışı mı istemeli demokrasiyi mi?

Tutuklu bulunduğu cezaevinde bir yazı kaleme alan HDP Milletvekili Ayhan Bilgen, “Devlet ile toplum arasındaki ilişkinin henüz asgari kuralları bile hayata geçirilmeden, ‘ideal barış’ beklentisi ne kadar anlamlı ve mümkündür?” diye sordu.

Halkların Demokratik Partisi (HDP) Merkez Yürütme Kurulu üyesi, Kars Milletvekili Ayhan Bilgen, tutuklu bulunduğu Silivri Kapalı Cezaevi’nden “Barışı mı istemeli demokrasiyi mi?” başlığıyla bir yazı kaleme aldı. Bilgen, “barış”ın kriminalize edilmiş bir kavram haline geldiğine dikkat çekerek, muhalefete öneride bulundu. Bilgen, “Muhalefetin öncelikli ihtiyacı iktidarla diplomasi yapmak mı, yoksa toplumla birlikte siyaset yapmak mı? İkinciyi iyi yaparsanız, birincinin kapısı zaten açılır” dedi.

Bilgen’in kaleme aldığı yazı şöyle:

“Bu sorunun ne kadar zorlu ve provoke edici olduğu açık. Sorunun zorluğu içinden geçilen zamanın zorluğu ile ilgilidir. İçinden geçtiğimiz zamanın gerçekliklerinden kopuk hiçbir isteğin reel siyasette karşılığı olmaz.

Öncelikle ifade etmeliyiz ki, bir kavrama söyleyenin ne anlam yüklediğinden daha önemlisi, sözün muhataplarının ne anladığıdır. Ne yazık ki, “barış” kriminalize edilmiş bir kavram haline gelmiştir. Elbette bundan dolayı “barış” istemekten vazgeçemeyiz ve savaş, çatışma, ölüm istemekten söz edemeyiz.

Barışı dar anlamda çatışmasızlık, yani silahların susması olarak okuyan bir büyük çoğunluk ile karşı karşıyayız. Kalıcı, kabul edilebilir, sürdürülebilir, nihai barış ise elbette özgürlükleri, demokrasiyi, adaleti, eşitliği kapsamakta ve ekonomiden hukuka uzanan boyutları bulunmaktadır. Ahlaki politik tutum, sonuçlardan önce sebeplere odaklı bir tavır geliştirmeyi zorunlu kılar. “Adalet olmadan barış olmaz” sözü bu açıdan önemlidir ve halka karşı dürüst olmanın gereği olarak da dillendirilmelidir.

Barışı kim ister, demokrasi kimden istenir?

Ahlaki değerlerin erozyona uğradığı ve güç merkezli okumanın yaygın olduğu toplumlarda genel kabul, “barışı zayıf olanın istediği” yönündedir. Bu algı psikolojik harbin eseridir. Kabullenmemeli, ama görmezlikten de gelinmemelidir.

Barışı, çatışan tarafların dışındakilerin istemesi başkadır. O halde, Türkiye için sorulması gereken soru, böyle bir iradenin varlığı ile ilgili olmalıdır. HDP bu denklemin neresindedir? Neresinde olmak istediği ayrı, neresinde algılandığı ayrı sorulardır.

Demokrasi ise devlet ile toplum ilişkisi üzerinden sorgulanır. Tıpkı barış gibi içini nasıl dolduracağınıza göre liberal ya da sosyal içerik kazanır. Ama muhatabı bellidir. Devletin negatif ya da pozitif sorumlulukları vardır. Bunları nasıl, ne kadar yerine getirdiği ile ilgilidir demokrasinin niteliği.

Devlet ile toplum arasındaki ilişkinin henüz asgari kuralları bile hayata geçirilmeden, “ideal barış” beklentisi ne kadar anlamlı ve mümkündür? Asgari barış koşullarının yokluğunda demokrasinin de savunulamayacağı iddiası, egemenlerin savaşı ve hukuksuzluğu meşrulaştırmak için muhaliflere de yutturduğu bir oyundur.

Günün sonunda, muhaliflerin önceliği ile ilgili bir tartışmadır yapılması gereken. Gerilim ve çatışma siyasetinde iktidarı durdurmak için ne demek, ne yapmak gerekir? Yüzlerce akademisyenin cezalandırılmasına neden olan ‘Barış Bildirisi’ tam da bu nedenle büyük bir kaygı uyandırmış ve belki imzalayanların da beklediğinin ötesinde yankı bulmuştur.

Savaşın tarafı olarak mahkum etmek ve barışa dair sözün etkisini kriminalize ederek tüketmek. “Neden örgüte bir şey söylemediler?” diyerek, söylediklerinden değil, söylemediklerinden dolayı cezalandırılmayı hak ettiklerini itiraf etmek. İşte demokratik siyaseti savunmanın zorluğu da tam burada kilitlenmektedir.

Muhalefetin öncelikli ihtiyacı iktidarla diplomasi yapmak mı, yoksa toplumla birlikte siyaset yapmak mı? İkinciyi iyi yaparsanız, birincinin kapısı zaten açılır.”

EN SON EKLENENLER