BAŞKA ÇIKIŞ YOK

Dolmabahçe’de binbir güçlük ve fedakarlıkla kurulan çözüm masasının devrilmesinden bu yana Türkiye’nin başı beladan kurtulmadı. Siyasi çıkarlar uğruna süreci berhava eden hükümet, bütün uyarılara rağmen Türkiye’yi darbe, savaş ve kaos sarmalına sürükledi Ersin Çaksu – Günay Aksoy Cumhuriyet’in ilanından sonra 1924 Anayasası’yla Kürtleri ve diğer farklılıkları inkar/imha etmeye başlayan devlet, PKK Lideri Abdullah Öcalan’ın başlattığı demokratik çözüm süreciyle bu kez siyasi çözüm, diyalog ve müzakere yolunu kabul etmişti. Tarihte ilk kez Kürtler, Aleviler, kadınlar, emekçiler ve sistemin dışladığı tüm kesimler ile Türkiye devleti bir mutabakat üzerinde uzlaşmışlardı. Dolmabahçe düzeni İki yıl boyunca İmralı-Ankara-Kandil hattında yapılan görüşmeler sonrası ortaya çıkan 10 madde, 28 Şubat tarihinde Dolmabahçe’de İmralı heyeti ile hükümet-devlet heyetinin ortak açıklamasıyla kamuoyuna açıklandı. Metnin açıklanma tarihi, metnin içeriği, oturma düzeni ve kimin metni okuyacağı üzerine zaman zaman çıkan tartışmalar ise çoğu zaman Öcalan, bazen de Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın müdahalesi ile giderildi. Üç taraf da oradaydı Diyalogtan müzakereye geçişi ifade eden mutabakat metninin açıklanmasında hükümet adına Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala ve AKP Grup Başkanvekili Mahir Ünal; devleti temsilen Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammet Dervişoğlu ve HDP’yi temsilen ise İmralı heyeti üyeleri ve aynı zamanda HDP Grup Başkanvekilleri Pervin Buldan, İdris Baluken ile İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder katıldı. Geçmiş yöntemin reddiyesi Ortak açıklamada söz alan İmralı heyeti sözcüsü Sırrı Süreyya Önder, “Bugüne kadarki egemen devlet zihniyeti, bu meseleyi salt iktidarlaşma aracı olarak düşünmüş ve kör şiddetin kurbanı haline getirmekten çekinmemiştir” diyerek devletin geçmiş yönteminin yanlışlığına işaret ediyor ve şunları kayda geçiyordu: “Tarihin bizlere yüklediği büyük sorumluluk, çözümün de çözümsüzlüğün de salt bizim toplumlarımızla ilgili olmayıp, tüm bölgeyi hatta dünyayı etkileyen muhtevası olmasıdır.” 10 maddelik çözüm planı Önder, Öcalan’ın “demokratik bir çözüme ulaşmanın temel hedefleri” olduğunu aktardıktan sonra “PKK’nin bahar aylarında olağanüstü kongreyi toplamaya davet edildiğini” söyledi. Öcalan’ın mesajının devamında şunlar belirtiliyor ve 10 madde sıralanıyordu: “Bu davet, silahlı mücadelenin yerini demokratik siyasetin almasına yönelik tarihi bir niyet beyanıdır. Hem gerçek bir demokrasinin, hem de büyük barışımızın temel omurgasını teşkil edecek olan olgusal başlıklarımız şunlardır: 1- Demokratik siyaset tanımı ve içeriği 2- Demokratik çözümün ulusal ve yerel boyutlarının tanımlanması 3- Özgür vatandaşlığın, yasal ve demokratik güvenceleri 4- Demokratik siyasetin devlet ve toplumla ilişkisi ve bunun kurumsallaşmasına dönük başlıklar 5- Çözüm sürecinin sosyo-ekonomik boyutları 6- Çözüm sürecinde demokrasi güvenlik ilişkisinin kamu düzenini ve özgürlükleri koruyacak şekilde ele alınması 7- Kadın, kültür ve ekolojik sorunların yasal çözümleri ve güvenceleri 8- Kimlik kavramı, tanımı ve tanınmasına dönük çoğulcu demokratik anlayışın geliştirilmesi 9- Demokratik cumhuriyet, ortak vatan ve milletin demokratik ölçütlerle tanımlanması, çoğulcu demokratik sistem içerisinde yasal ve anayasal güvencelere kavuşturulması 10- Bütün bu demokratik hamle ve dönüşümleri içselleştirmeyi hedefleyen yeni bir anayasa.” Önce kabul edildi Mutabakatın açıklanmasından sonra Akdoğan “Aslında gök kubbe altında konuşulmadık bir şey kalmadı. (…) Yeni anayasayı birçok köklü ve kronik sorunun çözümünde önemli bir fırsat olarak görüyoruz” derken, dönemin başbakanı Ahmet Davutoğlu, “Milletinde fertlerinin ezeli ve ebedi kardeşliği için ilan ettiğimiz çözüm süreci bugün yeni bir aşamaya gelmiş bulunmaktadır” dedi. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ise aynı gün yapacağı Suudi Arabistan ziyareti öncesi havalimanında düzenlediği basın toplantısında “Milli birlik ve kardeşlik projesi ile başlayan şimdi de çözüm süreci ile devam eden ve bunu artık noktalayalım diye hasretle beklediğimiz bir çağrıdır” dedi. Seçim endeksli yaklaşım Ancak Erdoğan’ın mutabakata seçim endeksli ve konjonktürel olarak yaklaştığı da hemen ardından sarf ettiği şu sözlerde saklıydı: “Tabii çağrılar güzeldir ama asıl olan uygulamadır. Acaba bu uygulama şu seçim öncesinde veya seçimlerde araziye ne kadar yansıyacaktır. Bundan önce Mart seçiminde maalesef yansımadı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yansımadı. Biliyorsunuz aynı şekilde devam etti.” Erdoğan’dan inkar Aynı Erdoğan, 7 Haziran seçimleri için yaptırdığı anketlerin önüne gelmesiyle söylediklerini bir bir geri almaya başladı. 15 Mart günü Balıkesir’de konuşan Erdoğan, “Şimdi varsa yoksa bakıyorsun Kürt sorunu. Kardeşim ne Kürt sorunu ya. Artık böyle bir şey yok. Neyin eksik senin?” diye konuştu. 20 Mart günü de İzleme Heyeti tartışmalarıyla ilgili konuşan Erdoğan, “Ben gazetelerden okuyorum. Böyle bir şeyden doğrusu benim haberim yok. Şunu da çok açık, net söyleyeyim bu olaya da ben olumlu bakmıyorum” diye konuşmaya başladı. Masa devrildi 22 Mart günü de Ukrayna dönüşü uçakta beraberindeki gazetecilere açıklamalarda bulunan Erdoğan, şu sözlerle Dolmabahçe Mutabakatı’nı inkar etmeye çalıştı: “Bir metin okunmadı, iki metin okundu. Onların okuduğu metin ile Yalçın Bey’in okuduğu metin birbirinden tamamen ayrı. Ben oradaki toplantıyı da doğru bulmuyorum. Başbakan Yardımcısı’yla, şu an parlamento içinde olan bir grubun yan yana o resmi vermesini şahsen doğru bulmuyorum.” 28 Nisan günü Kuveyt dönüşü yine uçakta konuşan Erdoğan, “Kürt sorunu var’ demek artık ayrımcılıktır. Bu ülkede devlet vardır. Karşı karşıya oturulan bir masa yok. Olması devletin çöküşü demektir” diye konuşarak, masayı devirdi. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın Erdoğan’ın inkarına karşı cılız kalan bazı çıkışları olsa da Erdoğan, daha sonra görüşmede bulunan kendi cenahındaki isimleri bir bir tasfiye etti. Savaşın startı verildi Masa devrildikten sonra 7 Haziran seçimlerinde HDP, “lanetliler” olarak ilan edilen Kürtler, Aleviler, kadınlar, Araplar, Ermeniler, Türkmenler, Asûri-Süryaniler, emekçiler ve toplumun tüm dışlanmışlarının temsiliyetini yüzde 13’ün üzerinde oy alarak 80 milletvekili ile Meclis’e taşıdı. Ancak Rojava Devrimi’ni “dış tehdit”, HDP’yi de “iç tehdit” olarak gören devlet aklı, egemen oldu ve 20 Temmuz’da Kobanê’ye gitmek için yola çıkan gençler Suruç’ta katledildi, iki gün sonra Ceylanpınar’da iki polis “şaibeli bir şekilde” öldürülerek, 24 Temmuz’da savaşın startı verildi. Eskiden köyleri yakıp yıkan devlet, bu sefer yönünü Kürt şehirlerine çevirerek, yerle bir etmeye başladı. Bununla birlikte savaş derinleşerek tırmandı. ‘Ya savaş ya müzakere’ Öcalan, 26 Nisan 2014 tarihli görüşmesinde çözümün gelişmemesi durumunda savaşın derinleşeceğini dile getiriyor ve bunun önüne geçmek gerektiğini vurguluyordu. Kürtlerin tasfiyesinin “geleneksel Kürt işbirlikçilerini modernize etme, paralel devletin direkt kendisiyle ittifakını arama, hegemonik meşruiyet arama” temelinde geliştirilmek istendiğine işaret eden Öcalan, “Kürt-Türk ilişkilerinde süreç tam bir yol ağzındadır. Ya sert bir kırılma ve savaş ya da gerçek bir siyasi çözüm için müzakere” diyordu. Öcalan’ın söyledikleri… Peki devrilen masa ile ne kazanıldı, ne kaybedildi? Masanın devrilmesiyle savaşın startı verilirken; Öcalan’ın daha önce sıklıkla dile getirdiği darbe mekaniği devreye girdi, Türkiye iç ve dış politikada büyük bir kaosun içine sürüklendi. Ve son olarak da bunlarla toplum tehdit edilerek, Öcalan’ın dikkat çektiği diğer bir husus olan AKP hegemonyası, anayasa değişikliğiyle kurumsallaştırmaya çalışılıyor. ‘AKP hegemonyasını kabul etmeyeceğim’ Tüm yapılanlar AKP’nin toplum üzerinde mutlak bir denetim sağlama ve herkese biat ettirme yönünde seyredildiği Öcalan tarafından başından beri görülüyordu. Bunu AKP’ye destek ya da tam bir AKP reddiyesine dönüştürmek yerine AKP’nin demokratik zemine çekmek için de çaba harcayan Öcalan, birçok görüşmesinde Erdoğan ve AKP’ye “Sizi kurtaracak tek şey demokratik ilkeyi işletmektir” uyarısı yaptı. 15 Nisan 2014 tarihli görüşmede “AKP iktidarı devleti kendi içinde ve vatandaşla vuruşturarak kendi elitini egemen kılıyor” diyen Öcalan, 27 Şubat 2015 tarihli görüşmede de şunları dile getirdi: “Apo, AKP ile ittifak yapıyor’ diyorlar. Bizi bir ihanet hareketi olarak nitelendiriyorlar. Ben AKP ile demokratik ittifakın sınırlarını çiziyorum.” AKP’nin hegemonya kurmak istediğini söyleyen Öcalan, bunu kabul etmeyeceğini dile getirdi. Neden 28 Şubat? 10 maddelik mutabakat metninin 28 Şubat 1997 post-modern darbenin yıldönümüne denk getirilmesini Öcalan, mutabakatın açıklanmasından birgün önce yapılan görüşmede (27 Şubat 2015) şöyle izah ediyordu: “Yarın yapmalısınız. Yarın 28 Şubat, bir darbenin yıldönümüne denk geliyor. Bizim gibi darbe karşıtı olanlar için önemlidir.” Rojava karşıtlığından vazgeçilmedi AKP yönetiminin Rojava karşıtı söylemleri ve pratiklerinin AKP’ye bir şey kazandırmayacağını belirten Öcalan, düşmanlık yerine dostluk ve demokratik zemine oturmuş Kürt-Türk ilişkilerinin hem Kürtler hem de Türkiye için Ortadoğu’nun kapılarını açağını birçok kez ifade etti. Bu uyarılar, özellikle AKP’de Dışişleri Bakanlığı ve Başbakanlık yapan Ahmet Davutoğlu’na çok sık yapıldı. 9 Kasım 2013 tarihli görüşmede bu konu şu sözlerle tutanaklara geçiyordu: “Anti-Kürt ittifakı sürdürülürse savaş kaçınılmaz olur. Ben onlara da Suriye’de beraber ittifak yapalım dedim. Davutoğlu iki yıl kaybettirdi. O çizgiyi Davutoğlu ihlal etti.” 7 Şubat 2014 tarihli görüşmde de AKP’nin “PYD, Esad’la işbirliği yapıyor” söylemine, “Rojava’da sonuç almak istiyorlarsa benimle görüşecekler. Esad ile asıl işbirliği yapanlar onlardı. Önce Esad süper kardeşti. Öpüşmeler, sarılmalar. Eşler düzeyinde ziyaretler falan. Sonra Esad düşman oldu. Küstahlıktır bu” sözleriyle yanıt veriliyordu. Yapılan tüm uyarılara rağmen AKP Rojava karşıtlığından vazgeçmedi. ‘Eskiden general, şimdi ise imam…’ Çözüm sürecinin başından beri uzlaşmaz bir karşıtlıkla çözümü sabote etme girişimlerinin birçoğunun altında Fethullah Gülen Cemaati olduğu halde AKP hükümeti bilinçli olarak bunlara göz yumdu. Hatta bazı noktalarda teşvik etti. Paris Katliamı, Gever’de (Yüksekova) mezarlıkların yıkılması ve 3 sivilin katledilmesi, Nihat Kazanhan’ın katledilmesi gibi birçok girişim oldu. Öcalan’ın hemen hemen her görüşmede dile getirdiği ‘paralel yapı’ uyarısı ise AKP tarafından kulak ardı edildi. Öcalan bir görüşmesinde Gladyo yapılanmasına işaret ederek, “Eskiden general yetiştiriyorlardı, şimdi ise imam” diyerek, iktidarın demokrasiyi yerleştirmemesi durumunda Adnan Menderes’le aynı akıbeti yaşayacağına işaret ediyordu. Öcalan hemen hemen tüm görüşmelerinde “paralel yapı” uyarısı yaparak, darbe için zemin yokladığını dile getirdi. ‘Darbeyi bu masa önledi’ Görüşmelerde sık sık klasik darbe odaklarından söz eden Öcalan, AKP ile birlikte iyice güçlenen Cemaat konusunda sık sık uyardı. Öcalan, AKP’nin Cemaat ile olan organik bağına ilişkin 8 Mart 2014’teki görüşmesinde “Bütün çabalarıma rağmen sayın Tayyip’i Cemaat’ten uzaklaşatıramadık. Darbe dinamiği var, önlemini al, burada büyük bir oyun var dedim. Tarih beni doğruladı. Darbeyi bu masa önledi” dedikten sonra Cemaat’in isteklerini de şu sözlerle anlatıyordu: “Bunlar en son MİT Müsteşarlığını ve Kürdistan bürolarını istiyorlardı, devleti tamamen ele geçirmek istiyorlardı. Yargıyı, polisi, spor klüplerini ele geçirmişlerdi. (…) Bunlar amacına ulaşsaydı Hoca da Humeyni gibi Ankara’ya inseydi, İran’daki gibi bütün muhalefeti bitiren koyu bir faşizm gelecekti.” Nitekim 15 Temmuz darbesi olanları tüm dünya gördü. Yarın: İmralı Heyeti Sözcüsü Sırrı Sürreya Önder’in anlatımıyla; * Diyalogtan müzakere aşamasına geçiş * Hasımlık mı, hısımlık mı? * Darbe mekaniği, paralel yapı ve DAİŞ uyarısı * Metne son noktayı Öcalan koydu. * Davutoğlu’nun ‘güvenlikçi’ ısrarı Dosya Tarihsel bir dönüm noktası: Dolmabahçe Mutabakatı (2) Dolmabahçe’ye giden süreç

EN SON EKLENENLER