Hamzaoğlu: Neo-liberal politikalar yeni salgınları tetikleyecek

Çin’in Wuhan kentinde ilk olarak 2019 yılı Aralık ayında ortaya çıkan koronavirüs Covid-19 tüm dünyaya hızla yayılıyor. Covid-19’a karşı henüz ilaç ya da aşı geliştirilebilmiş değil. Bir çok laboratuvarda testler yapıldığı yönünde açıklamalar var.

Hastalık hızla yayılsa da Dünya Sağlık Örgütü, bir salgının uluslararası alanda geniş bir coğrafyaya yayılması hali olan “pandemi” ilan etmedi. Ancak, dünyayı olası bir pandemiye hazırlıklı olmaya çağırdı.

28 Şubat Cuma günü itibariyle virüs 50’yi aşkın ülkeye sıçramış durumda. Çin dışında özellikle Güney Kore, İran ve İtalya’da hızlı bir şekilde vaka patlaması yaşandı. Çin’de yaklaşık 80 bin, dünyanın geri kalanında 5 bini aşkın vaka var. Virüs artık Avrupa, Asya, Amerika ve Afrika kıtalarına yayılmış durumda. Yoksul ve yeterli donanıma sahip olmayan ülkelerde virüsün yayılma riski ciddi endişe yaratıyor.

Hastalığın verileri bunlarken çıkış noktaları ise epey tartışma yarattı. Virüs Çin’in Wuhan kentinde bir hayvan pazarında ortaya çıktı. Bir yarasadan bulaştığına neredeyse kesin gözüyle bakılıyor. Ancak bilim insanları virüsün insana geçmeden önce bir ara türe bulaştığını düşünüyor. Çinli araştırmacılar aracı hayvanın pangolin olduğunu açıkladılar.

Halk Sağlığı uzmanı Prof. Dr. Onur Hamzaoğlu ise virüsün çıkış temeline işaret ediyor. Hamzoğlu esas olarak dünyanın ve tüm canlıların hayatını talan eden neo-liberal politikaları salgınlara sebep olarak gösteriyor.

Koronovirüs ortaya çıkışı ile tüm ülkelerde bir panik başladı. Öncelikle bu virüslerin yayılımı ve ortaya çıkışının kökleri neler?

Öncelikle 2020 yılı 21. yüzyıldaki üçüncü 10 yılının başlangıcı demek oluyor. Tarih kesitlerini elbette anlamlı kılan şeyler yaşananlar. Bence bu dönem, insanlığın tabii ki de tüm insanlığın değil, patronların ve sermaye sahiplerinin dünyanın başına büyük işler açtığı bir dönemecin de başı. 1948 yılında kurulan Dünya Sağlık Örgütü 21. yüzyıla yani günümüze kadar, uluslararası kamu sağlığı acil durumunu hiç ilan etmemiş.

Dünya Sağlık Örgütü mevzuatında hem ülkelere ve devletlere hem de sağlıkla ilgili uluslararası örgütlere bu tip durumlarda ne yapacaklarını koordine etme yetkisi var. Ama bu yetki hukuksal bir yetki değil, daha çok Birleşmiş Milletler’in yaptırım gücüyle ya da ülkelerin BM ile kurduğu ilişkiler ve organizasyon gücüyle oluyor. Bu acil durumlar genellikle salgınlar oluyor ve ülkeler de bir şekilde kapasiteleri ne olursa olsun bu merkezi yönlendirmeye uyum sağlıyor. Dünya Sağlık Örgütü 2009’a kadar uluslararası kamu sağlığı acil durumu ilan etmemiş. İlkini 2009’da domuz gribi salgını zamanı ilan ediyor. İkincisi 2014 yılında çocuk felci ile ilgili durumda ilan edildi. Ebola ile ilgili 2014 ve 2019 yıllarında yine böyle bir durum ilanı oluyor. 2016 yılında Zika virüsü üzerinden gerçekleşti. Sonuncusu da 30 Ocak 2020’de korona 2019 virüsü ile ilgili gerçekleşmiş oldu. (28 Şubat 2020 itibariyle) 53 ülkede 83 bin 720 kişide koronavirüs 2019 teşhisi konmuş enfekte var, 2868 kişi hayatını kaybetmiş, iyileşenlerin sayısı ise 36 bin 673 kişi. Bu kadar iyileşen olması olumlu bir gelişme. Bu virüsün öldürme oranı diğer virüslere göre daha az bu da bir şans tabii.

Bu yüzden mi DSÖ pandemi ilan etmek için erken dedi?

Hayır, öldürücülük oranından kaynaklı değil. Yaygınlaşmasıyla alakalı bir durum o. İki gün kadar önce 30 ülke vardı bakarsan zaten Japonya’da bir de gemi var, 691 kişi orada karantina altında ama orada henüz bir ölüm olmadı. Bu kadar ülke artı bir gemi diye sayabiliriz. Aslında hızlı yayılıyor ve merkez Çin. 2009’daki domuz gribinde merkezi ise Meksika’ydı. İnfluenza virüsü yani grip virüsü. Bence merkezleri incelemekte yarar var.

Neden?

Şöyle açıklayalım: Meksika’daki influenza yani grip virüsü -H1 N1a virüsü olarak geçiyor- daha önce sadece domuzlarda görülen ve onları hasta eden bir canlıydı. Bir süre sonra hayvanlardan insanlara geçti ve –buna zoonoz diyoruz- daha sonra da direkt insanlardan insanlara bulaşan bir virüs haline geldi. Zaten en büyük sıkıntı da bu. Bunun köklerine inmemiz lazım: 1960’lı 70’li yıllarda Amerika Birleşik Devletleri’nde 1 milyon domuz çiftliği vardı. Bu 1 milyon domuz çiftliğinde de yaklaşık olarak 53 milyon domuz bulunduğuna dair bilgiler var. 1970’lerde kapitalizmin yaşadığı bunalıma karşı önlemler ABD hegemonyasında yürütüldü. Dünya Bankası ve IMF koordinatörlüğünde merkez kapitalist ülkeler -ABD’yi kastederek söylüyorum- perifer ülkelerden buralara bir kaynak aktarımı düzenlendi. Bugün perifer dediğimiz kapitalist ülkelere bağımlı ülkeler. Buralarda emeğin ucuz olması, buraların vergi cenneti haline getirilmesi, ürünlerin daha ucuza mal edilerek üretilip; büyük kapitalist ülkelere aktarılması ile kirliliği diğer ülkelerde bırakıp ürünü kendilerinin aldığı böylelikle finans kapitalizmine geliştirildiği bir sistem girişimi başladı. Bugün Türkiye’nin yaşadığı bu durumu Meksika da o dönem yaşıyor. Meksika böylesine bir ucuz işgücü ve emek cennet haline gelince Amerikan domuz şirketi sahipleri, çiftliklerini buraya taşıyor. 2009 yılı itibariyle Amerika’da 1 milyon olan domuz çiftlikleri sayısı 65 bine iniyor. İlk verdiğim rakamdaki 1 milyon çiftlik içerisindeki 53 milyon domuz sayısı, 65 bin çiftlik içerisinde 65 milyona domuz sayısına çıkıyor 2009’da. Bu şu demek domuzlar domuz gibi yaşayamıyor; tamamen sıkışık, sağlıksız ortamlarda hayatlarını devam ettiriyorlar bu çiftliklerde. Başka bir tabirle hayvan kendi yaşam koşullarını bilemiyor. Bu verilere baktığımızda çiftlik sayısına düşen domuz 20 kat artmış durumda, bu da ortam koşullarının sağlıksızlaşması demek oluyor.

Beraberinde de hastalıklara yol açıyor…

Tam da böyle. Yaşam koşulları kötü olunca Domuz gribi virüsü kendini var edebilmek için insana çok daha kolay geçiyor. İnsanlar da hastalanmaya başlıyor daha sonra bu temaslarla ve kötü koşullarda yaşayan insandan insana geçmeye başlıyor. Zamanla virüs öyle bir özellik kazanıyor ki domuza gerek duymaksızın direkt insandan insana geçebilecek bir hal alıyor, buna mutasyon diyoruz. Yani virüs de aslında değişen yaşam koşulları çerçevesinde kendi yaşamını idame ettirmeye çalışıyor her canlıda olduğu gibi. Dolayısıyla Meksika’da ortaya çıkan domuz gribinin ana sebebi bu domuz çiftlikleriydi. Bu grip salgını ile birlikte dünyada 200 binden fazla insan öldü, bunların 415’i de Türkiye’de idi.

Yani virüslerin ortaya çıkışı finans kapitalizmin kendine yeni alanlar açmasıyla da paralel gidiyor diyebiliriz değil mi?

Evet, tümüyle insanın insan gibi, hayvanın hayvan gibi, bitkinin bitki gibi yaşamasına müsaade etmeyen, neo-liberal politikaların sonuçları bunlar. Bu sistemin krizini yaşıyoruz. Fakat bu sistemden kurtulmadığımız sürece; insanın insan gibi hayvanın hayvan gibi bitkinin bitki gibi yaşamadığı ortam koşulları devam ettikçe daha birçok virüsle karşılaşacağız. Bakın 30 Ocak’ta Dünya Sağlık Örgütü’nün acil durum olarak ilan ettiği bu olay ilk olarak 2019 Aralık ayında Çin’in Hubai eyaletinde, Wuhan kentinde görüldü. Burası Çin’in 7. dünyanın ise 42. büyük kenti. Dünyanın 500 büyük firmasının Wuhan’da 230 yatırımı var. Fabrikalarda üretimler yapılıyor. Oradaki Türkiyeli firmalarda çalışan mühendislerle temas kurup şunu öğrendik: Burada vardiya değişimleri sadece fabrikalarda makinelerin başında olmuyor, fabrika içlerinde yatakhane koğuşları var, buralar da vardiyalı bir şekilde kullanılıyor. Buradaki işçiler, kentli değil, bu işçileri direk köylerden bulunuyor. Kente geldikten sonra da eğitim alıp bu makinelerin başına geçiyor. Yiye oradan aktarılan bilgilere göre bu işçiler haftanın 6 günü orada kalıyor, sadece bir gün köylerine dönmeye izinleri oluyor. Buna köylü işçi elbette ama 21. yüzyılda köleliğin de bir tanıma olarak bakabiliriz. Düşünsenize fabrikada 8 saat çalışıp yatağınıza gidiyorsunuz ve diğer işçinin kalkıp vardiya başına gitmesini bekliyoruz, yani aslında aynı yatağı paylaşıyorsunuz.

Bu da yine sağlıksız yaşam koşullarını beraberinde getiriyor o zaman?

Kesinlikle. Haftanın 6 günü aynı zamanda bir ömür de denilebilir bunu, sadece birkaç dolar için yapıyorsunuz çalışmayı üstelik. Demin bahsettiğim ucuz iş gücü meselesi bu. İşte tam da bu kentteki yaşam koşulları, sefalet ortamı bu virüsün çıkma koşullarını oluşturuyor. Wuhan’da canlı hayvan pazarında virüsün bulunması buna çok yakın açıklamalar getiriyor. Kentin çok büyük bir bölümünde insanlar sağlıksız yaşam koşullarında hayatlarına devam ediyor. Bunun en büyük sebebi de bu üretim modeli.

Neo-liberalizm açısından bakarsak, bugün işçilerin en çok ücretler bakımından kaybettiği yer kıta Avrupa’sı oldu. Ama bunun karşılığında 80’li, 90’lı yıllara kadar Çin’de hiçbir geliri olmayan, yaklaşık 250 milyon insanın; haftalık 3 ila 5 dolar gelire sahip olması, dolayısıyla bunu da sıfırdan elde ettikleri için, kapitalist ekonomistler açısından onların kazananlar arasında sayılması anlamına geliyor.

Nasıl yani?

Şöyle ki dünyanın yüzde 1’ini oluşturan sermaye sahipleri kazandı diyorlar. Bir de Çin’deki bu yeni işçi grubu, çünkü dediğim gibi 90’lara kadar gelirleri yoktu ve artık sıfırdan bir gelir elde ettiler. Ama bu yeni işçi grubu tam olarak demin bahsettiğim şartlarda kazanıyor parayı. Haftanın 6 günü, tamamen üretime odaklanmış fabrika içerisinde geçirilen 24 saate yakın bir zamanda. Birer kredi kartları var ve kapitalist sistem onları bir insan olarak görmeye başlıyor. Daha kazanmadan geleceğe dönük harcamaları yaptığı ve de daha çok yapabilmesi için. Hasta olana kadar, o fabrikalarda yeni kölelik tanımı içerisinde sayabileceğimiz koşullarda çalıştırıyor. Dünya Sağlık Örgütü’nün ilan ettiği acil durumlara baktığımızda bu verileri, bu koşullar içerisine metodolojik olarak yerleştirmemiz gerekiyor. Bu hastalıklar nereden geliyor? Benim görebildiğim şey şu: Kapitalizmin 70’lerdeki krizinde neo-liberal uygulamalara geçti. Ama 2008’deki dünya krizinden sonra dünya ciddi anlamda bir ekonomik durgunluğa sahne oldu. Merkez kapitalist ülkelerden perifere yayılan. Bu hala devam ediyor. Liberalizm de bu durgunluğu canlandırabilmek, kapitalizmi yeniden sürdürebilmek adına hammaddenin ucuza üretilebilmesi adına tüm dünyayı, yaşamı, insanları, hayvanları ve bitkileri talan etti. Buna rağmen kapitalizm krizden kurtulamadı ve o tarihi yeniden yaşanıyor. Bu kriz talanla birlikte iklim krizini de beraberinde tetikliyor. Geldiğimiz noktada hem neo-liberalizm hem de iklim krizini yaşıyoruz. Bununla birlikte 11 yıl içerisinde 6 kere acil durum ilan edildi ise bunun daha sık aralıklarla yaşanacağını şimdiden söyleyebilirim. Bu böyle devam ettiği sürece yeni koronalar, yeni influenza kapımızda olacak. Öte yandan bu hastalıkların ortaya çıkışında iklim değişiminin etkisi var ama iklim krizine sebep olan nedenselliği, yani bu sistem ortaya çıkan salgınların esas temel nedeni.

Peki, tüm bu hastalıkları bu koşullarda halk sağlığı açısından nasıl değerlendirmeli?

Bu salgının önlenmesini sağlayacak en önemli araç bir aşının varlığı. Bir an önce aşının hızlı bir şekilde insanlara ulaştırılması lazım. Elbette şüphe ile bakıyoruz ama Çin’in açıklamaları doğruysa bu hastalığa karşı bağışıklık içeren bir aşı bulmuş durumda. Denemeler yapıldıktan sonra Çin’in üretim kapasitesi çerçevesinde bunun yayılmasının gerçekleşmesi lazım. Umarım bir ticari savaşın nedeni olmayacaktır ki bu da mümkün. 2009’da domuz gribi ile aşı sürecini birlikte yaşadık, bu süreçte de benzeri bir durum olabilir. Önemli olan sonrasını sormak. Evet, bu koronavirüsü belli etkenleri ortaya çıktı kuruluğa ya da sıcaklığa dayanıksız. 27-30 derece sıcaklıkta yaşamı son buluyor. Dolayısıyla Kuzey yarımküredeki varlığı birkaç ay içinde sönümlenecek. Koronavirüs bir şekilde bitecek ama yeniden griplerin daha sık ortaya çıkması gibi bir sorunsal var ortada. Asıl olarak bunların nasıl ortaya çıktığı, çıkma sebepleri masaya yatırıldığında bir önlem alınmış olacaktır. Ben tamamen umutsuz değilim evet bir vahşi neo-liberal politikalar bütününden bahsediyoruz; ama hem sosyalizm örneğinde, kısa bir dönemde de olsa insanın insan gibi, hayvan hayvan gibi, bitkinin bitki gibi yaşayabildiği bir örnek var karşımızda. Yani bu yaşadıklarımıza mahkûm değiliz. Dünyanın her yerinde bu gidişattan rahatsız olanlar var. Aylardır Avrupa’nın göbeğinde, Fransa’da sarı yeleklilerin eylemleri var. Güney Amerika’da kadınlar sokaklarda, ülkemizde birçok yerde işçi eylemleri var yani farklı bir dünya mümkün. Bugün savaşın ortasında Rojava diye bir yer var ve buza büyük bir umut kaynağı. Bu yüzden ortaya çıkacak sorunların, salgın ve hastalıkların, çevre felaketlerinin bir sistem sorunu olduğunu bilerek yaklaşmamız ve ona göre hareket etmemiz gerekiyor.

EN SON EKLENENLER