Maraş Katliamı bir soykırımdır

RONI ARAM

Maraş katliamının üzerinden 44 yıl geçti. Failler sıkıyönetim mahkemelerinde başlayıp sivil mahkemelerde devam eden yargılamaların çoğunda deyim yerindeyse cezasız kaldı. Fakat asıl cezasızlık yıllar içimde devletin hatta doğrudan MİT’in belgelerle ortaya çıkan sorumluluğu konusunda oldu. Tetikçiler ödüllendirildi, cezalar düşürüldü, bazıları siyasete girdi ve Maraş’a dair birçok bilgi açığa çıksa da yine devlet sümen altı edildi.

Bugün 44 yıl sonra Maraş’ı konuşurken bunun sorumluları kadar olayın katliam mı yoksa bir soykırım mı olduğunu da tartışıyor Yazar Aziz Tunç son kitabı Soykırım ve Maraş Kıyımı’nda. Maraş Kıyımı, Beni Öldür/Maraş adlı kitapların da yazarı olan Aziz Tunç, 44 yıl önce gerçekleşen katliamla ilgili ANF’nin sorularını yanıtladı.

Maraş Katliamı üzerinden 44 yıl geçti. 44 yıl sonra bugün katliamı nasıl konuşmak lazım?

Bunu öncelikle Türk devletinin varoluşundan beri ısrarla sürdürdüğü soykırımcı, katliamcı bir politika olarak konuşmak lazım. Tarihsel olarak o dönem içinde yaşanmış bir saldırıdır ama bunun tespitinden hareketle de katliamcı zihniyetin devam ettiğini görüyoruz. Sadece Aralık ayına bakarsak yıllar sonra yine 19 Aralık’ta yapılan bir cezaevleri katliamı ve yine ondan da yıllar sonra aynı ay içinde Roboski katliamı var. Bugün de benzerlerinin tezgâhlanmaya çalıştığını gösteren fazlasıyla veri var ortada. Buradan baktığımızda Maraş’ta yaşanan katliamın, soykırımın esasında devletin varoluşundan beri ısrarla sürdürdüğü, bugün de devam eden soykırım politikaların bir versiyonu olduğunu görüyoruz. Dolayısıyla Maraş katliamına karşı tutum alırken bunun katliamcı ve soykırımcı yapısını deşifre edip buna karşı mücadele ederek, demokrasiyi güçlendirmemiz gerektiği görevi karşımıza çıkıyor.

Çünkü bu, o günün koşullarında tesadüfen ortaya çıkmış, bir defaya mahsus, tekrarı olmayacağı varsayılan lokal bir durum değildir. Maraş katliamı sistematik bir politikanın o güne uyarlanmış şeklidir. Dolayısıyla o sistematik politikanın bugün devam eden versiyonlarına karşı mücadele etmek Maraş katliamına karşı mücadele etmenin doğal bir sonucu ve parçasıdır.

Zamanla ortaya çıkan bilgilerle de birçok şey anlaşılmış durumda, Maraş katliamı dediğimiz olayın esasında tırnak içinde “herhangi bir katliam” olmadığını, Kürtlere ve Alevilere yönelik bir soykırım olduğunu artık görüyoruz. Maraş katliamı bir soykırımdır. Hem soykırımın tanımına hem de Maraş’ta devletin paramiliter güçleriyle birlikte gerçekleştirdiği pratik uygulamanın sonuçlarına ve yönelimlerine baktığımızda bunu görmek çok zor değil.

Son kitabınız “Soykırım ve Maraş Kıyımı’nda” da soykırımdan bahsediyorsunuz. Bunun çerçevesini daha net çizmek adına nedir bu tanım, biraz daha açar mısınız?

Bu konuda “Soykırım mı değil mi?” diye bir tartışma var ve bu tartışma bilimsel verilerden çok kişilerin kendi pozisyonlarına uygun bir tanımlama üzerinden gidiyor. Kimi soykırım diyor, kimi katliam, kimi de pogrom olduğunu söylüyor. Ben bunun soykırım olduğunu, esasında pogrom diye bir kavramın ayrıca kategorik bir kavram olmadığını, pogromun soykırımın Rusçası olduğunu söylüyorum. Zaten gerçek de böyle. Ben de araştırınca öğrendim, önceden bilmiyordum. Rusça soykırım pogrom demek, Avrupa dillerinde jenosit deniyor. Yahudiler Şuha diyor. Türkçede soykırım diyoruz.

Soykırım sonuç itibariyle esas belirleyici özellikleri etnik ve dinsel kimliğinden dolayı bir toplumun yok edilmek istenmesidir. Tabii yüzde yüz yok edilememiş olabilir ama bu amaçla bir topluma saldırmak soykırım olarak kabul edilmesi gereken bir şey. Birleşmiş Milletler bunu böyle kabul ediyor ancak bunun üzerinde gerekli süreci işletmiyor. Her soykırıma karşı da yapması gereken görevleri yapmıyor. Neden yapmıyor? Çünkü Birleşmiş Milletler’de fonksiyon icra eden devletler de soykırımcı devletler. Bugün Ermeni soykırımını gerçekleştiren Osmanlı Devleti’nin suçunu Türk devleti kabul etmiyor. Türk Devleti kabul etmeyince Birleşmiş Milletler de karar çıkmıyor. Çünkü çıkarları olan Rusya ve Amerika bu tarz bir karara “evet” demedikleri için orada karar süreci işlemiyor.

Birleşmiş Milletler 1942’de soykırım kararını kabul etmiş. Uygulamalarına yönelik yargılama yapılması gerektiğini de kabul etmiş. Ama o günden bugüne sadece iki tane yargılama yapabilmiş. Diğerlerini yargılamamış. Dolayısıyla Birleşmiş Milletler’in Maraş, Dersim ve benzeri soykırımlarla ilgili fonksiyon icra etmemiş olmasından hareketle bu gerçekliği yok saymak doğru değil. Yani Birleşmiş Milletler tanım anlamında esas alınabilir ama pratiği yapmadığı için biz Maraş katliamına “soykırım diyemeyiz” mantığı ile hareket edemeyiz.

Diğerlerini buradan nasıl ayırmak lazım?

Örneğin 1 Mayıs1977 katliamı, katliamıdır ya da Suruç katliamı, katliamıdır. Ankara Gar katliamı katliamıdır. Çünkü oradaki etnik kimliğe yönelik bir şey değil. Bir toplum politik duruşuna bir saldırı söz konusudur. Bunlar içinde her türden etnik ve dinsel grup olabilir. Suruç’ta da her türlü farklı kimlik vardı, Ankara gar katliamı ve 1 Mayıs 1977’de de vardı. Katliamlarla soykırımlar arasında böyle bir fark var. Bu çerçevede bakıldığında Maraş’ta “Alevilerin son günü”  ve “Kürtlerin düğünü” olacak diye insanlar katledildi. Bir sürü veri çok açık bir şekilde gösteriyor ki bu, Alevilere ve Kürtlere yönelik bir soykırımdır. Zaten katledilen insanların profiline bakılınca da bunu görmek mümkün. Çok büyük bir kısmı hatta çok ezici bir kısmı Alevi’dir çok büyük bir kısmı Kürt’tür. Beş altı tane devrimci arkadaş vardır. Bunların varlığı da soykırım gerçekliğini değiştirmez. Çünkü her soykırım da buna benzer farklılıklar yaşanmıştır. Ermeni soykırımında da Yahudi soykırımında da olmuştur.

Bir de tabii bu katliamın ortaya çıkan ve çıkmayan birçok noktası da var, siz de dediniz. Siz uzun yıllardır da Maraş hakkında araştırmalar yapıyorsunuz. Bu devlet ilişkisi çerçevesini nasıl tanımlıyorsunuz?

Devletin doğrudan sürecin içindeki aparatlarını araştırdığımızda bunlarla ilgili yeni bilgiler, yeni veriler görebiliyoruz. Mesela hem MİT’in hem CIA’nın bir çalışanı olan ve şu anda da Fethullahçılıktan dolayı cezaevinde bulunan Enver Altaylı. Altaylı o dönem Ergün Gazetesi’nin genel yayın yönetmeni ve Alparslan Türkeş’in de bir numaralı danışmanı olarak esasında katliamla ilgili çok ciddi ve somut ilişkisi olan biri. Şunu da belirtmek lazım bu tarz bilgilerin ısrarla üretilmesi için de bütün demokratik duyarlı çevrelerin gelişmeleri yakından izlemesi, takip etmesi, Maraş’la ilgili durumları açığa çıkarması açısından önemli. Mesela burada henüz yeterince somutlaştırılamamış birçok bilgi var ama kesin olduğundan kuşku duyulmayacak olan somutlaşmamış şeyler.

Nedir bunlar mesela?

Örneğin Orgeneral Faik Türün Maraş katliamından kısa süre önce Maraş’a gidiyor. 12 Mart sürecinin önemli figürlerinden biri olan, Ziverbey’de aydınlara işkence yaptığı bilinen bir Orgeneralin Maraş’ta nasıl bir işi olabilir? Bir yakını yok, ya da şusu busu yok. Yine ABD Büyükelçiliği İkinci Kâtibi Robert Alexander Peck’in oradaki faaliyetleri, Enver Altaylı’nın faaliyetleri zaten devlet düzeyinde bir ilişkiyi gösterme açısında son derece belirgin isimler. Onun dışında da zaten devletin bütün aparatlarıyla bu soykırımı örgütlediğine dair çok fazla bilgi var.

Mesela Ökkeş Çokuçkun ve Gabriel Aktürk ile Cem Ersever üçlüsü katliam sürecinde katillerin silah ihtiyaçlarını, ordunun silahlarını çalarak karşılayan bir ekiptir. Cemer Ersever Ordudan iki tane kaçakçı olan Maraşlı Ökkeş, Çokuçkun ve Gabriel Aktürk ile silah tedarik sürecini tamamlayan insanlar. Yüzbaşı Mehmet Ali Çeviker adında birisi var bugünün “Yeşili” diyebileceğimiz bir isim. Mehmet Ali Çeliker yüzbaşıdır, yüzbaşı olarak görev yaparken Maraş katliamıyla bağlantıları ve Maraş katliamına, Ordu’daki silahların taşınması sürecinde ilişkisi var. O dönem bunlar hep tartışıldı. Avukatlar bu tarz bilgilerin peşine düştü ama ne yazık ki bunlarla ilgili devlet sürekli meselenin üstünü örten bir pozisyon izledi.

Can Dündar ve Rıdvan Akar’ın Ecevit’in ölümünden sonra Ecevit’in evinde bir yaptığı araştırma sonucu kasadan çıkan bir belge var. O belge Ecevit’e MİT’in içinde bir yetkilinin yazdığı bir rapordur. Söz konusu MİT’in yetkilisi, Ecevit’e verdiği raporda Maraş’ta yaşananı, isimlerini tek tek sayıyor. Şunlar, şunlar örgütlediler, bunlar yaptılar diye. O isimler belgede Can Dündar ve Rıdvan Akar tarafından rumuz isimleriyle verilmişti. Ben o isimlerin uzun süre peşine düştükten sonra tek tek açıklamaya çalıştım. Hepsini de açıklayamadım ama birkaçını açıkladım. O belgede adı geçenlerden biri MİT Hukuk Dairesi Başkanı Şahap Homriş. Alparslan Türkeş’in çok yakınıdır. Hem ideolojik düşünsel, politik anlamda yakınıdır, hem de sosyolojik ilişkileri vardır, dünürüdür. Şahap Homriş, Alparslan Türkeş’le birlikte Maraş katliamını örgütleyen, organize eden planlayanlardan birisidir. Adana MİT bölge yöneticisi Nazif Abanozoğlu Maraş katliamını yürütenlerden, planlayanlardan, örgütlerden bir diğeridir. Mehmet Ali Çeviker ve Cem Ersever’le bunların yanına ekleyerek devam edebiliriz.

Ayrıca MHP milletvekili Mehmet Yusuf Özbaş. Dönemin Adalet Partisi ve MHP’nin iş birliğiyle seçilmiş belediye başkanı Ahmet Tuncu, Maraş katliamını yürüten, yöneten ekibin içindedir. Maraş’taki iş adamları zaten bununla ilgili bir toplantı yapmışlardı. Bu dönem katliamdan 15 gün kadar önce bu katliamın finansörlüğünü yapan ekibin içindedirler. Maraş katliamını doğrudan sorumlularından bir diğeri de en üst düzey yetkili de Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun katliam devam ederken, İçişleri Bakanı İrfan Özaydın’la birlikte Maraş’a giden yetkilidir. Maraş’ta İçişleri Bakanı “Bu katliamı solcular yaptı” anlamına gelen bir açıklama yaptı ve arkasında toplumsal tepkiden dolayı istifa etmek zorunda kaldı. Fakat Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun Milli Güvenlik Kurulu’na sunduğu bir raporla katliam süreci “Solcular şunu şunu yaptı, sağcılar da buna tepki gösterdiler ve ortaya böyle bir durum çıktı” şeklinde anlatılır. Bu anlatım biçimi tamamen katliamın üstünü örten ve Maraş katliamı yargılamalarına da iddianame olarak yansıyan bir süreçtir.

Mesela Maraş katliamının fiilen yöneticiliğini yapan yüzleri maskeli, ellerinde uzun namlulu silahlar olan faşist katiller içine Abdullah Çatlı’yı, Muhsin Yazıcıoğlu’nu katabilirsiniz. Buna Bünyamin Adalı’yı, Haluk Kırcı’yı katabilirsiniz. Bu ve benzeri faşist paramiliter katiller, bulundukları alanlarda alınıp ellerine silahlar verilip, yüzlerinin maskeli katliam yaptı. Daha öncesinde ise şehre milli piyangocu diye konumlandırılmışlardı. Katliam esnasında da grubu harekete geçirmekle görevlendirilmişlerdi.

Maraş aynı zamanda Ermeni soykırımının da olduğu bir coğrafya size de bahsediyorsunuz daha önceki çalışmalarınızda. Bu açıdan bakıldığında Maraş’ta nasıl bir nüfus yapılanması yapılmış?

Maraş’la ilgili kamuoyunun algılar sonucu unutmaya zorlandığı bir bilgi var. Maraş bir Ermeni şehridir. Mesela böyle söylediğinde hemen herkesi şaşırtır. Evet, Maraş’ın 1920’lere kadar yüzde ellisi Ermeni olan bir toplum yaşıyordu. Maraş’ın Zeytun adlı kasabasının tamamı Ermeni olan bir toplum yaşıyordu. Şimdi burada 1920’den bahsediyoruz, 1978 ile arasında bize bile çok uzak olmayan bir tarihi var. Oradaki katliamcı grup, paramiliter unsurlar 1978 Maraş soykırımı yaşandığında 1920’de yine orada gerçekleştirilmiş olan Ermeni soykırımının hafızasıyla hareket ediyordu: “Burası Ermenilerin ya da Kürtleri ve Alevilerin yeri değil, burası bizim yerimiz. Bunları tasfiye edeceğiz. Bunları öldürüp buradan çıkmalarını sağlayacağız. Ayrıca neyi var neyi yok hepsine de el koyacağız” motivasyonları bunun üzerine kurulmuştu. Böyle bir motivasyon üzerinde bir soykırımın gerçekleştirilmesinin çok zor olmadığı bir alan Maraş coğrafyası. Yani ondan önce yaşayanların sosyolojik özelliklerine baktığımızda, Ermeni soykırımını gerçekleştirmiş olanların çocukları pekala babandan duydukları hikayeleri bu kez de Kürtlere ve Alevilere karşı pratikleştirmenin motivasyonuyla hareket ettirilmişlerdi.

ANF

EN SON EKLENENLER