Mehmet Bayrak’a göre Türkiye teokratik bir devlet

Araştırmacı yazar Mehmet Bayrak: Türkiye’nin laik değil, adeta ‘Devlet Müslümanlığı’ eksenli teokratik bir devlet olduğu; inanç özgürlüğünün de bulunmadığı açıktır. Düşünün ki, Kürt kimliğinin kabulü gibi Alevi kimliğinin kabulü de henüz hukuksal bir statü kazanmamıştır.
Siz hem Alevilik, hem de Kürt tarihi üzerine önemli çalışmaların sahibisiniz. İlk sorum: Alevilik nedir? Bir yaşam biçimi mi, ya da bir felsefe mi sadece? Semavi dinlerden farkı nedir?
Hemen belirtmeliyim ki, hem Alevilik hem de Kürdoloji alanında çalışma yapmam, herşeyden önce benim dünyagörüşümle ve tarihsel-toplumsal olguları kavrayışımla ilgili bir konudur.

1970’te Üniversiteyi bitirip 1971’de yazmaya başladım, 1973’te Tevfik Fikret ve Devrim konulu çalışmam yayımlandı. Tevfik Fikret’i seçmem sıradan bir tercih değildi, ilk yazım da onunla ilgiliydi. Tevfik Fikret, 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başında hümanist düşünceyi, emeği ve özgürlüğü temsil ediyordu. Bu nedenle, Nazım Hikmet diğer İttihadçı ve Kemalist yazarları eleştirirken; Tevfik Fikret’in, yaşadığı dönemde ve içinde bulunduğu ortamda en iyi ve en ileri ne olmak mümkünse, onu olduğunu vurguluyordu.

Daha sonraki Türkoloji çalışmalarımda da; Cumhuriyet döneminin en önemli kazanımlarından biri olarak eğitimi ve edebiyatı halklaştıran bir hareket olan Köy Enstitüleri ve Köy Edebiyatı üzerinde yoğunlaştım. Bundan sonra, tarihsel , sosyolojik ve folklorik boyutu ağırlık kazanan çalışmalara yöneldim. Bu çalışmalarda da, Selçuklu’dan buyana egemenlerin baskı ve zulmüne karşı koyan toplumsal ve bireysel başkaldırı hareketlerini işledim. Yani, yerim emek dünyasının yanı idi.

1970’li yıllardan itibaren Halk ve Tekke Şiiri bağlamında Aleviliği işlerken, 1984’te yayımladığım Halk Hareketleri ve Çağdaş Destanlar konulu çalışmam esas olarak Alevi önderlikli halk hareketleri üzerinde yoğunlaşıyordu. Zaten bu tarihten dört yıl önce Pir Sultan’ın köyü Banaz’da düzenlenen I. Pir Sultan Abdal Şenliği’ne konuşmacı olarak katılan tek Alevi kökenli aydındım. 1986’da yayımlanan Pir Sultan Abdal konulu çalışmam da, bu alanda bir Alevi yazar tarafından kaleme alınan ilk biyografik çalışmaydı.

Bundan sonra hazırladığım Aleviliğe ilişkin dört eserde; Türk-İslam Sentezi eksenli resmi ideolojiyi mahkum eden çalışmalar yaptım. İttihad ve Terakki kaynaklı Resmi ideoloji, Aleviliği „Türk Müslümanlığı“ olarak sunmaya çalışırken, bunun tarihsel ve toplumsal gerçeklikle ilişkisi bulunmadığını belgeleriyle ortaya koydum…

Kürdoloji alanına yönelmem de, salt Kürt kökenli bir aydın olmamdan değil; red ve inkâr edilen bir halkın ulusal kimliğine ve demokratik haklarına duyduğum saygıdan kaynaklanıyordu. Selçuklu ve Osmanlı döneminde nasıl ezilen yoksul Türk halkının yanında yer aldıysam, burada da yoksanan ve hakları gasbedilen
bir halkın yayında yer almam gerekiyordu. Tıpkı, ezilen bir cins olarak kadının yanında yer alıp, bu alanda da çalışma yapmam gibi.

Özetle, hiç bir zaman klasik bir sol, klasik bir Alevi ve klasik bir Kürt aydını olmadım. Zaten, bu gerçekliği dünden bugüne eserlerimle ortaya koyduğuma inanıyorum.

Şimdi, asıl sorunuza gelebiliriz. Üstte de anlattığım gibi, yaklaşık 30 yıldır Alevilik konusunda çalışma yapıyorum; yaklaşık 20 yıldanberi geldiğim nokta şudur: Alevilik, geçmişi binlerce yıla dayanan bir evrensel- doğal dindir. Araştırmacılar, kısmen sol resmi ideolojinin, kısmen Kemalist resmi ideolojinin kısmen de İslam dininden gördükleri zararın etkisiyle, Aleviliğin bir „din“ olduğunu söylemekten kaçınıyorlar… Oysa, dinler ve inançlar insanlık tarihi boyunca vardı ve bugün de devam ediyor. Dahası, ilk semavi kitap olan Tevrat’ın tamamlandığı tarih, bundan 2300 yıl öncesidir. Ondan önceki dinler „doğal dinler“ olduğu gibi; bugün de insanlık ailesinin yaklaşık üçte ikisi doğal dinlere mensupturlar. Konfüçyüs dini ve Budizm bunların en büyükleridir.

İnsanlar, ya İslamcıların etkisinde kalarak Aleviliği mezhep veya tarikat olarak nitelendiriyorlar, ya Kemalistlerin etkisinde kalarak Türk Müslümanlığı olarak değerlendiriyorlar ya da Sol aydınlar gibi öğreti, felsefe, yaşam biçimi, inanç veya erkân olarak adlandırıyorlar. Aleviliğin felsefe, kültür, yaşam biçimi, inanç ve erkân boyutu vardır, ancak bunların hiç biri Aleviliği tek başına anlatamaz…

Alevi aydınlar son 20 yıldır Aleviliğin kökenleri, tarihi gelişimi vb. konularda birçok eser ortaya koydular. Siz de bu konuda önemli araştırmalar yaptığınız. Sizi bu konuya yönelten nedenleri ve sonuçları anlatabilir misiniz?
Sorunuzun cevabını yukarda önemli ölçüde verdiğimi sanıyorum. Üstte de vurguladığım gibi, Alevilikle ilgilenmem yaklaşık 35 yıla dayanıyor. İlk kitabım yayımlandıktan hemen sonra, yaşayan Alevi ozanları ve halk şiiriyle ilgili bir yazıdizimin Aralık- 1973’te Ankara’da yayımlanan Yenigün Gazetesinde yayımlandığını söylersem, sanırım bu konuda bir fikir verebilirim.

O tarihlerde „Alevi“ adıyla dernek kurmak ve örgütlenmek yasaktı. Bunun yerine Hacı Bektaş, Anadolu, Banaz ve Çevresi türünden kültür ve dayanışma dernekleri kuruluyordu. Nitekim, 1980’de katıldığım Sivas- Banaz’daki I. Pir Sultan Festivali ile Ankara’daki „Hacı Bektaş Felsefesinin Çağdaş Yorumu“ konulu bir paneli Banaz ve Çevresi Kültür ve Yardımlaşma Derneği organize ederken; 1986’da İstanbul’da katıldığım „Alevilik- Bektaşilik ve Sorunları“ konulu bir paneli de, Hacı Bektaş Veli Kültür Derneği adlı bir dernek düzenlemişti. Bu örgütlenmeleri, daha çok Maraş ve Çorum katliamlarına bir tepki olarak ortaya çıkan örgütlenmeler olarak görüyorum. Aslında, 27 Mayıs 1960 darbesinden sonraki ilk Alevi katliamı girişimi 1967’de Elbistan’da yaşanmıştı. Daha sonra, Malatya, Sivas ve Alaca’da da kimi olaylar yaşanmıştı.

Kuşkusuz, bunların hiç biri Devlet aygıtından bağımsız değildi. Nitekim sonradan ortaya çıkan kimi gizli belgeler, bunu açıkça gösteriyordu. Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit’in kasasından çıkan bir gizli rapor, 1978’deki Maraş katliamının kimlerin elleriyle örülüp hayata geçirildiğini gösterdiği gibi; 1960 darbesi sonrasında hazırlanan bir gizli plan da; Alevi Kürtler’in asimilasyonuna ve halk ozanlarının Türkçe söyleyişe yöneltilmesine ilişkin ilginç önermelerde bulunuyordu.

1960’a gelinceye kadar Alevi müziğinin radyolarda icrası yasakken, aynı zamanda bir radyo sanatçısı olan Ali Ekber Çiçek, „Haydar, Haydar“ redifli ünlü deyişi, ancak Muzaffer Sarısözen’in özel izniyle İstanbul Radyosu’nda okuyabildiğini bana anlatmıştı. Aşık Veysel, Aşık Davut Sulari , Aşık Daimi, Aşık Kul Hasan, Aşık Kul Ahmet, Aşık Mahzuni ve Aşık Şah Turna gibi ozanlar bireysel olarak Alevi müziğine katkıda bulunurken; çoğunluğu Alevi Kürt toplumundan gelen bu âşıklar ve halk şairleri eserlerini Türkçe icra ettikleri halde; Alevi kimliğini ve kültürünü bilince çıkarmalarından dolayı kitlesel etkinliklerde tehlikelerle yüzyüze gelmekteydiler. 1967’deki Elbistan konseri bunun çarpıcı bir örneğiydi.

1980 Darbesi, Türk- İslam Sentezi doğrultusunda dini toplum yaratmada bir dönemeçti. Bu tarihte, ayrımcılık yarattığı gerekçesiyle Kürt halk danslarının bile televizyonlarda gösterilmesi yasaklanırken; büyük bir olasılıkla Alevileri de dindar topluma katma ve 1984’te ortaya çıkan Kürt ulusal hareketine katışını engelleme amacıyla, Alevi müziğine yeşil ışık yakılıyordu. Keza, Milli Güvenlik Kurulu, bu başkaldırıdan bir süre sonra içerde ve dışarda dini akımların ve vakıfların desteklenmesi doğrultusunda bir karar alıyor ve bu amaçla önemli bir bütçe ayırıyordu… İçerde ve dışarda, bu dini örgütlenmenin koordinasyonu da, dönemin Kültür Bakanı eski MHP’li Namık Kemal Zeybek’ e veriliyordu. Bu asimilasyon çabasına karşın, Kürt hareketindeki yeni yöneliş, Alevi toplumunda da bir itme yaratıyordu.

Nitekim, Muhlis Akarsu dışındakilerin tümü geçmişte Radyolarda bağlama sanatçısı olarak görev yapan Muhabbet grubu üstüste kasetler çıkarıyor ve ürünler ogüne kadar duyguları bastırılmış Alevi toplumunda büyük yankı yapıyordu. Bu kasetlerde okunan türkü ve deyişlerin büyük bölümü İçtoroslar Alevi kültürünün ürünleri olduğu gibi; bu bölge, muhabbet ve hasbıhal geleneğinin de en yoğun yaşandığı yörelerdendi. Bölgenin en büyük Alevi müziği icracılarından, Dedem Haydar Bayrak’ ın Hakka yürümesi üzerine, oğulları Haydar ve Hacı Bayrak tarafından gerçekleştirilen müzikli uğurlama törenine ilişkin kasetin, bu muhabbet kasetleri dizisine kaynaklık ettiği söylenmektedir…

Ancak, Alevi örgütlenmesinde asıl dönemeç 1993’teki Sivas Katliamı ile yaşanıyordu. Bu katliamda Devlet suçüstü yakalanıyor ve bu, Gazi katliamıyla daha da perçinleniyordu. Alevi toplumunun sözde laik rejime olan „tek yanlı aşkı“ da böylece büyük darbe yiyor ve Alevi toplumu yoğun bir örgütlenmeye yöneliyordu.

Kuşkusuz, bu yeni yöneliş bir „moda“yı da birlikte getiriyor ve Kürt kimliği „riskli“ olduğu için, sol gelenekten gelen ve ogüne kadar Alevilik gibi bir sorunu olmayan nice insanlar, Aleviliğe yönelerek kitaplar çıkarmaya başladılar. Daha önce Alevilik ve Alevi edebiyatını yazanlar, çoğunlukla asker ve sivil bürokrat Kemalist yazarlardı. Bu nedenle, Alevilerin doğrudan kendilerini yazmalarını önemsemekle birlikte, bunların yazdığı kitapların çok büyük bir bölümünün bilimsellikten uzak, eski çalışmalardan bile geri olduğunu söylemek durumundayım.

Kürt Aleviliğinin ortaya çıkışı, Kürtlerin İslamlaşması konularında kısaca bizi bilgilendirir misiniz?

Öncelikle şunu vurgulamalıyım ki, hiç bir dinin ve inancın başlangıç tarihini tam olarak belirlemek mümkün değildir. Belirli insani kaynaklı yazılı metinlere dayalı Budizm, Konfüçyüzm, Brahmanizm, Mazdeizm ve Manihaizm gibi birçok eski din bile geçmişteki inanç ve kültür kaynaklarına yaslanıp, birbirini etkilerken; Musa’ya atfedilen Tevrat bile, Musa’dan bin yol sonra tamamlanıyor ve eski dinlerden etkileniyordu. Ondan 300 yıl sonra gelen İncil ve bundan 600 yıl sonra gelen Kuran da, keza öncekilerden önemli ölçüde etkilenmiş, hatta kopye edilmişti.

Nitekim, 17. yüzyıl Fransız filozoflarından Volney, „Kalıntılar“ adlı ünlü eserinde eski din adamlarını karşılaştırırken, Zerdüşti din adamını „Museviler, Hıristiyanlar, Muhammedanerler; sizlerin tümü Zerdüşt’ün yolunu sapıtmış çocuklarısınız!..“ şeklinde konuşturarak, bu gerçekliğin altını çizer.

Alevilik konusunda öncelikle söylenecek şey, bu inanç ve kültürün bugünkü Mezopotamya ve Anadolu toprağından kaynaklandığıdır. Tarihin kendisiyle başlatıldığı Sümer uygarlığıyla Hitit uygarlığından artakalan ürünler, bu uygarlıkların inançsal- kültürel yapılanmasıyla Alevilik arasında büyük bir benzerlik bulunduğunu ortaya koyuyor. Nitekim, İlahi gücün insanda görülmesi, ibadetin kadın- erkek birlikteliği ve eşitliği temelinde yapılması, müzikli ibadet yapılması, dini törenlerde ilahiler/nefesler eşliğinde raks/ semah yapılması ve öğütler verilmesi gibi temel motiflerde büyük benzerlikler vardır.

Öte yandan, İslamiyetin etkisine girmeden önce özellikle Yukarı Mezopotamya Kürtleri arasında Yaresan- Aleviliği’ nin yaygın olduğunu gösteren çok önemli bulgular vardır elimizde. Bilinen en eski Kürt şairi, Milat’tan 400 yıl önce yaşayan Borazboz adlı şairdir. İslamiyetin yayılmaya başladığı 7. yüzyıla ait bir Kürtçe şiirde, İslam halife ordularının büyük bölümü Zerdüştiliğin güçlü devamı niteliğindeki Mazdekçiliğe ve Hurremiliğe mensup Mezopotamya’da yaptığı yıkımlar anlatılır. Bu şiirin Türkçesi şöyledir:

Kutsal yerler yakıldı
Kutsal ateşler söndü
Herkesten saklandı namlı büyükler
Zalim Araplar girdi ta Fırat’a kadar
Köylerden tut da ta Şehrizur’a kadar
Esir alındı bütün kızlar ve kadınlar
Kendi kanında boğuldu özgür adamlar
Kimsesiz kaldı Zerdüşt’ün töresi, dini
Yüce Hürmüz affetmeyecek hiç birini

11. yüzyıllar arasında yani İslamiyetin henüz nüfuz edemediği Kürt coğrafyasında yetişmiş ve eski Kürtçe’nin Lur lehçesinde yazmış 30 dolayında Kürt şairi bilinmektedir bugün, ki bunların yarıya yakını kadın şairlerdir. Bu kadın şairlerin yarısı ise tanbur eşliğinde eserlerini terennüm etmektedirler. Bu şairlerin dinsel unvanları Babe/ Baba; kadınların sıfatı ise Daye veya Xatun’ dur. Kürtler’in „Ömer Hayyam“ı olarak nitelendirilen ve onun yanısıra Mevlana ve Yunus Emre’yi önemli ölçüde etkileyen ünlü filozof- şair Baba Tahir Uryan bunlardan yalnızca biridir.

Literatürde Yarsanizm, Ahlê Haq gibi adlarla anılan bu Yaresan Aleviliği, Batı’da doktora tezlerine konu olurken, Türkiye’de bilinmemektedir bile. Bu bilinmeyince de, Babailiğin nereden geldiği, Hakikatçı Alevilik’teki ve Bektaşilikteki Baba’ lık ve Ana’ lık sıfatlarının nereden geldiği bile bilinmez.

İslamî Kürtler’e gelince. Göreceli olarak İslamı geç kabul eden Kürtler, öyle görünüyor ki bir yandan Selçuklu yönetimine, öte yandan Safeviler’le büyük bir rekabet içine giren ve Yavuz Selim’le başlayan Osmanlı- Halife yönetimine yaranmak amacıyla İslamiyette yoğunlaşmıştır. Buna rağmen, eski din ve geleneklerinin İslamiyetle çatıştığı yerlerde Tarikatlere yönelmişlerdir. Sünni Kürtler’in, Şafiî mezhebinin yanısıra Nakşibendi, Sühreverdi, Rifai ve Nurculuk tarikatlarına yönelmesi, bu açıdan ilginçtir. Bu tarikatlerin çoğu ibadetlerini erbane türü çalgılarla yapmaktadırlar.

Türkmen ve Kürt Aleviliği arasında fark var mı? Varsa nelerdir? Türkler Anadolu’ya gelmeden önce hangi inançtandı, sonra nasıl bir inançsal evrim geçirdiler?

Türkmen ve Kürt Aleviliği arasında çeşitli inanç, kültür ve ritüel farklılıklarının olması kaçınılmazdır. Bir defa Türkmen unsurlar bu topraklara gelmeden önce , esas olarak Sibirya halklarının dini olan Şamanlıktan sonra, farklı yer ve dönemlerde Budizm, Taoizm, Manihaizm, Hıristiyanlık ve Hazar İmparatorluğu döneminde topluca Yahudiliği benimsedikleri gibi, 8-9. yüzyıllardan sonra büyük çoğunlukla İslamiyete geçmişlerdir. Anadolu’da yaşayanların önemli bir bölümü Aleviliği benimserken; söylenenin tersine Orta Asya ve Kafkasya’da kalanlar bağnaz bir Müslümanlığa yöneldiler. Öyle ki, bölge Türklerini yansıtan 19. yüzyıla ait gravür ve seyahatnamelerde, şeriat kurallarının buralarda nasıl uygulandığını gösteren çarpıcı görüntüler vardır. Bu nedenle, resmi ideolojinin kalemşörlerinden, Rusya kaçkını Abdülkadir İnan gibi sözde bilimadamlarının, Aleviliğin kökenlerini doğrudan buralara bağlaması, tamamen güdümlü bir politikanın sonucudur.

Kısaca söylemek gerekirse, iddia edilenin tersine , Türkmenler esas olarak Alevilikle, Anadolu ve Mezopotamya topraklarında buluştular. Alevilikle ilgili ilk Türkçe şiirlerse 13. yüzyılda, Yunus Emre ile başlıyor.

Aleviliğin iki halk arasındaki farklı zaman ve mekan konuşlanışıyla farklı kaynaklanmalar dolayısıyla Kürt ve Türkmen Aleviliği arasında bazı gelenek ve töre farklılıklarının olması doğaldır. Sözgelimi „kirvelik“ ve „müsahiplik“ kurumu Kürt Alevilerine özgü bir gelenektir. Müsahiplik kurumu, Aleviliğe akraba Ezidilik ve Ahlê Haqlık gibi dinlerde „ahiret kardeşliği“ olarak nitelendirilen, Kürt Aleviliğinde de son derece önemsenen bir kurumdur. Öyle ki, müsahibi olmayanların cem’e girmesi bile mümkün değildir ve sorumlulukları son derece ağırdır.

Kirvelik de, Kürt Aleviliğinde salt bir sünnet olgusuyla özdeşleştirilemeyecek ölçüde önemlidir. Bir Yahudi geleneği olan „sünnet“ olgusu, İslamlığın bir ölçütü olarak yansıtılsa da, Alevilerde hiç de böyle algılanmamaktadır. Özellikle, Hakikatçı Aleviler sünneti, bir horozun gerdanından veya bir köpeğin kulağından bir parça kesmekle aynı şey olarak kabul ederler. Bu nedenle, Kürt Aleviler, sorumluluğu büyük olan müsahiplik yerine kimi zaman iki işlevi birlikte yürüten kirveliğe bu misyonu yüklemektedirler. Bu nedenle, Türk Alevilerinde önemsenmeyen bu kurum da, Kürt Aleviliğinde önem kazanmaktadır.

Bu arada, tıpkı Hıristiyanlar’da ve Museviler’de olduğu gibi, sakal kesmeme ve kıl düşürmeme geleneği de, Alevi Kürtler’e özgü bir gelenektir. Ayı, güneşi ve ateşi kutsal sayma; doğanın kutsanmasının bir göstergesi olarak dilek ağacını kutsama ve dilek dileme de, esas olarak Alevi Kürtler’e özgü bir olgudur.

Öte yandan, iki kesim arasında bir de politik ayrımcılık yapılmıştır. Sözgelimi, 1925’te yasaklanan Bektaşi tekkeleri 1927’den itibaren yeniden açılırken; Alevi Kürtler’e özgü dergahlar üzerindeki yasak hep devam etmiştir.

Kürt Alevileri arasında yaygın bir inanç var, Kürt Müslümanların Aleviler’e zulm ettikleri konusunda. Osmanlılar döneminde Aleviler’in katledilmesinde Devlet yandaşı davrandıkları gibi. Sizce bu söylentilerin gerçeklik payı nedir? Ve sebepleri nelerdir? Kürt ve Türkmen Aleviler neden Kürt ulusal hareketleri ile mesafeli olmuşlardır?
Babai, Bedreddini, Kızılbaş, Rafızi ve Sorser Aleviler’in, gerek Selçuklu gerekse Osmanlı yönetimlerince horlanan, aşağılanan ve yeri geldikçe tasfiye edilmeye çalışılan topluluklar olduğu açıktır. Bunlar içinde en çok aşağılanan unsurun yoksul Kızılbaş-Türkmen tabakalar olduğu da bilinmektedir. Onlara yakıştırılan sıfatlar „Etrak-i bi- idrak, Etrak-i napak, Etrak-i merkeb-etvar“ dır. Bu nedenledir ki, Selçuklu’dan başlayarak katliama en çok uğrayan unsurlar bunlardır. Ancak unutmamak gerekir ki, Babai ve Bedreddin hareketine katılanlar her soydan, her dinden ve her inançtan insanlar olduğu gibi; bunları bastıranların içinde de Türkler, Kürtler ve paralı Frank askerleri gibi değişik kesimlerden askerler vardır. Bu arada, unutmamalı ki Türkmenler’e Anadolu’nun kapısını açan 1071 tarihli Malazgirt Savaşı’nda da, Alpaslan’ın ordusunda 10-15 bin dolayında Kürt savaşçı yer alırken, Romen Diyojen’in komutasındaki Bizans ordusunda da 20 bin dolayında Hıristiyan Türk askeri yer alıyordu…

Yavuz Selim dönemindeki 50 bin kişilik Kızılbaş katliamı konusunda da, kanıtsız- belgesiz saptırmalara başvurulmaktadır. Bir kez katliam, Yavuz daha başkent İstenbul’dan çıkmadan başlatılmış ve güzergah üzerindeki bölgelerde sefer boyunca devam etmiştir. Konuya ilişkin en ayrıntılı araştırma, Prof. Dr. M. Şehabettin Tekindağ’ ın „Yeni Kaynak ve Vesikaların Işığı Altında Yavuz Sultan Selim’in İran Seferi“ konulu geniş oylumlu araştırmasıdır. Bu sefer sırasında, düzenli ordu birliklerinin ve Anadolu’daki sipahi güçlerinin yanısıra, kuşkusuz Doğu bölgelerinde yandaş Kürt mirliklerinden de yararlanılmıştır. Hatta bu seferde katledilenlerin büyük çoğunluğunun, Osmanlı’ya ve Safeviler’e yakınlaşmayı reddeden Alevi Kürtler olduğu da söylenmektedir. Çünkü Yavuz’dan sonra gerek Batı’ya gerekse Doğu’ya en çok savrulan unsurlar, bunlar olmuştur. Bu arada, unutmayalım ki Osmanlı’nın düzenli ordusu olan Yeniçeriler, Bektaşi ocaklarından elalmış unsurlardan oluşmaktadır. Ancak onların Bektaşiliği, tümüyle „Kızılbaşlığa düşman“ bir karakterdedir. Öyle ki, Priştineli bir Bektaşi şairi, 17. yüzyılda şöyle diyebilmektedir:

Yetmiş kâfir öldürmekten sevaptır
Kim öldürür ise bir Kızılbaş’ı…

Ancak , özellikle vurgulanması gereken tarihsel gerçeklik şudur: Gerek Selçuklu, gerek Osmanlı, gerekse Cumhuriyet yönetimleri, çıkarları için her zaman Sünni- Müslüman Kürt unsurlardan yararlanmıştır. Yukardakilere ek olarak Abdülhamid dönemindeki Hamidiye Aşiret Alayları ile Cumhuriyet’in ilk yıllarındaki Mahalli Kürt Milis Kuvvetleri’ ni ve günümüzdeki Korucular Ordusu’ nu buna örnek gösterebiliriz.

Özellikle, II. Abdülhamid döneminde tümüyle Sünni Kürtler’den kurulan Hamidiye Alayları, hem Ermeniler’e hem de Alevi Kürtler’e karşı kullanılmışlardır. Bu ise, Alevi ve Müslüman Kürt bloku arasında bugün de etkileri silinmeyen büyük bir kırılma yaratmıştır. İlginçtir, Abdülhamid’in durumdan şikayet eden Kızılbaş Kürt liderlerine armağanı ise, birkaç kişiyi okutup, buna karşılık Dersim’e ellerinde Kuran’larıyla Hanefi din adamları sokması ve Dersimlileri asimile etmeye çalışması olmuştur…

Türkiye’de inanç özgürlüğü var mı? Türkiye Devleti laik bir devlet mi? Sizce laiklik nedir?

Türkiye’nin laik değil, adeta „Devlet Müslümanlığı“ eksenli teokratik bir devlet olduğu; inanç özgürlüğünün de bulunmadığı açıktır. Düşünün ki, Kürt kimliğinin kabulü gibi Alevi kimliğinin kabulü de henüz hukuksal bir statü kazanmamıştır. Laikliğin en kısa tanımı ise, Devlet’in dinler ve inançlar karşısında eşit mesafede bulunmasıdır.

Batı dünyası, daha 16. yüzyılda reformunu ve rönesansını gerçekleştirip, dinin egemenliğini kaldırırken; Türkiye ne yazık ki aradan geçen 400-500 yıllık sürece rağmen bunu hâlâ gerçekleştirebilmiş değil.

Aleviler özgürce ibadet edebiliyorlar mı? Yaşayan Alevilikten biraz bahseder misiniz? Yeni kuşak Aleviler Aleviliği ne kadar yaşıyor? Bundan sonra neler yapılmalı?
Aleviler’in ibadetlerini geçmişte olduğu gibi, Cumhuriyet döneminde de özgürce yapamadıkları açık bir gerçektir. Düşünün ki, Aleviler’in ibadet yerleri olan Cemevleri ve Dergâhlar bile hâlâ resmen kabul edilmiş değildir. Bugün bu konuda fiili bir durum yaşanmaktadır. Bu nedenle, Aleviler’in Kemalist rejime bağlılıkları „ tek yanlı bir aşk“tan başka birşey değildir. Neyse ki, Sivas ve Gazi katliamları gibi kimi müsibetler, Aleviler’in gerçeği kavramalarında sarsıcı bir itme görevi görmüştür.

Bektaşilik ile Alevilik arasında belirgin bir fark var mıdır? Bazıları fark olmadığını, bazıları da çok farklı olduğunu söylüyor. Siz bu konuya nasıl yaklaşıyorsunuz? Sizce Kürt Aleviler arasında Bektaşilik etkisi var mı? Yoksa Türkmen Aleviliği mi Bektaşiliğe yakındır?

Öncelikle şunu bilmeliyiz ki, Alevilik geçmişi binlerce yıla dayanan bir evrensel- doğal dindir. Bektaşilik ise, 13. yüzyılda yaşamış Hacı ( Hace) Bektaş Veli adına, ancak ondan 200 yıl sonra yani 15. yüzyılın sonlarında Kızılbaşlığı Müslümanlığa ve Saray’a yaklaştırma amacıyla kurulmuş bir köprü- tarikat. Nitekim, Bektaşiliğe temel oluşturan ve Hacı Bektaş’a atfedilen eserler de ondan 200 yıl sonra başkaları tarafından kaleme alınmıştır. Hacı Bektaş’tan günümüze ulaşan şiir ve sözler ise sınırlıdır. Gerisi sonradan başkaları tarafından ve Arapçe olarak kaleme alınmıştır. Bu nedenle de, Anadolu’nun göbeğinde kurulan Hacıbektaş Tekkesi’nin postnişinlerinin büyük bölümü bile Anadolulu değil, Balkanlı’dır. Zaten kuruldukları bölgeler de Kızılırmak’ın batısında kalan Türkmen bölgesi ile sonradan fethedilen Balkan ülkeleridir. Amaç, gerek Kızılbaş Türkmenler’i, gerekse fethedilen Balkan ülkelerinin halklarını Müslümanlığa ve Saray’a yaklaştırmaktır. Güçlü Kızılbaş/ Alevi ocaklarına sahip Kürt coğrafyasında ise bu güdümlü tekkelere cevaz verilmemiştir.

Bu özelliklerinden dolayı Bektaşi tekkeleri, Kızılbaş isyanlarında hep Saray’ın yanında yer almış ve Kızılbaş topluluklarla ters düşmüşlerdir. Ancak gerileme döneminde Bektaşi tekkelerin ellerindeki malların alınmasından sonra, Bektaşi babalarıyla Saray’ın ilişkileri bozulmuş ve kimi Bektaşi babaları 1789 Fransız Burjuva Devrimi’nde bu hareketin ideologlarıyla ilişkiye girmişlerdir. Bektaşilik, özellikle bundan sonra bir muhalefet hareketidir ve kanımca 19. yüzyılın başında lağvedilmesi daha çok bununla ilişkilidir…

Aleviliğin bir „din“, Bektaşilik ve Mevleviliğin birer „tarikat“ olduğu, Devletin gizli etno-politik inceleme raporlarında da yer almaktadır. Bugün belirli mensupları bulunan bu iki tarikat, günümüzde Aleviliğin bir parçası ve yorumu olarak algılanmaktadır.

Bir de Aleviler tarihleri boyunca hep muhalif olarak yaşamışlar ve iktidar olamamışlar. Sizce bunun gerekçeleri nelerdir?

Bazı araştırmacılar, küçük bir isim benzerliğinden yola çıkarak, Alevilerin bundan 8000 yıl önce Anadolu’da yaşamış, bilinen ilk halklardan biri olan Luviler’ den geldiğini ve geçmiş binyıllarda Avrupa’da muhtelif dönemlerde devletler kurduklarını iddia etseler de; gerçekte Aleviler tarihleri boyunca hep muhalif olarak yaşamışlardır. Alevilik, gerçek kimliğinden uzaklaştırılıp, Şiilik formuna girince ve resmi din haline gelince de zaten tutuculaşmıştır. Bununsa, farklı biçimlerde algılanan „Ali“ ve „12 İmam“ kültlerindeki zahiri benzerlik dışında Alevilik’le hiç bir ilgisi yoktur.

Mehmet Bayrak AlevilikBir kez, Alevilikle semavi dinler arasında kimi simgesel benzerliklerin ötesinde köklü bir fark vardır. Bunlar ise, tarihi akışı içerisinde semavi dinlerle etkileşimi sürecinde ortaya çıkan motiflerdir. Sözgelimi, Hıristiyanlıktaki (Baba- Oğul- Kutsal Ruh) teslisinin, Aleviliğe sonradan eklemlenen (Hak- Muhammed- Ali, Hakikatçı Aleviler’de Hak- Ali- Hüseyin) üçlemesine dönüşmesi; (12 Havari’nin 12 İmam’a) dönüşmesi türünden benzerliklerdir. Dinler arasındaki en büyük belirteç, Tanrı ve İnsan algılamasıdır. Alevilik, tanrısal gücü bir bütün olarak evrende mündemiç, en belirgin yansımasını insanda bulan gizil bir güç olarak algılarken; başta İslamiyet olmak üzere semavi dinler insanı „kul“ düzleminde, etkisiz bir element olarak görmektedirler. Semavi dinler tarihinde sayısız Alevi, bu anlayıştan dolayı katledilmiştir. Bugün adı bilinmeyen nice ergin-insan içinde sadece Ebu’l- Wefa-yı Kürdi, Hallac-ı Mansur, Baba İlyas, Baba İshak, Seyyid Nesimi, Pir Sultan Abdal gibi birkaç ulu kişinin adı bilinmektedir. Salt Seyyid Nesimi’nin yoldaşı onlarca Hurufi- Kalenderi derviş-
şairin 16. yüzyıl başlarında Kayseri’de katledildeğini söylersek, sanırım bu konuda bir fikir vermiş oluruz…

Son olarak, Sizce Alevilerin Türkiye siyasetinde duruşları nasıl olmalı? İnanç özgürlüğü için nasıl bir yol izlemeli? (Kürt sorunu, demokratikleşme, insan hakları ve AB’ye giriş gibi konular bağlamında).

Açıkça söyleyeyim ki, Aleviler’in bugün karşıkarşıya bulundukları sorunun temeli, tek tip toplum yaratma eksenli politikalar ikame eden 1912 sonrası İttihad ve Terakki yönetimi ile bunun güçlü devamı niteliğindeki Kemalist rejim tarafından atılmıştır.
Gerek 2. Meşrutiyet gerekse 3. Meşrutiyet olarak nitelendirilen Cumhuriyet rejiminin yapmak istediği şey, Hanefi mezhebi ekseninde bir Devlet Müslümanlığı yaratmak ve Aleviliği de bunun içinde eritmektir. İttihad yönetiminin bu konuda gizli raporlar hazırlatması, Kemalist rejimin bir dizi yasal ve dinsel düzenlemeyle bunu uygulamaya koyması ve günümüzde hâlâ Alevi köylerine cami yapılmaya çalışılması, başka türlü izah edilebilir mi?.. Bunun için Müslümanların kutsal kitabı Kur’an bile yeri geldikçe kullanılabilmiştir. Sözgelimi Kuran’ın Cumhuriyet döneminde Diyanet aracılığıyla yapılan ilk tefsirinde M. Kemal’in verdiği direktif şöyledir: „Kur’an, Türk- İslam geleneği gözönünde bulundurularak tefsir edilecektir.“

Aynı dönemler, Kürt kimliğinin red ve inkâr edildiği; Lozan Antlaşmasıyla verilen kimi kültürel ve inançsal hakların, açık ve gizli kararlarla gasbedildiği; çok sınıflılık gerçeği yerine „imtiyazsız, sınıfsız kaynaşmış bir kitleyiz“ yutturmacasının dayatıldığı dönemlerdir.

Öyleyse, bu sistemde hakları gasbedilen Aleviler’in, doğal müttefikleri en başta Kürtler ve emek cephesinin bileşenleridir. Müslüman çoğunluk karşısında Aleviler ve diğer azınlık inançların; Türk çoğunluk karşısında Kürtler ve diğer etnik grupların; egemen sınıflar karşısında emekçilerin çıkarbirliği vardır. Tüm din ve inançların özgürlüğünü öngören gerçek bir laiklik; tüm halkların kendi kimlikleriyle yaşamasını sağlayan ve emekçilerin tüm sınıfsal haklarına kavuştuğu gerçek bir demokrasi, tüm bu katmanların ortak bileşkesidir.

Günümüzde bunu gerçekleştirecek en önemli etkenlerse, iç dinamiklerin yanısıra, Türkiye’nin içinde yer almaya çalıştığı Avrupa Birliği’dir. Avrupa Birliği’nin çizdiği yol haritası ve öngördüğü kriterler, bu kesimlerin beklentileriyle de buluşmaktadır.

YAZAR CAFER SOLGUN: ALEVİ DERNEKLERİ ERGENEKON’A SESSİZ

‘Alevilerin Kemalizmle İmtihanı’ kitabını neden yazdın?
Dersimli bir Kürt Alevisiyim. 1970’li yıllarda Dev-Genç’liydim. 17,5 yıl yattım. 12 Eylül’de ve 90’lı yıllarda. Alevi meselesinin önemini sonradan kavradım. Aleviler asimilasyondan şikâyetçidir. Bunun en önemli nedeni, devlet politikaları. Biz bu topraklarda devrim yapacaktık fakat bu toplumun gelenekleri ve inançlarıyla ilgili merakımız yoktu. Marksizm’i ezbere bilirdim, sosyalist devrimleri araştırırdık, Mao’nun neler söylediğini bilirdik ama bu toprakları tanımazdık. Sol hareketlere destek veren Alevilerin dertleriyle ilgilenmezdik. “Dedelik feodal bir kurumdur, din toplumun afyonudur” dedik. İçinden çıktığımız toplumu araştırmadık bile, merak dahi etmedik.
Alevilerin sorunu nedir diye düşünmedik.

Ne zamana kadar ibadetler gizli yapıldı?
1990’ların başına kadar böyle yapıldı. Çünkü 60’lı ve 80’li yıllarda baskılar hep oldu. Cemler jandarmalar tarafından basılmıştır. Dinine uyacaksan camiye gidecektin; Aleviliğinden vazgeçmek gerekiyordu. Solun yanlışıysa şuydu; özgürlükleri kısıtlanmış bir topluma destek vermemek, onların özgürlükleri için savaşamamak. Buna karşılık Alevilerin rejime, devlete karşı besledikleri eleştiri kültürünü kullanmıştır, sol. Aleviler tüm sol hareketlere destek verdiler.

Cumhuriyet Alevileri dışlamasına rağmen, Aleviler cumhuriyete ve Kemalizme sahip çıktılar diyorsun…
Çizdiğiniz tablo çok çarpıktır. Özellikle 1990’lı yıllarda bu daha da arttı. 2007 yılı içerisinde yaşadığımız, devasa kitlelerin katıldığı Cumhuriyet Mitingleri’ne Alevilerin destek vermesi çok çarpıcı.
Alevi örgütlerine sordum desteklediniz mi diye, hayır, dediler. Alevi internet sitelerine girerseniz görürsünüz verilen desteği. Aleviler yakın zamana kadar bu mitinglerin görüntülerini yayınladılar. Cumhuriyet Mitingleri’ne saf duygularıyla katılanlar olabilir. Bazıları darbe çağrıları yaptılar. Alevilikle darbe çağrısı yapmanın yan yana gelmesi bile çok kötü bir şey. Gündemde şu an Ergenekon terör örgütü var. Bu operasyonların derinliğinin sığ olduğunu söyleyebilirsiniz, sulandırma çabası olduğunu söyleyebilirsiniz ama Ergenekon bu devletin bir ürünüdür. Üç kişinin bir araya gelip oluşturduğu bir şey değil. Alevilerin hiçbir tepkisini gördünüz mü, duydunuz mu? Derin devletten ve Ergenekon’dan en çok zarar görenler Alevilerdir. Darbe süreçlerinde Alevilere uygulanan baskıları söylemeleri gerekir Alevi derneklerinin. Sessiz kalmaları üzücüdür.

Aleviler, Cumhuriyeti ve laikliği özgürlükleri için güvence görüyorlar. Alevilerin Cumhuriyete destek vermesi anlaşılır. Ya da laikliğe benzer bir yapının kurulmasına destek vermelerine şaşırılmaz. Çünkü özellikle Yavuz’dan beri baskı altında olan Alevilerin, böyle bir sisteme destek vermesi anlaşılır. Fakat sonrasındaki uygulamalar işin rengini değiştirdi. Tekke ve Zaviyeler Kanunu’yla Alevilerin dergâhları kapatılırken cami sayısı arttı. Bunlardan doğrudan etkilenenler Alevilerdir. 1924’ten itibaren Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu. Ondan beri Türkiye’de bir laiklik yok, şeriat tehlikesine karşı korunması gereken bir yapı yok.
Bu topraklarda takiye kültürü çok yaygındır. Aleviler de kendi içlerinde uydurdukları şayialara sonradan inandılar. Diyanetinkaldırılması tüm Alevilerin ortak düşüncesidir. Ama bu kurumu Atatürk kurmuştur. Derler ki böyle deyince, “Atatürk onu tarikatlara karşı kurdu.” Akılcı bir tarafı var mı bunun? Atatürk, Cumhuriyeti kurarken Hacıbektaş’a geldi, dedelerle sohbet etti, hatta onlarla şarap içti. Olabilir. Atatürk başka yerde de şeyhlerle oturup konuştu, Kürtlere de özerklik vereceğini söyledi. Bir mücadeleye başlarken herkesin desteğini almak için bunlar yapılabilir. Mustafa Kemal açısından bu anlaşılabilir. Fakat Aleviler, bir inandırıcılığı olmamasına karşısın bunlara inanmışlardır. Bunun sebebi, güçlü olana, “Aslında ben sendenim, beni bu kadar farklı görme hor görme” demektir.

Siyasi arenada CHP’nin ayakta durmasını sağlayanlar Alevilerdir” deniliyor. Statükodan en çok zararı görenler Aleviler?
Aleviler, iktidarlar geçip giderken bu ülkedeki asıl gücün kim olduğunu içgüdüsel olarak sezmişlerdir. Bu güç ordu ve kurucu parti olan CHP’dir. Onun için CHP’ye dayanmışlardır. Bu takiyyedir. Alevilerde kendilerinin yaşamasının en önemli sebebinin laiklik olduğu düşüncesi hâkimdir. İçten içe körüklenen şeriat korkusuyla Aleviler sistem partisini desteklemişlerdir. Dinci partiler iktidara geldiğinde ordu ve CHP olmasa bunlar bizi kesecek diye bir düşünce hâkimdir. Bu demagojik bir korkudur. Tabi ki bu ülkede şeriat getirmek isteyen birileri vardır. Aleviler açısından son dönemde bir sorgulama süreci başladı. Alevi derneklerinde bunu göremezsin ama kişisel olarak insanlar sorgulamaya başlamışlardır.

“Aleviler Türktür” kampanyaları yapıldı son zamanlarda. Aleviler gerçekten Türk mü?
Alevilik bir inanç sistemidir. Kürt de, Türk de, Arap da Alevi olabilir. Aslında bu, Kürt Alevilerle ilgili bir tez. Kimse Hatay’daki Arap Alevilere “Türksünüz” demiyor. Kürt de, Türk de, Arap da Alevi olur. “Tüm Aleviler Kürttür” diyen uçuk insanlar da var.

AKP ve Alevilerle ilgili ne düşünüyorsunuz?
Meseleye ‘Alevi Açılımı’ demek için yeni birtakım adımlar atılmalı. Reha Çamuroğlu’nun istifa etmesi bunun olmadığını gösteriyor zaten. AKP herhangi bir politika uygulamaktan kaçındı. AİHM’in kararlarına uyulması gerektiğine dair bir çalışma yapmadı. “Bu klasik din dersi değildir, din kültürü dersidir” diyerek savunma yaptı. “Ali’yi sevenlere Alevi denmektedir.” Çok ciddiyetsiz bir çalışma. O kitaplar Hanefi mezhebini anlatıyor. “Müslümanların tek ibadet yeri camilerdir” gibi bir şey çok yanlış. AKP’ye ön yargım yok. Keşke önceki iktidarların biraz önüne geçebilseler, eleştirenlerin eleştirilerine cevap verebilselerdi.
/radikal

EN SON EKLENENLER