Doğa sermayeye kurban edilemez

‘Ekoloji bir politikadır, üç ağacı konuşmak değildir. Ekoloji ve sermaye bir dilenma (ikilem) birbiri arasında uzlaşmaz ciddi çelişkiler vardır. Bugün yaşadığımız süreçlerin içinde çözüm ararsak bilelimki kapitalizme hizmet ediyoruz demektir’

16-17 Eylül günlerinde Dersim’de gerçekleşen HDP 1. Enerji Çalıştayı sona erdi. Genelde kapitalizmin özelde ise AKP hükümetinin enerji politikaları ile bu bağlamda ortaya koyduğu uygulamaların ele alındığı çalıştayda, birçok konuşmacı yer aldı. DBP ve HDP il yöneticileri, HDP milletvekilleri, PM üyeleri, DİSK Enerjisen Genel Başkanı ve Güvenliksen Genel Merkez yöneticileri, birçok bölgeden ekoloji hareketleri temsilcileri ile Dersim halkı katıldı. Çalıştayda ele alınan başlıklar; Enerji politikaları, Radikal demokrasi ve enerji, Enerji kimin için gerekli, Enerji politikalarının doğaya ve yaşama etkileri, Nükleer-Termik-GES- RES-JES-HES tipi enerjilerin yarattığı etkiler, Suyun ticarileştirilmesi, Enerji iş kolunda emek sömürüsü, Bütünleşik havza planları nedir?, Madenler, komünal enerji ve atölye çalışmaları yer aldı.

Dersim yakılıyor, yıkılıyor!

DBP Dersim İl Eşbaşkanı Murat Polat, yaptığı konuşmada “Dersim çok acılı. 100 yıldır Dersim baskı altında. Festivallerimiz yasaklanıyor, doğamız yıkılarak yakılarak insanlarımızın göç etmesi isteniyor. Ancak bizler coğrafyamızın yakılmadığı ve vadilerimizde suların özgür aktığı bir Dersim istiyoruz” dedi. HDP Milletvekili Erdal Ataş ise, “Dünyadaki savaşların temelinde enerji var. Dersim coğrafyasında, enerji vb. yollarla bir kesim zenginleşirken, toplumsal muhalefetin güçlü olduğu yerleri barajlarla boşaltarak iktidarını sağlamlaştırmak istiyorlar” diye konuştu. Dersim Milletvekili Alican Önlü de, “Faşist güruhun Ankara’da Hatun anamıza yaptığı muamele, vicdanı taşlaşmış olanları bile ürpertti. Faşizmin gücünü aldığı yer belli. Dersim için su fiziki ihtiyacın dışında kutsaldır. Onu hapsetmek, satmak Dersimin manevi değerini satmaktır. Coğrafyamızı terketmeyeceğiz, kutsallarımıza. Sularımıza, sahip çıkacağız” sözlerini sarf etti.

Enerji üretiminde emek sömürüsü!

Çalıştayda Enerjisen Genel Başkanı Mehmet Şirin Gürbüz, slaytlar eşliğinde enerji işkolu işçilerinin yaşamsal zorlukların içindeki çalışma koşullarını ve iş kazalarını aktardı. Yüksek gerilim işçilerinin iş güvenliğinde yoksun olduğunu, işveren temsilcisi eliyle zorla, güvenlik alınmadan işçilerin çalışmaya zorlandığını söyleyen Gürbüz, “Bu koşullarda çalışırken yaşamını yitiren arkadaşlarımızın yanına yerde yatarken gerekli güvenlik metaryallerini bırakarak resim çektiriyorlar ve suç işçinin dikkatsizliğine bırakılıyor. İşçilerin sosyal hakları verilmiyor. Ne yol ne yemek haklar arasında bulunmuyor. Dicle Dağıtım (DEDAŞ) yeni bir şirket kurarak işçileri bu şirkete haklarından feragat etmesi koşuluyla geçmeye zorladı. Yeni şirketin adı DEAŞ, tesadüf mü bilerek mi seçildi bilmiyoruz!” DİSK Güvenlik SEN Gen. Merk Yön. Sezgin ise, “Emek en yüce değerdir ama doğa talanı her şeyin üzerindedir” dedi.

Tarım ve su!

Çiftçi Sen Genel Başkanı Abdullah Aysu konuşmasında, “Mutlak suretle sular özgür akmalı. Su yaşam iksiridir. Kimyese ait değildir. Sahibi yoktur. Bağımsızdır ve varlıkların tümü sadece kullanım hakkına sahiptir. Çiftçinin kullandığı suyun kendisi suyun döngüsünü bozmaz. Türkiye’de %99 olan endüstriyel tarım yapan çiftçiler, hibrit tohum kullanırlar. Bu tohumlar çok su gerektirir. Her suni gübreden sonra su vermek zorundasınız. Gübre topraktaki tüm tohumları canlandırır ve her türden ot tarlanızı sarar. Bunları ayıklamak için ilaç kullanılır. Yabani otlar ve böcekler öldürücü ilaç! Endüstriyel tarım bir kısır döngüdür. Temiz olarak aldığı suyu kirleterek doğaya verir toprağı kirletir. Ortaya çıkan kirli toprakta üretim yaparız ürün de kirlidir. Su yok olursa önce kuşlar gider, sazlıklar kurur, toprak çölleşir ve en son yaban hayat gider. Yaban hayat deyip geçilmemeli. Arı olmasa meyve ve sebze meyve bağlamaz, fareler olmasa toprak havalanmaz. Domuz olmasa ormanın ömrü 15 yıldır” ifadelerini kullandı.

Enerji kimin için!

Yapılan konuşmalarda, kapitalizmin kendini var etmek için sürekli üretmek zorunda olduğu ve bunun için de en çok enerjiye ihtiyaç duyduğu belirtildi. Türkiye’de 80 bin MW enerji kapasitesi varken, ortalama çekilen enerji gücü 25-35 bin MW arasında değişiyor. İnanılmaz bir fark var. AKP hükümeti, 2023 hedefinde 120 bin MW enerji üretim kapasitesine ulaşacaklarını belirtirken bunun tüm alt yapısının da oluşturduğu ifade edildi. Ortaya çıkan enerji arz fazlalığının Avrupa ENTSO-E sistemine verilme hayalleri sürerken bu pazara girişin alt yapısı da yani enterkonkte sistemde inşa edildiği ifade edildi. Bu süreçlerde doğal yaşam bir avuç sermayenin çıkarlarına kurban edildiği ve su varlığının da bu enerji üretimlerine bağlanacağı belirtildi.

HES-RES-JES

Munzur’a yapılmak istenen HES’lerin 50 yıl önce planlandığı, bu projelerle hem Dersim halkının göçe zorlandığı, enerji üretimi ile birkaç şirketin cebinin dolduğu ve suya sermaye adına hakim olmak amacı güdüldüğü ifade edildi. Buradaki barajlar iş aş getirmeyecek, barajlarla ilin ilçelerle olan bağı koparılacak ve daha sonra Dersim il olmaktan çıkarılıp sermayenin at koşturduğu bir bölge halini alacağı vurgulandı. Barajlara uzun zamandan bu yana ‘güvenlik’ rolü de biçilmekte. Bu amaçla vadiler sularla doldurulup insanların birbiriyle iletişimi koparılmakta olduğu ifade edildi. RES’lerin (Rüzgar Elektirk Santralleri) kurulduğu bölgelerde ciddi tepkilere yol açtığı, bunun nedeninin ise yurttaşların yaşam alanlarının zorla işgal edildiği, yerleşim yerlerine kurularak 5-6 desibel sesin sürekli olarak oluşması nedeniyle insanlarda hastalıklara yol açtığı açıklandı. Ayrıca kuş göç yollarının üzerine kurulması nedeniyle kuşların öldüğü belirtilirken ölen kuş ve arıların fotoğrafları gösterildi. GES’ler (Güneş enerji santrali) ise en çok %3 eğim ister ve bu eğimdeki yer mutlaka tarım arazisidir. Yaydığı radyasyon ve ısı nedeniyle ciddi çevresel felaketler üretir. Enerji nasıl üretilirse üretilsin enerji nakil hatları üzerinden ticarileşen enerji bir sermaye malıdır ve bu mal için doğal yaşam yok edilemez. JES’lerin ise (Jeotermal Enerji Santralleri) özellikle yoğun bulunduğu Aydın ilinden örnekler gösterildi. Tarım topraklarının JES’lerden çıkan atık sularla zehirlendiği, özellikle incir üretimlerinin ihracat yapılan ülkelerden, içinde ağır metaller olduğu için geri geldiği ve bu incirlerin iç pazarda satıldığı söylendi. Menderes Nehri’nin ölü ve zehir saçan bir nehre dönüştüğü belirtilirken bölgede yapılan mücadelelerden fotoğraflarla örnekler sergilendi.

Termik santraller ve nükleer

Termik santrallerin çevresine yaydığı kirlilik Afşin-Elbistan ve Yatağan örnekleriyle ortaya serildi. Bu santrallerin hem insan yaşamını hem de doğal yaşamı hasta ettiği ve suları tüketirken küresel ısınmayı büyüttüğü vurgulandı. Nükleer enerjinin ise tehlikelerinden söz edilirken, Türkiye’deki nükleer santrallerin asıl amacının dünya nükleer atıklarının saklanacağı çöplük için gerçekleştirildiği söylendi.

Madenler

Madenlerin termik santrallerle bağı ortaya kondu. Her bölgede kömür madenlerinin ortaya çıkarıldığı ve yanlarına termik santraller kurmak istedikleri söylendi. Altın ve Gümüş madenciliğinin siyanürle üretim yaptığı ve bunun yaşamda geri dönülmez kirlilik yaratığı ifade edildi ve G. Afrika ile Balıkesir Balya ilçelerindeki madenciliğin sonuçları paylaşıldı. Artvin Cerattepe’deki madenin Artvin’in doğal yapısını yok edeceği ve Artvin’in kent olmaktan çıkacağı vurgulandı.

‘Ekoloji bir politikadır, üç ağacı konuşmak değildir’

HDP Ekoloji Komisyonu ve HDP MYK Üyesi Beyza Üstün, “Ekoloji bir politikadır, üç ağacı konuşmak değildir. Ekoloji ve sermaye bir dilenma (ikilem) birbiri arasında uzlaşmaz ciddi çelişkiler vardır. Bugün yaşadığımız süreçlerin içinde çözüm ararsak bilelimki kapitalizme hizmet ediyoruz demektir. Kürdistan’da yanan 6800 hektarlık alan kendini yeniler ama yanma süresi ile kendini yenilenme süresi arasındaki fark korkunçtur. Bazılarında geri dönüş olmayacak. Kapitalizm ölüm ve yıkım demektir. Doğal sistemler koşulsuz korunmalıdır” dedi. HDP MYK Üyesi Sezai Temelli, “Gramsci’den Öcalan’a tezler anti kapitalisttir. Bu tezlerin ortak noktası ise kadın ve ekolojidir. Tezlerin pratik hayattaki gösteren, Rojava oldu. Öcalan’ın tezlerinde siyasetin estetiğini değiştirmeye yönelik bir hamle görüyoruz. Siyasetin estetiği geçmişe göre daha anarşizan. Radikal demokrasi sorusuna yanıt vermeliyiz. Radikal Demokrasi konusunda Avrupa’da savunulan ile bizimki arasında bir fark var. Öcalan’ın tezleri devrimci bir okumaya tabi tutulmalı. Öcalan’la Negri tezleri birbirini zenginleştiriyor. Ortak zenginlik kavramı üretilmeye muhtaç” diye konuştu.

HABER MERKEZİ

16

EN SON EKLENENLER