Sıra GDO’lu tarıma mı geldi?

Prof. Dr. Hakan Yardımcı, ‘Devletin GDO konusunda mutlaka teşvik edici çalışmaları finanse ederek, kurumsal bir yaklaşımla pozisyon alması gerekiyor. Biz diğer ülkelere göre geride kalıyoruz. İsrail örneğin, hem çalışıyor hem bunun teknolojisine sahip aynı zamanda da ihraç ediyor’ dedi

Geçtiğimiz ağustos ayında tartışmaları yapılan GDO’lu 3 soya ve 1 mısır çeşidinin hayvanlarda yem olarak kullanılmasına yönelik gösterilen tepkilere karşı yapılanı savunan Ankara Üniversitesi Veteriner Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Hakan Yardımcı, yeni bir tartışma başlattı. GDO ile ilgili Türkiye’de mutlaka bilimsel araştırmaların yapılması gerektiğini söyleyen Yıldırım, “Özellikle toplumdaki kaygıların giderilmesi ve GDO üzerine çalışan diğer ülkelerle rekabet açısından önemli bir konu. Örneğin Rusya ve İran, GDO’yu hayvan yeminde kullanıyor, gıdada kullanmıyorlar yani bizim gibi Türkiye’de de aynı durum söz konusu. Ancak her iki ülkede bu konu ile ilgili birçok çalışma yapıyor. Hem Rusya hem de İran, biyoteknolojide ileri gitmiş durumdalar” dedi.

GDO’lu tarım hakim kılınmak mı isteniyor?

Türkiye’de GDO ile ilgili hiçbir çalışma yapılmadığını üstelik çalışma yapanları da GDO’cu diye etiketleyip araştırmaların önüne geçildiğini kaydeden Prof. Dr. Yardımcı, “O nedenle devletin GDO konusunda mutlaka teşvik edici çalışmaları finanse ederek, kurumsal bir yaklaşımla pozisyon alması gerekiyor. Remziye hocanın bu konuda bu kadar feryat etmesinin nedeni bu aslında. Biz diğer ülkelere göre geride kalıyoruz… İsrail örneğin, hem çalışıyor hem bunun teknolojisine sahip aynı zamanda da ihraç ediyor” dedi. Bir diğer açıklama ise, Hacettepe Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Remziye Yılmaz’dan gelmişti, ‘GDO’ya hayır demek matbaaya hayır demektir.’ Hem Yıldırım’ın hem de Yılmaz’ın söylemleri GDO’lu tarımın ve GDO’lu ürünlerin kullanımı önündeki kısıtların kaldırılmasına hizmet ettiği görüldü.

Çiftçiler GDO’yu benimsedi!

Prof. Yıldırım, ağustos ayında yaptığı açıklamada, “Dünya genelinde çiftçilerin genetiği değiştirilmiş (GDO) ürünleri yaygın bir şekilde benimsediğini söylemek mümkün. Bunun en büyük göstergesi, 1996 ile 2011 yılları arasında, GDO ürünlerin yetiştirildiği tarım alanlarının 94 kat artarak 17.000 km²’den 1.600.000 km²’ye çıkmış olması. 2010 yılı verilerine bakıldığında, dünyadaki tarım arazilerinin %10’unda GDO ürünlerin olduğu görülüyor. 2011 yılında, 11 farklı transgenik (gen aktarımlı) tarımsal ürün, 29 ülkede 160 milyon hektara denk gelen bir alanda yetiştiriliyordu. Günümüzde bu rakamlar daha da arttı” sözleriyle sürecin çiftçiler tarafından desteklendiği vurgusu manidar bulundu.

Hindistan örneği!

Günümüzde kapitalizm, açlığa çare bulma adına GDO birçok aldatmaca eşliğinde ‘Dünyada açlığı sona erdirme’ iddiasını tartıştırırken, geliştirilen GDO’lu ürünlerin insan sağlığı ve tarım arazileri ile bu alanlarda yaşayan binlerce tür canlı üzerindeki olumsuz etkilerinin can yakıcı biçimde büyüyerek sürdüğü açıkça görülüyor. GDO’lu tohumlar için 1950’li yıllarda ‘Yeşil Devrim’ adı verildi ve Meksika’dan başlayarak, tüm Latin Amerika’ya, ardından da Hindistan ve Asya’ya kadar yayıldı. ‘Yeşil Devrim’in en önemli sonuçlarıysa; zirai zararlılara karşı bağışıklık için kullanılan yeni tür pestisitlerin insan sağlığına olumsuz etkileri, melez türlerin toprağın yapısını bozması ve üretilen ürünlerin azalmasıdır. Ürünü azalan çiftçiler, üreme kapasitesi düşük olan melez tohumları her yıl yeniden almak zorunda kalıyorlar. ‘Devrim’e büyük sulama projeleri eşlik etti ve ediyor. Dünya Bankası yeni barajlar için borçlar verirken, ülkeler borç batağına sürükleniyor. İşlerini kaybeden çiftçiler ise, büyük şirketler için ucuz işgücü haline dönüşüyor.

Hindistan’da zorla dayatılan ve daha pahalı olan GDO’lu pamuk tohumlarını küçük üreticiler satın alabilmek için ekstradan kredi almak zorunda kaldılar. Geleneksel atalık tohumdan üretilen ürünlerden tohumluk ayrılması mümkünken, GDO’lu tohumlar ancak bir kez kullanılabiliyor ve çiftçiler her yıl yeniden tohum için borçlanmak zorunda kalıyorlardı. Hindistan’da 1995 ile 2013 yılları arasında Monsanto’nun tohumlarına mahkum edilen ve borçlar yüzünden arazilerini kaybeden 300 bini aşkın çiftçi intihar etti. İntihar etmek amacıyla trajik bir yolu kullandılar ve aynı firmanın yani Monsanto’nun ürettiği böcek ilaçlarını içmişlerdi. Bütün bunlar yaşanmamış gibi açıklamalarda bulunanlar GDO tekellerinin çıkarlarını mı savunuyorlar? Yaşam formunu bozarak elde edilen yeni frankeştaynlara insanlığın hiçbir zaman ihtiyacı olamaz.

EN SON EKLENENLER