Aleviler ve Devlet

Yaşadığımız ülkede, son yıllarda her alanda çok hızlı ve başdöndrücü gelişmeler ardı ardına yaşanıyor. Bunların bir kısmı teknolojik ve ekonomik olarak uluslararası sisteme entegrasyonun gerekliliği şeklinde doğal ve kendiliğinden yaşanan gelişmeler. Diğer bir kısmı ise bunlara paralel olarak sosyo kültürel ve sosyo politik alanda olması gereken gelişme ve normalleşmeler. Daha doğrusu, cumhuriyetin kuruluşundan bugüne kadar halledilmesi gerekip de bir türlü yerine getirilmeyen demokrasi ve hukuk temelli hak ve hürriyetler de diyebileceğimiz, insanca yaşamaya dair değerler bütünü…

Her anlamda Osmanlı bakiyesi bir ülke olma özelliği gösteren Türkiye, Osmanlı’dan devraldığı sorunları, çözme istemi bir yana “tek ulus, tek dil ve tek din” esasına dayalı bir ülke yaratma uğruna başvurduğu zor ve katliamcı mantıkla daha da katmerli ve içinden çıkılmaz bir hale getirmiştir. Cumhuriyetin kuruluşu ve bu esnada verilen kurtuluş mücadelesi esnasında, İttihat Terakki’nin kadroları ülkedeki her etnik ya da dini kesimin desteğini, bir takım vaatler vererek ustaca sağlamayı başarmış, ancak daha sonra bu vaatlerini unutarak bütün bu kesimlere despot, ırkçı ve faşizan uygulamalara başvuran bir yönetim anlayışını dayatmıştır.

1950’lere kadar süren bu tek parti (CHP) diktatoryası, kendi içinden çıkan muhalefetin güçlenerek iktidara gelmesi sonrası başka bir yöne evrilmiş, cumhuriyeti kuran asker-sivil bürokrasi bu gidiş karşısında askeri darbe seçeneğini devreye koymuş ve ülkenin son elli yılı peşpeşe gelen darbeler neticesinde akamete ve her anlamda kesintilere uğratılmıştır. Tabii bu darbelerde 20. yüzyılın ikinci yarısından sonra güçlenen ve tüm dünyada batı kapitalizminin sömürgeciliğine karşı yükselişe geçen sol/sosyalist kurtuluş mücadeleleri ve devrimci hareketlerin önlenmesi çabası çok etkili olmuş ve batı emperyalizmi tarafından dünyanın bir çok ülkesinde askeri müdahaleler uygulamaya konmuştur.

Konuyu çok fazla dağıtmadan, Türkiye’deki asker-sivil bürokrasinin bunları yaparken, başta Aleviler olmak üzere bir çok değişik kesimin (hatta 1960 darbesinde olduğu gibi sol kesimin bile) desteğini sağlamış olduğunu da hatırlatmakta fayda var. Özellikle Aleviler açısından cumhuriyet tarihi tam bir ironidir. Aleviler, cumhuriyet sonrası oluşturulan tekçi “Türk-Sünni” devlet tarafından sürekli, sistematik baskı ve soykırımlara maruz bırakılmalarına rağmen, resmi ideoloji tarafından “cumhuriyetin ve sözde laikliğin kendileri için yaşamsal bir nimet olduğu” yalanına inandırılarak, düzenin gönüllü destekçileri haline getirilmişlerdir.

İşte 21. yüzyılın son çeyreğine bu şekilde giren Türkiye’nin, özellikle 1980 faşist askeri darbesi sonrasında yaşadığı korkunç ve ağır baskı sonrası Kürtlerin başlatmış olduğu silahlı isyan ve özgürlük mücadelesi, birçok kesimle beraber Alevilerin de ezberinin bozulmasına yol açmıştır. Bunu güren devlet, özellikle 1990’lı yıllarda kendi eliyle kurdurduğu (CEM Vakfı) veya desteklediği Alevi kurumları aracılığıyla Aleviliği “Türk-İslam” çerçevesine hapsederek, özellikle Kürt hareketiyle olabilecek bağlarını koparmayı hedeflemiş ve başlarda bu konuda belli oranda başarı da sağlamıştır. Ancak Kürt siyasi hareketinin ve PKK’nin ağır bedeller ödeme pahasına sürdürdüğü özgürlük mücadelesi, zaman içinde Türkiye’deki bütün ötekilerin ve ezilenlerin sesi ve ortak mücadelesi olma gibi bir özellik de kazanmış, bu anlamda özellikle Kürt Kızılbaş Aleviler devletin bu politikalarını boşa çıkarmıştır. Ayrıca Kürtlerle girdiği mücadelede başarısız olan, ekonomisi hasar gören ve yorulan devlet, uluslararası sermaye ve batının kendisine bölgede yeni biçtiği rölün gereği olarak “huzurlu ve güvenli” bir coğrafya yaratılabilmesi için bölge halklarıyla ve Kürtlerle barış yapma zorunluluğunu kabul etmek zorunda kalmıştır. Bu süreçte Aleviler savaşın sürdüğü ortamda devlet tarafından Kürtlere karşı “müttefik” olarak kullanılmak istenmiş, görece rahat bırakıldıkları bir ortamda kurumsal anlamda örgütlenmelerini başlatabilmişlerdir.

Bugün Avrupa ve Türkiye’de geniş bir örgütlülük yapısına erişmiş olan Alevilerin bu durumu karşısında devlet klasik refleksi gereği, günümüzde AKP hükümeti aracılığıyla yeni bir takım oyunlar sahnelemeye çalışmaktadır. Açılımlar şeklinde ve değişik içeriklerle karşımıza çıkan bu politikaların detaylarına ve Alevilerin bunlar karşısındaki tutum ve davranışlarına ilerleyen zamanlarda detaylıca değinmeye çalışacağız. Ancak burada yer darlığından ilk etapta değinmek zorunda olduğumuz öncelikli konu, önmüzdeki kısa dönemde cem evlerinin yapısı ile, Alevi dedeleri ve kurumlarının Diyanet ile ilişkilendirilmesi çalışmalarının hız kazanacağına yönelik bazı işaretlerin varlığıdır. Devlet bunu ilk defa dile getirmemesine rağmen, buradaki tehlike buna Alevilerin kısmen de olsa ikna edilebieceklerine ve böylece “ocakların” devreden çıkarılarak Diyanet merkezli bir çözümün, üstelik de Alevilerin kendi elleriyle hayata geçirilebileceğine dair endişelerimizdir. Dediğimiz gibi bu ve benzeri tehlikeleri ilerde detaylı biçimde ele alıp takip etmeye devam edeceğiz. Sözü Alevilerin kendilerine ait tüm sorunlarında sadece kendilerinin özgüçleri ve örgtlülüklerine dayanarak çözüm üretmeleri gerektiği şeklinde noktalayıp, devam edeceğimizi belirterek bitirelim…

EN SON EKLENENLER