XIZIR VEYA KUDRET-İ NUR CEMRE/KOZİ VE AŞK’IN DOĞASI

Alevi felsefesine göre, Xızır ile başlayıp  Cemre’ler ile devam eden,  Newroz  ateşi ile doruğa çıkan bir süreç izleyen her yıl çeşitli şekillerde  kutsanan ve kutlanan bu temel yaşam kaynağının adını koymak gerekirse,  buna KUDRET-İ NUR  diyebiliriz. Yani Xızır diye çağırdığımız güç, bir kişi değil, doğanın devinimsel enerjisinin harekete geçirilmesi veya geçmesidir. Önemli olan o gücü harekete geçirebilme başarısıdır.

ReyaHaq-Kızılbaş Alevi inancına göre ‘’İnsan dara düşmedikçe, Xızır yetişmez’’ İslami terim ile ‘’Kul sıkışmayınca Hızır yetişmez’’  yani insan ancak gerçekte tam çaresizlik halinde, bir mucize bekler. Mucize ise , beklenmeyen ve olanaksızın gerçekleşmesidir. Mucizeyi gerçekleştirmek ise ancak insanın tüm benliği ile enerjisini yoğunlaştırıp harekete geçirmesi ile olur. Bu düşünülerek veya planlanarak  yapılacak bir şey değil, bütün yolların kapandığı zifiri bir karanlıkta, tüm bedenindeki enerjinin bir odaktaki patlaması gibi bir ışığın açığa çıkması ve bir çıkış yolunu gösterme şeklinde görünür olma halidir. Bunun tezahürünün ,o anın ihtiyacına göre bin bir hali vardır. Alevi inancına göre de diyoruz ya, ‘’Bin bir adı vardır, biride XIZIR’’. Önemli olan bu mucizenin hangi şekil ve donda olduğundan ziyade, o anda bir çarenin gerçekleşmiş olmasıdır. Darlıktan kurtulma imkanının oluşmasıdır. Tüm ümitlerin tükendiği bir anda , kurtuluşun gerçekleşme sevincinin yaşanmasıdır. Kuşkusuz Xızır/Hızır ile ilgili bir çok efsane ve  mitolojik hikaye anlatılır.

Ancak tümünün ortak yanı  bir mucizenin gerçekleşmiş olmasıdır. İnanca taşınma biçimi ve yaşatılma ritüeli olarak bölgelere göre bazı kültürel farklılıklar olsa da, ağırlıklı olarak Kızılbaş Alevilerde Ocak ayı ortalarında başlayıp, Şubat ayı ortalarına kadar devam eden, yedi ile üç gün arasında oruç tutularak, cemlere taşınan komünal bir toplumsal paylaşım davranış ve zihniyet kültürünü hafızalarda canlı tutmayı her yıl tazeleyerek, insanın önce kendi sorumluğu içinde,  birbirine Xızır olmasını, bir ahlaki kural olarak etik değer olarak, yerine getirmeye sorumlu tutmasını sağlamaktadır.

Daha önceki bir yazımı konunun bağlamından dolayı burada yinelemek istiyorum;

MAZLUMLAR YOLUNU GÖZLER, BOZATLI XIZIR

‘’Bozatlı Xızır, insanlık tarihinin en kadim mitolojisinin kahramanıdır.

Birçok toplumun her çağına ve kültürüne damgasını vurmuş, çeşitli isimler ve sembollerle yaşatılmaktadır.

Ama Reya Haq süreği, Kürt Kızılbaş Alevilerinin inanç kültüründe ve manevi dünyasında Xızır ; car kapısında yardım eden, darda ve zorda kalanların kurtarıcısı, bolluk ve bereketin sembolü, hastalara şifa dağıtan, kara kışın sonu, baharın başlangıcı, Newroz’u müjdeleyen, yeni bir yılın başlangıcının habercisi ve sembolüdür.

Onun için Kızılbaş Alevilerin  Xızırı karşılaması bir bayram şenliğindedir. Yeniden dirilişin ve kurtuluşun bayramı ve şenliğidir. Xızır’ı oruçlar ile karşılayıp, cemlerde ağırlamak, onun huzurunda Dar’da durup, özü ve sözü ile toplumsal ikrar vermek, Newroz ile kutlama törenlerini bayram tadında doruğa çıkararak , Ahrimanın karanlık gecelerine sırtını dönerek , CEMŞİD’in güneşini secde ile selamlamaktır.

Hırıstiyanların, (Weinachtsman) Noel Babası’nın Geyik’li Arabası, İslam Peygamberinin Burak atı ile arşa çıkması, Şahı Merdan Ali’nin ışıktan hızlı Düldül atı ile çağrılan yerde hazır olması, hep XIZIR kültüründen esinlenmişlerdir.

Yani Xızır kuzey yarımkürede olan bizim Mezopotamya- Anadolu coğrafyasında insanlığın ilk evcilleştirdiği ve ulaşım aracı olarak da  kullandığı,  en hızlı hayvan olarak atı simgelerken, kış mevsiminin en çetin döneminde beklenen bir kurtarıcı güç olarak, mevsimin karlı boranlı havasının kar ve tipisi içinde, rengi boz-beyaz şekil aldığından, BOZ ATLI  XIZIR olarak tasvir edilmiştir.

Alevi aşık ve dervişlerinin Xızır’la ilgili çok deyişleri ve duwazları var.  Bunların bazılarında Xızır şöyle dile getirilir.

“İtikat ve inancın var olduğu her yerde, Xızır/Hızır var olmuştur.

Azattır fenadan geçen

Ab-ı Hayat’tan su içen

Zulmettin kapusun açan

Hızır sıfat veli gerek

Şah Hatayi’nin deyişi Xızır’a verilen önemi açık bir şekilde ortaya koyuyor. Alevi inancında gelen misafiri Ali ve Hızır gözüyle görmek anlayışı da buradan kaynaklanmaktadır.

“Misafir gelir ki kısmeti bile

Misafir Hızır’dır özrünü dile

Hatayi’m uğyuyu tut ver gele ele

Mihmanlar siz bize sefa geldiniz”

 

Yine diğer bir ozanımız Kul Himmet üstadımız’da şöyle dile getiriyor

“Dua edin bize misafir gelsin

Lokmamız yesin yüzümüz gülsün

Büyük küçük onu hep Hızır bilsin

Mihman canlar bize sefa geldiniz

 

Kul Himmet üstadım tuttuğun gele

Mihman nasibini getirir bile

Misafir Ali’dir öz nefsin dile

Mihman canlar bize sefa geldiniz”

Çünkü Xızır’la bütünleşmek Xızır´a olan inancınız Xızır´ı daima içinizde var etmiştir, içinizdeki inanç, özünüz’le, sözünüzle ve gönlünüzle bir değilse, Hızır’dan medet ummak boşunadır. Xızır, inanmak ve itikat ister, Xızır’a inanmak doğruluk ister, Xızır’a inanmak vicdanınla ve yüreğinle yola bağlılık ister, insan yaşamında itikatın olmadığı yere Hızır gelmez.

Xızır oruçları yörelere göre Şubat ayı boyunca tutulsa da, bu yıl miladi takvime göre 11, 12 Ocak günlerinde başlayıp 13 Şubat’a kadar sürecek bir ay Xızır ayıdır.

XIZIR ORUCU;

Miladi takvime göre 2020 Xızır oruçları , 11-12-13 şubat arasında 3 gündür. (Bazıları  karşılama olarak da ,beş veya  yedi gün oruç tutarlar)

2020 yılının bu ilk günlerinde , Bozatlı Xızır’ı karşılarken, tutulan – tutulacak olan oruçlarımız kabul olsun.

Cemlerimizde verilen ikrarlar daim olsun, Xızır’ın himmeti ve yardımı halkımızın ve tüm mazlum insanlığın carına yetişsin.

Xızır tüm mazlumların yar ve yardımcısı olsun . Dildeki dilekler , gönüldeki muratlar, kabul olsun.

Beklenen Umutlar Bozatlı Xızır’a ayan olsun.

Tekrar konumuza dönersek;

Evet,  Xızır bu kainatın en büyük sırrının zaman zaman görünür olma hali veya bizdeki gizil gücün açığa çıkarılma biçimi olarak Kudret-i Nur’dan başka bir şey değildir.

Kudret güç demektir. Nur ise,  Alevi  felsefesi  deyimiyle yaşam Töz’ü- Cevheri ,  güncel deyimi ile Higgs Bozonu (Tanrı Parçacığı) denilen  enerji kaynağının adıdır. Yani İnsanın merakı ve çabası ile Batıni / Leduni ilmi ile anlatılan  Sır alemini , bugünün  bilim ve bilgi birikimi ile deneyleyerek Sır’rı daha çıplak gözle görünür kılma mücadelesi devam etmektedir.

Biz bu yazımızda,  Alevi inanç felsefesinin devriyeler ile anlattığı,  kainatın varoluş serüveninin , Sır’rının insan aklı ile çözüldükçe , Halac-ı Mansur ve  Şahabeddin Sühreverdî  gibi yaşamları ile bu Sır’rın bedellerini ödemiş filozofların, inancımızın  son binli yılların inşasındaki yeri ve önemi daha da önem kazanmaktadır.

Onlar sadece Alevi inancı ve insanı için değil, fikirleri ile tüm  insanlığın ilminin  ışığı olmuşlardır.  İslam dahil tüm vahiyli/doğma  dinlerin insan beynini ve düşünme gücünü teslim alma saldırısına karşı,  bilgi ve bedenleri ile karşı durmuşlardır.  Daha fazla bilgi için (açıklamalar bölümüne bakınız)

Bu kısa açıklamadan sonra , bu bilgiler ışığında KUDRET-İ NUR’un inancımızdaki  ifadesini irdeleyelim.

Kudret-i Nur’dan, (Xızır) Newroz Ateşine tüm Varlık aleminin, ‘Ten’de ve Can’da ifadesini bulan Hakikat,ın  özü Can’da ki enerjidir. Daha önceki yazılarımızda belirtmiştik. Alevi İnancı özünde İnsanın Hakikat arayışıdır. Şimdi Kudret’i NUR’un izini sürerek , hakikatimize bir huzme(demet)  ışık tutalım.

İnsan ve tüm Canlı-cansız varlıklar,  bir Zahir görünümleri olan Şekilleri ile ,  bir de TEN’e yaşam gücü veren Batıni (görünmez alemdeki) CAN’a sahiptirler.  Şekli olan  Ten geçicidir. Don’dan Don’a hep değişim göstererek,  halden hale girer. Her DON da ki Şeklinde ona güç veren, hareket ettiren, büyüten, yaşatan bir güç kaynağı vardır ki;  bu güç CAN ile ifade edilen Kudret-i NUR’dan gelen enerjidir.

Bu enerji yani Can,  şekli/fiziki Ten’i terk ettiğinde , TEN’nin şekli/fiziki varlığı , Don değiştirme sürecine(Ölüm) girer. Ama Can dediğimiz yaşam kaynağı olan Enerji,  ölümsüz olduğundan değişim içinde sadece o ten’i terk etmiş olur ve  yeni bir  Ten’de vücut bulur. (Bu ten, ilahi bir insan ten’i olmak zorunda değil, börtü-böcek, bitki-çiçek, canlı-cansız herhangi bir maddesel şekil’de olabilir)

Can’ın yeni Ten de buluşması için , bir birine ihtiyaç duyan, artı(pozitif)  ve eksinin(negatif)  arayışı gibi , Mecnun  ile Leylanın ateşi gibi bir sıcak buluşmanın ateşi ile yanıp tutuşması gerekir ki,  buna da AŞK diyoruz. Yani herşeyi Var’ından Var eden, Kudret’i NUR’dan zuhur eden enerjinin somutlanıp cisme dönüştüğü ve O cismin yaşam bulmasına vesile olan CAN(enerji)ın sırrı AŞK da saklıdır.

Düşünin ki, bir bitkinin Can’ı çekildiğinde , solup dökülür. Çürür ve o don dan çıkarak başka hallere bürünür. Bir İnsanın Ten’inden (bedeninden) , Can çıktığında da , hareket veren yaşamı durur. Dokunduğunuz da, soğuk ,his’siz, duygusuz ve vasıfsız bir şekilde , solgun ve hareketsiz bir halde  çürümeye , yani don değiştirme sürecine girmiş olur.

Ama Can tenden ayrılınca (ki bu süreç Cen’in de canlanma  ve Cen’aze’de  canı terk etme süreçleri  40 gün olarak belirtilir ) yeni bir beden ile buluşup aralıksız yoluna devam eder. Alevi inancında bu temel yaşam kaynağına Kudret’i NUR diyoruz.  Bir canlı doğduğunda , Nur topu gibi balkıyan parlayan enerji, Can verince(Ölünce) solgun ve  fersiz (ışıksız donuk)  bir şekil alır.

Kudret’i Nur’un en büyük kudret olduğu ve simgesini ise Ateş-Güneş, Kandil veya Çerağ dediğimiz , hem ısıtan, hem aydınlatan  bu enerji,  gücü ile bir tarafdan yaşam veren , diğer taraftan görünür kılan bir güçtür ki, tüm Evrende , Kainat da, Hava da, Su da, Toprak da, Bitki , börtü böcekte, Hayvanat ve İnsan da bir devriyedir sürüp gider. Her Ten ve Can ayrılması bir aşkın bitişi , her ten ve  can buluşması ise bir aşkın başlangıcıdır.

Bu buluşmalar her zaman RIZALIĞA dayanan  bir İKRARLAŞMA (birbirine bağlanma) ile,  bitinceye kadar devam edecek bir başlangıca dayanır. Doğada ,Tabiat da , tüm Evren ve Kainat da,  RIZALIK ile bulaşamayan birleşmelerden İkrar çıkmaz, doğal kabul edilen, yaşama enerji ve can veren doğumlar gerçekleşmez.  Çünkü orada zoraki bir dayatma var  ise , aşk denilen Kudret’i Nur’un enerjisi –ısısı ve aydınlığı vukuu bulmaz. Zorla yapılacak bir  birleşme soğuk  , ruhsuz , cansız ve solmaya yani çürümeye ve de ölmeye mahkumdur.

Onun için ‘Alevi İnancı, Rızalık ile İkrarlaşmayan buluşmalardan, Veled-i Zina doğar’ der.

Bu terim bir dini ezber veya kur’ani emir değil, doğanın, kainatın veya evrenin doğal ve tabii hakikatinden manasını bulur. Yani bir buluşma , birleşme Rızalık ile bir birini arayan, birbirini tamamlayan enerji ile canların buluşmasına dayanmayıp zora dayanır ise , orada can ölür.Ten üzerinden şekli teslim alma gerçekleşir. Bu ise zaten tecavüz dediğimiz,  inancımıza göre ölüm ile eş değerdir.  Alevi inancında bu fiil, af edilemeyen  ve en ağır cezai müeyyide uygulanmaktadır.

İçinde Can’ın , ruhun , aşkın, enerjinin  ve sıcaklığın olmadığı   buluşma-birleşme  bir karanlık zulumat dünyasıdır ki,  bu en büyük doğal zulüm ve işkencedir.

Nevrozun ateşini , yani Kudret’i Nur’dan gelen enerjinin gücünü , Alevi İnancı Xızır’ın gelişi  ile başlatıp, cemreler ile bu enerji-ısının önce hava’da , sonra su ve toprak‘da ve nihayet bütün kainattaki buluşmasını doğadaki bir aşk mayalanması olarak görür.

Eskinin, yani  karanlığın ve eskiye ait olanın çürümesi, ölenin fiziki tenin yeni bedenlerde can bulmasına vesile olarak; doğa ve tabiattaki devri döngünün devam etmesinin kutlanması , yeni  bir başlangıç, yeni bir doğum, yeni bir varoluş ve yeni bir aşkın meyve’ye durması olarak kutlanmaktadır.

Burada bir parantez açarak Hakikat ve aşk ilişkisine bir göz atalım.

Hakikat, derinliklerdeki aşk incisidir …

Hakikat statik bir şey, olgu, duygu, durum veya an olmadığından, derler ki; hakikat yolun sonu değil, yolun kendisidir. Hakikat arayışı bilgi, bilme, bilince varmayla da ilgilidir. Ancak, yalnız bilginin ortaya çıkardığı ‘gerçek’ değildir.  Hakikat, gönül gözünü aydınlatan ışıktır, bilgi ile özün bütünselliğidir.

Bugüne kadar bilge insanlar hakikate tamamıyla erişilemeyeceğinden yakınsalar da; hakka ve hakikate eriştiğini söyleme cesaretini gösterebilenler ise Mansur gibi dara çekildi, çekiliyor.

İnsan, iktidar aygıtına karşı durarak, onun giydirdiği örtülerden arınmaya çalışarak , gerçek özgürlüğün yani hakikat yolunun yolcusu oldu.

Hakikati önce kendisinde, kendi toplumsallığında aradı. Mevlana  diyor ki“Eğer hakikati, aşk incisini arıyorsan, görünüşten kurtulman,  denize/ummana  dalman,  derinliklere inmen gerek!  Yoksa şöhret, gösteriş deniz kıyısına düşen köpüktür.”

Bize öğretilenler, fiziğimize ve zihnimize yedirilenler de bu ‘köpük’ten başka bir şey değil…

Esasen Evren’de, doğada bütün varlıklar hakikatini yaşıyor.  

Sadece insan hakikati arıyor.

Çünkü Hakikati terk eden, ondan uzaklaşan tek varlık  insan. Bunu fark edenler yeniden O hakikati bulmak için Hakikat aşk-ı ile Yollara çıkıyor. Tıpkı Hallac,  Suhreverdi , Yunus ve daha nice Yol rehberleri gibi,  Onların gösterdiği YOL Alevilikte bizler için  İnanç oluyor.

Aşk’da saklı olan bu Hakikat sırrının doğadaki döngüsüne dönersek;

Newroz özellikle  Alevi-Kızılbaş/ Reya Hak yolu felsefesinin yaşadığı kuzey yarım küre toplumları  ve  coğrafyasında , yaşamın tarihi tünelinden geçerken, yaşanmış tüm zor-zorba ve zorla canlının veya insanın yaşamına, iradesine veya doğal haklarına karşı yapılmış –yaşanmış tüm nehak zorbalıklara karşı, doğal yaşamı ve hakkı savunma, yeniden iradesini elde etme ve koruma mücadelesinin bir sembolüne de, dönüşmüş ve buluşmuştur.

Bu neden ile Newroz/Nuroj/Nevruz hem kainatın ve tabiatın doğal döngüsünün sonucu oluşan  yeni doğumu , varoluşu , ısınmayı ve aydınlığı velhasıl yaşamın temel ihtiyaçlarının devamlılığına olan yönüyle kutlanırken,  hemde insanlık tarihinin seyri süreci için de , yaşanmış zor ve zalimlerin düzenlerine karşı,  insanın doğumdan gelen yaşam ihtiyacı ve iradesini yani onurunu koruma mücadelesinin de sembolü haline gelmiştir. Demirci Kawa’nın Zalim Dehak’a karşı mücadelesini de anlatan mitolojik bir çok hikaye olduğu gibi.

Daha sonraları Hz. Ali’nin doğum günü gibi  gerekçeler,  Ali’nin Hakk’ın adı , (Ali ilah veya Eli- Hakk) yani kendisi olarak inancımızda yer almasından başka bir şey değildir.  Yoksa gerçek fiziki beşeri bir doğum günü   olarak değerlendirmek, zorlama  tamamen  takiye ve güncel asimilasyon ile gerçeğin dejenere edilmesine   dayalı  üretilmiş/ öğretilmiş  gerekçeler olup,  amaç bunun kisvesi altında geleneğin sürdürülmesidir. Tabi ki başta,  Alevilerin önemli bir kısmında  olmak üzere , zaman içinde bu bir manipülasyon, dejenerasyon ve asimilasyona dönüştürülmüştür.

Bitirirken bir doğa ve İnsani  akıl Yolu – İnancı olan Alevilik, asli değerleri ile ve kök kültürü ile buluştukça,  ilim ve bilimin mürşitliğini esas aldıkça, olayları ve olguları insanlığın tarihi içinde analiz ederek , kendi tarihini açığa çıkardıkça,  yeni  nesillere yol göstermeye  devam edecek ve  genç kuşaklar ile daha kolay buluşacaktır.

Bu amaç ile çaba gösterecek olan ariflere, marifet sahibi Ana’lara , Pir’lere,  Aşık-ı  Sadıklara ve Ehl-i  Kamillere aşk ola.

Onlar ile  gerçek dile gele. GERÇEĞE HÜ diyenlerin menzili Kudreti Nur gibi önsüz ve sonsuz ola.

    Kaynak ve Açıklamalar:

  • Kudret ; a- erk, erke,  güç. , b- yetenek. , c- parasal güç, varsıllık. , d-Tanrı yapısı.     e-Tanrının öncesiz ve sonrasız gücü.
  • Töz / Cevher ; değişen yüklemlere desteklik eden değişmez gerçeklik; kendi kendisiyle, kendi kendisinde var olan anlamındaki felsefi kavram. Öznede değil, kendinde var olan. Bağımsızca kendi içinde var olan.

Töz diger adıyla Cevher Nedir?

Değişen durumlara karşı kalıcı olan; kendi kendisiyle, kendi kendisinde var olan, varoluşu için başka bir şeye ihtiyacı olmayan şey.

John Locke için töz şudur: “Niteliklerin yalnız başlarına var olmakta devam etmelerini kavrayamıyoruz. Zorunlu olarak bunlara destek olan başka bir şeyin var olması gerektiğini düşünüyoruz. Destek olan bu şeyin de birçok nesnelerde bulunduğunu varsayıyoruz, işte bu ortak desteğe töz adını veriyoruz…”

Descartes töz için şöyle demektedir: “Tözü düşündüğüm zaman, var olmak için kendinden başka hiçbir şeyin varlığına muhtaç olmayan bir şeyi düşünüyorum. Açık söylemek gerekirse böyle olan yalnız Tanrı’dır.”

Hollandalı düşünür Spinoza da tözü şöyle tanımlıyor: “Töz sözcüğünden, kendiliğinden ve kendisi için var olanı anlıyorum. Bu kavramın meydana gelmesi için başka bir kavrama ihtiyaç yoktur…”

İslam düşünürlerine göre töz, ya kendi özünden dolayı ya da kendi başına vardır. Kendi özünden dolayı var olan, var olması için hiçbir şey gerekmeyen cevher Tanrı’dır. Kendi başına var olan ise var olmak için başka bir şeyde bir başına var olan ise var olmak için başka bir şeyde bulunmayan, başka bir şeye dayanmayan bağımsız olan tözdür. Bu anlamda Tanrı dışındaki nesnelerde tözdür. Bu düşünürlere göre soyut tözler başlangıçsız, maddi tözler ise yaratılmıştır.

Kaynak: Ömer YILDIRIM’ın Kişisel Ders Notları. Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf “Felsefeye Giriş” ve 2., 3., 4. Sınıf “Felsefe Tarihi” Dersleri Ders Notları (Ömer YILDIRIM); Açık Öğretim Felsefe Ders Kitabı

  • Cemre/ Koz: Halk takviminde baharın gelişi ve havaların ısınmasının müjdecisi olarak biliniyor. İnanışa göre, birer hafta arayla önce havaya, sonra suya ve daha sonra da toprağa düşen cemre halk takviminde , yılın uzun veya kısalığına göre bir gün önce veya sonra düşer.

Halk takvimi ve inanışına göre, Kasım günlerinin 100. gününden 5 gün sonra cemreler düşmeye başlıyor.

Cemrenin birer hafta aralıkla havaya, suya ve toprağa düştüğüne inanılıyor. Biri kendisi olan yani Kor/ ateş/Nur olan cemre,  Üç tane ve üç aşamada ;  birincisi havaya (19-20 Şubat), ikincisi suya (26-27 Şubat) ve üçüncüsü de (5-6 Mart) toprağa düşer. Her cemre arası bir hafta kabul edilir ve Newroz ile birlikte ısınma bütün doğada his edilir bir aşk ateşi gibi doruk noktasına çıkar.

Kürtçe de ‘’KOZ’’ olarak bilinir ve ‘KOZ ket’ köz düştü denir.

CEMRE ; Ateş, kor“ anlamına gelen cemrenin her yıl Şubat ayı sonunda başlayan takvime göre önce havaya, sonra suya, son olarak da toprağa düştüğü kabul ediliyor. Başlangıcından itibaren, Yani Xızır günlerinin başlangıcından itibaren yaklaşık bir ay süren bu dönem Newroz ile sonuca ulaşır. Cemre düşmesi, toprağın uyanışı ve bahar bayramı olarak  da kabul edilen Newrozun/Nevruzun yaklaştığına da işaret ediyor.

Cemre’nin doruk noktası NEWROZ  ateşi ile kutlanır ve kutsanır.

Cemre düşmesi“ hayvancılıkla uğraşanlar için soğuk nedeniyle dışarıya çıkartamadıkları hayvanların otlaklara kavuşma zamanının yaklaştığını, tarımla uğraşanlar için de toprağın işlenme dönemine gelindiğini ifade ediyor.

3- Higgs Bozonu (Tanrı Parçacığı)  – Altay Şengür / (internetden alınmıştır)

İsviçre’nin Cenevre kentinde bulunan Cern laboratuvarında yapılan deneyler sonrasında bir anda hayatımıza girdi ‘Higgs bozonu’. Pek çok yerde geçmesine, yaşamın temel kaynağı olduğunu duymamıza rağmen halen birçoğumuz ne olduğu, nasıl ortaya çıktığı hakkında pek fazla bilgi sahibi değil maalesef.

Buyurun şimdi en basit haliyle anlamaya çalışalım bu gizemli maddeyi.

  1. Higgs Bozonu Nedir?

Evrenin başlangıcı kabul edilen büyük patlamanın, (Big Bang) saniyenin milyonda biri kadar ertesinde ilk parçacıklar da etrafa saçıldı. Bu fizik kurallarını bulmaya çalışan fizikçilere göre ilk çıkan parçacıklar kütlesiz ve saf enerjiliydi. Fakat bilinen başka bir gerçeğe göre de evrende var olan her şeyin bir kütlesi vardır. Adına ‘Tanrı parçacığı’ denilen, İsviçre’nin Cern laboratuvarında yapılan deneylerle varlığı kanıtlanan Higgs bozonu, kütleleri olmayan atomlara kütle kazandıran mekanizmadır, yani hiçliğe kütle vermektedir.

Burada asıl soru ne oldu da büyük patlamadan saniyenin trilyonda biri kadar kısa bir zamanda parçacıklar kütle ve enerji kazandılar?

  1. Neden Tanrı Parçacığı Deniliyor?

Popüler kültürde yerini almadan önce, bir türlü bulunamadığı için araştırmacılar tarafından „Lanet Olası Parçacık“ (God Damn Particle) olarak isimlendirilen; fakat daha sonra argo içerikli olmasından dolayı ve “Tanrı parçacığı” tanımı mistik anlamda daha fazla merak uyandırdığı için, gazetelerde ve televizyonlarda bu isimle anılmaya başlandı. Fakat bu, bilim adamlarının en sevmediği ve yanlış bulduğu bir tanım. (herhalde dogmatik bir tanrıyı andırmasından. Benim görüşüm)

  1. Higgs Bozonu Analojisi

Higgs bozonundan kasıt ‚Higgs alanı’dır. Higgs alanı dediğimiz şey, bütün evrenin sahip olduğu tüm alanı ifade eder ve bu alanda Higgs mekanizması denen şey gerçekleşir. Şimdi resimde bulunan basit bir analoji ile bu Higgs alanının içinde atomlar nasıl kütle kazanıyor ona bakalım.

Belirli ölçeklerde bir odamız olsun ve içerisinde birbirleriyle sohbet eden insanlar. Sonra kapıdan biri önemli bir kişinin geldiğini söylesin ‘Einstein geliyor!! Birazdan burada olacak!!’ bunu duyan insanlar elbette ki bir anda hareketlenecektir. Einstein’ın odaya adım atmasıyla birlikte herkes ona yönelecek, hareket edecektir. Einstein’ın ilerlemesini yavaşlatacaklar ve Einstein ilerledikçe ona doğru yönelen insan sayısı daha daha artacaktır. Böylece Einstein’ın hayranı insanlar odada bir alan ve bir kütle oluşturacaktır.

Tıpkı Higgs Alanı gibi..

  1. Higgs Bozonunun Önemi Nedir?

Evrenin başlangıcında bozonlar olmasa ya da farklı bir şekilde ortaya çıksalardı, belki de yıldızlar, gezegenler ve dolayısıyla yaşam oluşmayacaktı. Atom ve parçacıklara kütle kazandırması haricinde Higgs bozonunun asıl önemi, evrenin oluşumunda rolü olan atom altı parçacığının açıklandığı standart modelin anlaşılmasında büyük önem taşıyor. Higgs bozonu bulunmadan, maddenin neden kütleye sahip olduğunu anlamak mümkün olmayacak.

  1. Higgs Bozonu Olmasa Ne Olacaktı?

www.fizikist.com

Evrenin başlangıç koşullarında bir ’süper simetri‘ olduğuna inanılıyor. Bu simetri bir biçimde ve Higgs’in de katkısıyla bozuldu, o sayede evren ve bizler var olabildik. Higgs bozonu olmasaydı, o zaman bizim evrendeki varlığımızı açıklayacak, parçacıkların neden ve nasıl kütle sahibi olduğuna herkesi ikna edip kanıtlanabilecek yeni bir teoriye ihtiyacımız olacaktı.

  1. Bu Buluş İnsanlığı Nasıl Etkileyecek?

Bu buluşla beraber evrenin başlangıcı kabul edilen Big Bang’in de ötesine bakabilmek, başlangıcın da başlangıcında ne olduğunu görebilmek mümkün kılınabilecek, ve bu sonsuzluk içerisinde artık rotasız olmayacağız.

Ayrıca Cern’de yapılan deneyler sonucunda eğer bozonu istemli bir şekilde üretebilirsek, bu insanlık için sınırsız enerji anlamına gelebilir. Bu da bilim adamları tarafından şu ana kadar insanoğlunun gidebileceği en uç nokta olarak kabul ediliyor. Bu da şu ana kadar ki tüm buluşların aslında ne kadar anlamsız olduğunu gösterecektir bize.

  1. Higgs Bozonu Tanrının Varlığını İspatlar mı?

Her ne kadar ismi halen Tanrı Parçacığı olarak lanse edilse de bozonun varlığının kanıtı ile Tanrı’nın varlığının kanıtı birbirinden bağımsızdır. Higss bozonunun Tanrı’nın varlığı ya da yokluğuna dair vereceği bir sonuç yok. Zaten bilim buna bakmıyor, bilimin aradığı ilk atomların nasıl olup da oluştuğu, evrenin nasıl oluştuğudur.

  • Şahabeddin Sühreverdî : Maktûl veya tüm isim ve künyesiyle Ebu’l-Fütûh Şahabeddin Yahya bin Habeş bin Emîrek Sühreverdî Maktûl (1155 , Sühreverd, – 1191 Halep), İranlı/ Mezopotamyalı İslam eleştirisi filozofu ve işrakilik / Nur veya Işık heykelleri  isimli fikrî akımın kurucusu.
  • Hallac-ı Mansur :.Hallac-ı Mansur, MS 856 yılı Ağustos ayında bugünkü İran’ın Tur yöresinde Zerdüşti bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur. Esas adı Ebu Mugis el Hüseyn Bin Mansur ol Bayvaz’dır.  Hallac ismi mesleğinden gelmedir. Yıkanmış temizlenmiş yünü ayıklayan tarayan ve eğirmeye hazır hale getiren ustaya Hallaç denilir

Babası ailesiyle Dicle yakınlarına, Araplar tarafından kurulmuş bir yerleşim bölgesi olan Vasıl’a yerleşir. Hallac burada Farsçayı unutur. 12 yaşında hafız olur.

Önce sufi Zahl at-Tustari’nin daha sonra da Amr al-Makki ve Cüneyd Bağdadi’nin talebesi olur. Hocalarıyla fikir ayrılığına düştüğü için onlardan ayrılır

Hallac, katı görüşlü Müslümanları şoka uğratan radikal görüşleri sebebiyle göze batar. Hallac’ın Tanrı’da eriyip yok olmak anlamında söylediği, “Enel Hak” yani “Ben Tanrının ta kendisiyim“ sözü sebebiyle içinde Allah’ın 99 sıfatından biri olan Hakk da geçtiği için 912 yılında tutuklanır ve uzun yıllar hapis kalır.

Alenen işkence edildikten sonra, vücudundaki tüm deri kesilir (bir kuzunun kesiminden sonra postunun çıkarması benzeri) yarı canlı haça gerilip halka teşhir edildiğinin ertesi günü ölür.

         Hallacı Mansurun bazı  Sözleri

– Ey aşk, kendi kendini yakarken fark ettin mi cehennemin sana özendiğini? …

– Nokta, tüm çizgilerin esasıdır. …

– Darağacı, erenlerin miracıdır. …

– İyi yaradılışlı olmak esenliktir. …

– Mürid tövbesinin, mürad ise arınmışlığın gölgesindedir. …

– Hakka olan aşk, hakka götürür, Bir’e olan aşk, Bir’e götürür!

EN SON EKLENENLER