Annemin havlusu

Yıllardan beri yaptığı gibi bugün de kalkıp zindanın yolunu tuttu. Daha önce iki kızı farklı zamanlarda alınarak soğuk ve kalın duvarlar arasına atılmıştı. Şimdi ise üçüncü kızı için aşındırıyordu zindan yollarını. O yolları 30 yılı aşkın bir zaman – kimi için bir ömür – aşındırıyordu anam…

Bazı zamanlarda dondurucu yollardan geçerdi. Yumuşak tenini keserdi buz gibi soğuk rüzgar. Bazı zamanlarda tıpkı onun acılı kalbi gibi dolmuş bulutlar, anamın gözünde biriken yaşlarla birleşerek akardı.  Bu kez ise hava çok sıcaktı. Temmuzun kavurucu sıcaklarına denk gelmişti bu görüş günü. Anam ‘Sen de ki 40 derece, ben 50 derece diyeyim’ diyordu. Güneşin eritemediği o demir kapının önünde beklerken içinde ‘içeriye’ mümkün olduğunca fazla eşya sokmanın yolunu arıyordu. Onun gözünde bir görüş gününün iyi geçmesinin ölçüsü, bol miktarda eşyanın içeri alınmasıydı. Çünkü orası mahrumiyet bölgesiydi. Orada, ‘dışarı’dakinin gözünde belki de hiç bir kıymeti olmayan bir eşyanın değeri, çok büyük olurdu. ‘İçerdekilere’ kolay kolay bir şeyler ulaşmazdı. Maksat, onların daha da yalnızlaştırılması, hayatlarının daha da renklerden mahrum bırakılıp, duvarlar kadar grileşmesiydi.

Benim anam ise her görüş öncesinde mümkün olduğu kadar çok eşyayı içeri sokmanın hesabıyla yüklenerek düşerdi yollara. Bu sabah da öyle yaptı. Kızkardeşim, geçen görüşte anamdan acilen  bütün arkadaşları için havlu istemişti. Havlu deyip geçmeyin, içerdeki için – hele hele bu kavurucu sıcaklarda – temel bir ihtiyaçtır. Anam bunu biliyordu. Ve sabahın erken saatlerinde yola çıkmasına rağmen öğlenin kavurucu sıcağında kendini zindanın önünde bulduğunda, elindeki çantanın içinde kardeşimin istediği havlular vardı. Cezaevinin önünde ise, evlatlarını görmeye gelen Kürtler beklemekteydi. Yaşlılar, çocuklar, kadınlar sabahın köründen beri güneşin altında bekletiliyordu. Termometreler 50 dereceyi gösteriyordu.
Sıra bir türlü geçmiyordu. Çünkü her içeriye alınan görüşçünün eşyaları didik didik ediliyor, çoğunlukla paralanıyordu. Sıra anama geldiğinde görevli gardiyan içeriye eşya götüremeyeceğini söyledi. Anam öylece kalakaldı ilk etapta. Böyle bir şey mümkün değildi. Kızına, kızının arkadaşlarına eşya getirmek hakkıydı. İtiraz etti. Gardiyan kesin bir hareketle anama, o valizi kendisiyle içeri alamayacağını vurgulayınca, anam da elindeki valizle birlikte kenara çekildi.

Alel aceleyle valizi açtı. İçindekilerden hangisinin daha acil bir ihtiyaç olduğunu düşündü. Evet, havlular acildi. Onları mutlaka içeri sokmalıydı. Ama nasıl? Sağına-soluna baktı, sonra valizin içindeki havlulardan birini alıp, eşarp gibi başına bağladı. Sonra ikinci havluyu alıp, atkı gibi boynuna sardı. Bir havluyu ise sırtına attı. Sıcaklar içinde kaynayan anam, o 50 derecelik havada üstündeki giysiler yetmiyormuş gibi bir de havlulara bürünüp yeniden sıraya girdi.

Asker bu kez anama bakıp, ‘teyze, bu ne? Sana demedik mi, içeriye kesinlikle eşya alınmayacak!’ diye kızdı. Anam ise ‘bir şey almadım ki’ deyince, asker havluları gösterip ‘o zaman bu ne?’ dedi. Bu kez ‘Ama hava çok soğuk, üşüyorum oğlum. Bunlar beni ısıtıyor’ diyerek cevap veren anam hızla konrol noktasını geçmeye çalışıyordu. Ama o kavurucu sıcaklarda yüreği ve vicdanı buz keser gibi soğuk asker eli anamın başındaki havluya atıp, almaya çalışıyordu. Anam ‘oğlum, hava çok soğuk. Bak, üşüyorum’ deyip çaresizce direnmeye çalışıyor, askerin almaya çalıştığı başındaki havluyu elinde tutup, çekiştiriyordu. Bu kez boynundaki havluya elini atan asker çekiştirip duruyordu. Anam hala anlatmaya çalışıyordu çaresizce; ‘hava çok soğuk, hava çok soğuk…’

Evet “hava çok soğuk”. Anamın yüreği üşüyor. Terler içinde kalmış yaşlı bedeni tir tir titriyor. El koydular havlularına, onu ısıtan havlularına. Ter damlalarına göz yaşları karışıyor. Acıdan bir hayatın izlerini taşıyan yüzünden akıp düşüyor tozlu betona tuz damlacıkları. Benim anam üşüyor. Benim anam tir tir titriyor. Bir temmuz gününde. Bir tuz gününde. Benim anam üşüyor. Kızları için üşüyor. Sarınıyor havlularını bir diğer görüşe kadar..

EN SON EKLENENLER