ERDOĞAN’IN AYASOFYA’DA KURAN OKUMASI

‌Ayasofya’nın cami yapılmasıyla birlikte halifelik tartışması yeniden gündemleşti. Erdoğan’ın hükümet olmasından beri zaman zaman yapılan bu tartışma, etkisiz ve iddiasız bir tartışmadan ileri gitmemektedir. Halbuki Türk devletinin ve siyasetinin en sahici konularından birisidir halifelik tartışması.

Demokratik muhalefet odakları dışında kalan devletmuhalefeti’ bu konunun önemine uygun bir ilgi stermemektedir. Zira onlarda devletlerine zarar gelmesini istemiyorlar ve bunun için potansiyel halife Erdoğan’la olabildiğince uzlaşmacı, olabildiğince rahatsız etmeyen bir tutum içinde olmaktadırlar. Dolayısıyla “devlet muhalefeti” nintutumunda, durumun vahametine denk, önleyici bir pratik politika ortaya çıkmamaktadır.  

Bu durumu avantaj olarak değerlendiren Erdoğan,kendi istediğine uygun olarak toplumu ve devleti dinsel gericiliğe, yani halifeliğe, yani şeriata göreyapılandırmaya devam etmektedir. Ayasofya’nın cami yapılması, Erdoğan’ın Kuran okuması, diyanet başkanının kılıçla gösteri yapması bu noktada gelinen son aşama ve Kemalist laikliğin ve Kemalist devletin ruhuna okunan Fatiha’dır İşin bu yönünün Ayasofya’nın cami olmasından doğan tartışmada çok cılız bir biçimde ele alınması, toplumun dini gericiliğin eğemenliğine razı edilmesi yolunda gelinen noktayı göstermektedir.

Ayrıca herkes Ayasofya’nın cami olmasıyla, diyanet işleri başkanının kılıç kuşanmasıyla ilgilenirken esasailişkin bir diğer noktanın, Erdoğan’ın Kuran okumasının, arada kaynaması da konuya yaklaşımın ne denli eksik ve sorunlu olduğunu ortaya koymaktadır.  

Erdoğan’ın, yeni Türk devletinin başkanı olarak ve kamusal bir alanda Kuran okumuş olması, klasik Türk devletinde, bu kadar kolay olabilecek bir durum değildi. Elbette söz konusu olan herhangi bir insanın, kendi inancının gereği olarak Kuran’ı okumadeğildir. Çünkü ne Erdoğan herhangi bir insandır, ne de Kuran herhangi bir Müslüman tarafında ve kişinin kendi özel mekanında okunmuştur. Esas mesele kamusal özelliği çok net ve belirgin olan birisinin,laik olduğu söylenen yeni Türk devletinincumhurbaşkanının, yine kamusal bir faaliyette, bir açılışta, önemli bir aktivite olarak Kuran okumasıdır.  

Bunda ne var diyecekler olabilir. Bu, tam anlamıyla dini gericiliğin toplumsal ve siyasal hayata eğemen olma halinin  bir üst aşamasıdır. Ayasofya’nın cami yapılmasının en önemli noktabudur aslında.

Çok sık tekrar edilen bir cümle var, “dinin siyasete alet edilmesi”.  Ayasofya’da olan bu cümlede anlatılandan çok fazlasıdır. Elbette bu noktaya bir andan gelinmedi. Adım adım ve toplum alıştırılarak gelinen bu nokta, tam ve gerçek anlamıyla şeriatın topluma egemen kılınmasıdır. Erdoğan’ın iktidar olmasından beri sistematik olarak toplumsal ve siyasal hayat şeriatın Türk versiyonuna göre planlanmakta ve uygulanmaktadır. Ayasofya da olanlarla bu noktanın son hali gösterildi topluma. Bugün Türkiye de yaşanan tam olarak budur.

Şeriat, sadece başörtüsü ile cübbeden ibaret değildir. Asıl olan şeriatın toplumsal bir sistem olarak insanların hayatını şekillendiriyor olmasıdır. Bu anlamda Erdoğan’ın Kuran okuması, Ali Erbaş’ın kılıç göstermesinden daha çok toplumunun yaşamını etkileyecektir. Erdoğan devletin en yetkili kişisi olarak, Ayasofya da Kuran okuyarak, devletin Sünni İslam’ın devleti olduğunu açıkça deklare etmiştir. Bukoşullarda farklı inançların, farklı yaşam tarzlarının özgürce yaşamasının koşullarından söz etmek sahtekârlık olacaktır.

Öte yanda şeriat, sadece İran’da veya Suudi Arabistan’da uygulandığı gibi olmayabilir. Çünkü şeriatta diğer toplumsal sistemler gibi tek bir biçimiolan bir sistem değildir. Şeriat sisteminin dünyada değişik birçok biçimi bulunmaktadır. Erdoğan, Türkiye’de Türk tipi şeriat sistemini inşaa etmekte ve uygulamaktadır.

Zaten kimsenin özel yaşamını özgürce yaşayacağı bir ortamın kalmadığı bu koşullarda artık insanların İslam dışında bir inancı yaşaması mümkün olmayacaktır. Aleviliğe ve Alevilere düşmanlığın bu denli yükselmesinde, kadınlara ve çocuklara yönelik cinsel amaçlı suçların bu denli artmasında ve pervasızlaşmasında devletin bu tavrının payı bulunmaktadır.  

Bugün neresinde bakılırsa bakılsın, Türk devleti eksik de yetersizde olsa laik bir devlet değildir. Artık baş imamın Erdoğan olduğu, Türk tipi bir şeriat devleti bulunmaktadır.  

Bundan önceki hiçbir cumhurbaşkanı, hiçbir başbakan, Türk devletinin bütün yöneticileri, bu tür davranışlardan ısrarla uzak durmuşlardır. ÖncekiTürk devlet yöneticilerinin Erdoğan’dan farklıdavranmaları, ne daha az Müslüman oldukları ve nede gerçekten laik oldukları içindi. Devleti kuran Kemalist kadronun laik bir devlet gibi görünmek istemelerine rağmen demokrasiden uzak durmaları, böyle bir şekillenmeye yol açmıştı. Bu nedenle önceki Türk devlet yöneticileri, dini tercihlerini bu denli net bir biçimde ortaya koymaktan kaçınıyorlardı. Erdoğan bu şekilci” tutumu ortada kaldırarak, kitlelere açıktan ve devletin zorunu kullanarak Sünni inancı dayatmaktadır. Kimsenin kuşkusu olmasın, dinsel gericilikten kaynaklanan budayatmanın şeriatla yönetilen diğer devletlerde olduğu gibi daha sert yöntemlerine de, imkan yaratabilirlerse, başvurulacaktır. Bugüne nasıl koşulları oluşturularak, adım adım gelindiyse,halifeliğin gerektirdiği daha sert ve gerici uygulamalarda zamanı geldiğinde ve zemini oluşturulduğunda pratikleştirilecektir.

Ayasofya’nın cami yapılması, Diyanet İşleri başkanı Ali Erbaşın kılıçlı gösterisi ve Erdoğan’ın Kuran okuması, Türk tipi halifeliğin işaretleri olarak görülmelidir. Erdoğan’ı bu yolda alıkoyacak olan gerçekten demokratik ve gerçekten laik mücadelenin daha ileri düzeye taşınmasıdır.  Kürtlerin, Alevilerin, kadınların ve devrimci demokratik güçlerin örgütlü mücadelesi var oldukça ve geliştirildikçe, Erdoğan başaramayacak, hevesi kursağında kalacaktır

EN SON EKLENENLER