Türk devletinin Gare’ye işgal girişimi

Erdoğan’ın yönettiği Türk devletinin Kürtlere karşı sürdürdüğü savaş, Gare’ye yapılan saldırıyla devam ediyor. Türk devleti bu saldırıyla, Kürt halkının iradesini kırmak ve Kürdistan’ın diğer bölümlerini işgal etmek amacıyla sürdürdüğü savaşı boyutlandırmak istediğini bir kez daha ortaya koydu.

Daha önce yazılan makalelerde birçok defa ve önemle belirtilmişti. Türk devleti, 2015’ten beri Kürtlere karşı, temel/stratejik bir politika olarak, tam ve kuralsız bir savaş sürdürmektedir. Elbette bu devlet 2015’ten önce de Kürtleri yok etmeye, iradesizleştirilerek folklorik bir topluluğa dönüştürmeye çalışıyordu. Bu amaçla Kürtlere karşı izlenen asimilasyoncu, inkâr ve imha amaçlı politikalarda, amaç aynı olmakla birlikte, farklı dönemlerde farklı yöntemler kullanmıştır.

İlk dönemlerde Kürtler inkâr edilmiş, Kürtçeyi yasaklayarak, zorla asimilasyona ve Türkleştirmeye tabii tutulmuş, Koçgiri, Şeyh Said, Ağrı, Zilan ve Dersim de olduğu gibi lokal olarak gelişen karşı koyuşlar kanla bastırılmıştı. Bu dönem Kürtlere karşı izlenen politikalar İTF’nin oluşturduğu ve Kemalistlerin somutlaştırılarak uyguladığı klasik Kemalist politikalardı ve uzunca bir süre ufak tefek farklılıklarına rağmen esas olarak bu politika uygulanmıştır.

Bu politikanın izlendiği dönem boyunca Kürdistan’ın İran, Irak ve Suriye bölgelerinde yaşayan Kürtler, Türk devletinin saldırı hedefinde değillerdi. Kemalistler dönemin koşularının gereği olarak kendi işgal ettikleri alanın dışında kalan Kürtlere ve Kürdistan’a çok fazla müdahale edemiyorlardı. Kürdistan’ın işgalini ise, pratik politika olarak gündeme alamıyorlardı.  Her ne kadar hep arzu ediyor olsalar da dönemin hem bölgesel/uluslararası koşulları hem de Türk devletinin imkân ve ilişkileri uygun olmadığı için Kürdistan’ın işgalini ve bu yayılmacı niyet ve arzularını hayata geçirmelerine olanak vermiyordu. O günün Kemalist devleti kendisini var etmiş olmaktan ve korumaktan başka bir şey düşünecek durumda değildi.  Ayrıca işgalci her devlet, Kürt halkının özgürlük taleplerini, vahşice ve kanla bastırdığı için, özellikle Türkiye’de Kürtlerin örgütlü mücadelesi gerilemişti. 1970’lere bu koşullarda gelinmiş, 1970’lerin sonunda ise PKK hareketinin oluşma süreci yaşanmıştı.

Türk devleti, 1984’de PKK’nin başlattığı gerilla mücadelesine hem hazırlıksız yakalanmıştı hem de Kürt halkından büyük destek gören bu mücadeleyi bastıramamanın çaresizliğini yaşıyordu.

Bütün tedbir ve çabalarına rağmen bastırılamayan gerilla mücadelesine karşı Türk devleti, devam eden yıllarda, Kuzey Kürdistan merkezli manipülatif bir hileyle “düşük yoğunluklu savaş” adıyla kamufle edilen, kuralsız, soykırımcı bir savaş başlattı.  Bu savaş politikalarının devam ettiği yıllarda hükümete gelen Erdoğan, aynı politikaları farklı biçim ve düzeylerde, bazen çözüm görüntüleri de vererek, ama çözümsüzlüğü dayatarak sürdürmüştür.

Osmanlı/İslam devleti kurmak isteyen Erdoğan, 2015’te hem Kürtleri yok etme politikasını daha etkili bir biçimde yürütmek için hem de yayılmacı emellerini gerçekleştirmek için bugün de sürdürülen savaş süreci başlatıldı. Erdoğan İŞİD çetesinin bölgeyi işgal etmesini ve bölgede yaşanan diğer gelişmeleri işgalci politikalarını kolaylaştırmak amacıyla değerlendirdi.

Bu savaşın alanı, içeriği ve yoğunluğu genişletilmiş, büyütülmüştür.  Böylece 2015’ten sonra Kürtlere karşı sürdürülen “düşük yoğunluklu savaş,” yerini, Irak ve Suriye Kürdistan’ının işgalini öngören, açıktan yürütülen, yoğunluğu gerektikçe yükseltilebilen, bölgenin başka devletlerinin de katılabildiği, çok yönlü ve kanlı bir savaşa bıraktı.

Yani Türk devletinin Kürt sorununun çözümünde anladığı İran dışında kalan Kürdistan’ın tamamını işgal etmektir.  Böylece Türk devleti, en temel, tarihi ve stratejik sorunu olan Kürt sorununda, kendince, kurtulacak, aynı zamanda Kürdistan’ın büyük imkânlarında yararlanarak ekonomik sorunlarını çözecek ve hem bölgesel hem uluslararası bir güç olacaktır.  Bu politika bugün, Erdoğan tarafında Türk devletinin temel/stratejik politikası olarak uygulanmaktadır.

Dahası bu politika Türk devletinin bütün grup ve kliklerini bir araya getiren, bundan dolayı Erdoğan’ı tüm devletlüler için vazgeçilmez kılan ve “sözde” muhalefeti Erdoğan’ın arkasına dizen bir politika haline gelmiştir. Dün Efrin’in, Serakanı’nın işgal edilmesi ve bugün Gare’ye saldırı bu savaş politikalarının sonucudur. Türk devleti Kürtlere karşı bu savaşı devam ettirmekten ısrarcıdır.

Erdoğan’ın ve Türk devletinin Kürtlere karşı sürdürülen “düşük yoğunluklu savaşı” tan, hem daha yaygın bir alan da hem de daha yüksek bir yoğunlukta sürdürülmek istenen bir savaşa yönelmesi, yüzeysel bir bakışla çelişkili görünebilir.  Öyle ya, kendi sınırları içindeki Kürtleri asimile edememiş ve bastıramamışken bütün Kürtlerle uğraşmak, bütün Kürdistan’ı işgal etmek, sorunu daha da büyütmez mi, diye düşünülebilir.

Hayır, öyle değildir. Çünkü Türk devleti, yenemediği Kürt özgürlük savaşçılarının, Kürdistan’ın diğer parçalarında geldiğini bahane ederek bu işgaline kılıf bulmaya çalışmaktadır. Özgürlük savaşçıları işgal altındaki her karış toprakta mücadele etme hakkına sahiptirler, böyle olmasının hiçbir yanlışlığı da yoktur ve bu hak pazarlık konusu da edilmez.

Buna rağmen Türk devleti bu sahtekarlığın arkasına sığınarak hem Kürdistan’ı işgal edeceğini hem de Kürt özgürlük hareketini bastırabileceğini hayal etmektedir. Türk devletinin klasik dış politikasını değiştirerek Kürdistan’ın işgalini temel/stratejik bir politikaya dönüştürmesinin bir diğer nedeni de bölgede yaşanan kaos ortamı ve Barzani ailesinin sağlayacağı kolaylaştırıcılık olarak ortaya çıkmaktadır. Özetle Erdoğan’ın işgalci ve yayılmacı politikası Erdoğan’ın gücünden kaynaklanmamaktadır, ama blöf de değildir. Erdoğan ve Türk devleti, yapabilirse Kürdistan’ı bir oldu bittiye getirerek Kıbrıs gibi yutmak istemektedir.

Lakin Kürt halkının muazzam direnişi göstermektedir ki ne Kürdistan yutulabilecek kadar küçük bir lokma ne de Kürt halkı kolay ezilebilecek örgütsüz bir halktır. Gare saldırısında ortaya konan direniş bu gerçeği bir kez daha göstermiştir. Süreç zorlu ve sancılıdır, ancak kimsenin kuşkusu olmasın ki Kürt halkı ve örgütlü gücü kazanmayı sağlayacak dirence, engin bir birikime, parlak ve yaratıcı bir esnekliğe sahiptir ve bu nedenle kazanacaktır

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın diğer makaleleri