İçim Günlerdir Yangın Yeri

28 Temmuz’dan bu yana 125 civarında yangın çıktı. Manavgat, Mersin, Muğla’da, İzmir’de, Dersim’de… Evet, her sene orman yangınlarına tanıklık ediyoruz; fakat bu senekinde bir fark kendini gösteriyor. Yangınların çok daha yaygın ve çok daha zor söndürülebilir olduğu ve buna karşın, devletin duruma kayıtsız kaldığı görülüyor.

Bu kısacık haftada yerleşim alanları ile hektarlarca orman, içindeki hayvanlar ve ekosistemle birlikte kül olurken, kendi yaşamları pahasına onları korumaya koşan gencecik insanları, hortumları omuzlayan köylü kadınları, emekçileri tanıdık; bazısını uğurladık. Tüm bunlar olurken, devletin yangın söndürme donanımı olmadığını, yurttaşlara yardım etmek isteyenlerin engellendiğini, Cumhurbaşkanı konvoyunun kente girişi için itfaiyenin bekletildiğini; tırmık bulamadığı için çıplak elleriyle kuru ot ayıklamaya çabalayan, yuvası yanan insanlara çay fırlatıldığını, orman alanlarındaki yapılaşma tasarrufunun Kültür ve Turizm Bakanlığı yetkisine bırakıldığını üzüntüyle, bıkkınlıkla, öfkeyle takip ettik.

Yangınlarla birlikte, toplumu, toplumun kırılgan kesimlerini suçlamaya yönelen bir histeri hali ortaya çıktı. Nefretten beslenen bu kutuplaştırıcı arayışlar, ağaç dikme kampanyası ile devam etti. Cengiz Holding bir yanda, muhalif yerel yönetimler ve bazı çevreci hareketler diğer yanda, el ele verdiler ve yangın mücadelesi olarak topraklarımızı ağaçlandırma kampanyası yürüttüler. Bilim insanlarının tüm argümanlarına rağmen ve adeta hükümete yönelen tüm sorgulamaları bastırma pahasına TEMA’ ya fidan bağışladılar.

Halbuki yangınların ortaya çıkması, yayılması ve söndürülememesinde de birinci derece kabahatli olan, emperyalist ilişkiler ve onların taşıyıcısı AKP’nin yağmacı, talancı politikaları idi. Yüksek sıcaklıklar, düşük nem ve hızlı esen kuru rüzgârlar… Her biri fosil yakıta dayalı üretimlerin iklim değişikliğini tetikleyen, yangınları artırıcı etkisinin ve bunların görmezden gelinmesinin birer sonucu. Sorumlusu sermayedarlar ve hükümetler, mağduru da krizin sonuçlarıyla yaşamaya çabalayan emekçiler ve ekosistemler.

AKP’nin göz göre göre gelen iklim krizine dair anlamlı bir adım atmayacağı gün gibi ortada.

Krize karşı korunması gereken tüm ortak varlıklar ve kamusal hizmetler bir bir özelleştirilirken, yurttaşlar temel ihtiyaçlarını dahi karşılayamaz halde. Bu, toplumun kendi yaşantısı, geleceği ve iklim krizi üzerindeki tasavvuruna dahi el konulması anlamını taşıyor. İklim krizini bir felaket olarak değerlendiren Zizek, Indyturk.com’da çevirisi yayımlanan “Sosyalizm için son çıkış” başlıklı metninde, felaketin yakın gelecekte başlayacak bir şey olmadığını, şu anda sürdüğünü ve aynı anda birden fazla krizle yaşamaya alışmamız gerektiğini söylüyor.

“Basitçe, hayatta kalmamızın asgari koşullarını güvence altına almak için tüm kaynaklarımızı daha önce duyulmamış zorluklarla başa çıkmak üzere seferber etmemiz kaçınılmazdır; buna küresel ısınma nedeniyle onlarca, belki de yüzlerce milyon insanın yerinden olması dahil.” Dahası Zizek, bu anlamda uluslararası işbirliği, tarım ve sanayinin toplumsal denetimi ve düzenlenmesi, yerel öz-örgütlenmeler gibi önerileri gerçekleştirecek bir iradenin gerekliliğine işaret ediyor.

Tüm gezegeni saran bu felakete karşı mücadele de şüphesiz küresel politikalar gerektiriyor. Elbette bunun için Zizek’in işaret ettiği gibi, hayatta kalmamızın asgari koşullarını güvence altına almanın yolunu yerel olarak ölçeklendirmek de değerli olacaktır. Bu da, en azından, geçtiğimiz haftaların etraflı bir tahlilini yapmakla başarılabilir. Gerçekten de iklim krizi, gezegeni, ülkemizi ekosistemler ve emekçiler için kelimenin tam anlamıyla bir kıyamet mahalline dönüştürüyor. Önümüzdeki aylarda ve yıllarda artarak devam etmesi beklenen bu sorunlara karşı bir an önce harekete geçmek gerekiyor.

 

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın diğer makaleleri