GEÇ KALMIŞ BİR YAZI

“Gerçeği susturup, yer altına gömseniz bile, büyüyecektir…” Emile ZOLA.

Ey can kendi hakikatini kendin gör, kendi hakikatine yabancılaşma! Kendi hakikatine yabancılaşan insan, yaşamın, toplumun, doğanın, kâinatın akışkanlığına, enerjisine, aklına, kemâletine, doğruluğuna, özgürlüğüne, sevdasına, aşkına dokunmayan, hakikatin tadına varamayan, bakan ama göremeyen batın manasında kör olan insandır. Hakikate ulaşmak, dile getirmek edep erkân ile ve doğru yöntemle olur. Yanlış yöntemle hakikati görünür kılamazsınız, dile getirirsiniz ama bu hakikati görünür kıldığınız anlamına gelmez. Evet, yanlış yöntem hakikatten uzaklaştırır…

Zaman, evrensel akış ve oluş hızı olduğu kadar, insan için bir sınırında ifadesidir. İnsan, bu sınırın farkındadır. Yine de insan, zamanın bir başlangıcı ve sonunun olup olmadığını sorgular. Şimdi sorgulama zamanı! Zaman zaman kimi Belediyeler ve kimi Alevi Kurum Başkanları ve Yöneticileri tarafından gündeme getirilen Cemevlerinin yasal statüye kavuşturulması ve de ibadethane olup olmadığı konusunu ve İstanbul Belediyesi tarafından yayınlanan kitapçığı belleğimizde olduğu ve aklımızın erdiği kadarıyla kısaca yazmaya çalışacağım…

Öncelikle şunu belirtmeliyim ki; Alevilik bu toprakların kadim bir inancıdır. Alevilik bir doğa inancıdır, yetmiş iki âleme bir nazarla bakar! Alevi öğretisi, “En-El Hakk felsefesiyle Hakk benim”, “eline, beline, diline sahip ol”, “her ne arar isen kendinde ara” ve emeğiyle geçinmeyen bizden değildir” der. Alevilik, mevcut diğer tüm din ve inançlar (semavi dinlerden ayrı) gibi kendine özgü ve farklı bir inançtır. Hiçbir dinin, inancın mezhebi veya farklı yorumu değildir. Ancak kendi değerleri içinde doğru anlaşılır bir inanç, başlı başına bir YOL’dur… Hakk ve Hakikat âşığı HÜSNİ (16.yy) bu manada şöyle diyor;

“Dört kitapta yoktur bu ilim inan
İlmi devriyedir bu sırrı kan
Bulup bir mürşid’i kâmil’i irfan
Okuyup bu dersi ayana geldim.”

BELEDİYELER VE CEMEVLERİ!

Değerli canlar, dostlar, konuya girerken öncelikle şunu net bir şekilde belirteyim, Laik devlet, hiçbir inancı finanse etmez, kimin nerede ibadet edeceğine ve nerenin “ibadethane” (inanç merkezi) olduğuna karışmaz, karışamaz! Ve de bu konuda yaptırım uygulayamaz. Laiklik ilkesi gereği Diyanet Kurumu ve Müslüman ilahiyatçılar da bir başka inancın tarifini yapamazlar ve de Cemevleri konusunda karar vermeye hiçbir hakları da yoktur. Diyanet, laiklik ilkesi gereği olmaması gereken bir kurumdur. Yıllardan beri kaldırılması gerektiğini söylüyoruz. Ayrıca bir başka inancı tanımlamak hiçbir kimsenin haddi olmasa gerek. Cemevlerinin ibadethane (inanç merkezi) olup olmadığına sadece ve sadece o inancın, (o öğretinin) mensupları karar verir. Bireylere, toplumlara inancından (öğretisinden) dolayı ayrımcılık yapmak bir insan hakları ihlalidir.

Değerli canlar, dostlar, yıllardır, bir yandan merkezi hükümetler (iktidarlar), diğer yandan yerel idareciler (belediyeler), Alevi hareketini denetim altına almak, dahası siyasi emelleri uğruna tasarımlamak için elinden geleni yapmışlar günümüzde de bu eylemlerini yapmaktadırlar. (Bildiğim kadarıyla (hiçbir parti ayırmaksızın) yıllardır kimi belediyeler Cemevi inşa ediyorlar ve Cemevlerine katkı sunuyorlar.) Bütün bunların yanında Devleti’n tam demokratik ve eşitlikçi bir anlayışa sahip olmamasından kaynaklı olarak; Alevi toplumunun çözüm bekleyen sorunları günlük siyasete ve çıkara kurban edildi, günümüzde de kurban edilmeye de devam ediliyor.

Değerli canlar, dostlar, 4-5 ay önce birileri tarafından, kimi Belediyeler tarafından Cemevlerine yasal statü veriyor diye bir algı yürütüldü. Devamında kimi belediye meclis grupları Cemevlerine dair belediye meclislerine önergeler verdiler! Çeşitli gerekçelerle bu önergelerin bazıları evet, bazılarına hayır denildi. Önergeyi veren, destekleyen ve de karşı çıkan grup konuşmacılarını dinlemeniz mi bilmiyorum. Konuşmalar buram, buram asimilasyonun ve manipülasyon kokuyordu. “Bizim için Cami neyse Cemevi de odur diyorlardı.” Açıkçası Belediye meclis gruplarında çıkan evet ve hayırlara göre de gerçeği yansıtmayan bir toplumsal algı oluşturuldu. Oysaki Cami ve Cemevi de ayrı ayrı mekânlardır ve her mekânında kendine özgü kavram ve işlevleri vardır. Özü itibarıyla da aynı değildirler! Ayrıca Cemevleri yalnızca ibadethane değildir, inanç (öğreti) kültür ve bilim merkezleridir.

Gelelim meselenin özüne; dünyanın hiçbir yerinde, her hangi bir din ve inancın “benim inancım budur beni böyle kabul gör” dediği tarih sayfalarında yazmamış ve de duyulmamıştır! Bir öğretinin Cemevi (hizmet evi) parmak hesabına indirgenir mi? İçine düştüğümüz ya da düşürüldüğümüz bu hal ve bizleri kör eden sebep nedir? Kimi “Alevi yol önderi, kurum başkanı ve de yöneticileri” komisyonlar kurup belediye meclis gruplarına gidip Cemevlerimizi “ibadethane” olarak tanıyın demelerini neyle ve nasıl açıklanacak? Mevcut Anayasal düzen içinde Belediye meclis gruplarının red ve kabul oylarının bir karşılığı olmadığını ve de bu durumun geçici bir durum olduğunu bu kurum başkan ve yöneticileri bilmiyorlar mı? Ve yine, belediyelerin bu eylemleri kaçınılmaz olarak asimilasyona teslimiyeti getireceğini ve öğretimizin içini boşaltmaya götüreceğini görmüyorlar mı?

SORUN ANAYASALDIR, MESELE EŞİT YURTTAŞLIK MESELESİDİR!

“Sorgulamayan cahil, sorgulatmayan canidir” bilinciyle, sorgulamaya devam edelim: İşin özü sorun anayasaldır, mesele esit yurttaşlık meselesidir. Mevcut anayasal ve hukuksal düzende hiç bir güvencesi olmayan Cemevlerine, belediyelerin “ibadethane” statü tanıması mümkün müdür? Fakirin düşüncesine göre tabii ki mümkün değildir! Neden? Cumhuriyet kurulmadan önce Hace Bektaş’a gidip Alevilerin tam desteğini alan M. Kemal, 30 Kasım 1925’te 677 sayılı Tekke ve Zaviyeleri kapatılması kanunuyla Alevi dergâhlarını kapattı, Yol önderlerini falcılarla, büyücülerle ve de üfürükçülerle aynı sepetin içine koyup yasakladı! Yetmedi ilerleyen yıllarda cemler basıldı, Cem yürütenler tutuklandı.

Öncelikle bilinmelidir ki; Alevilerin toplumsal taleplerinden biri olan Cemevlerinin Alevilerin İnanç ve Kültür merkezi olması yasa değişikliği ile olabilir. Çünkü sorun anayasaldır, mesele eşit yurttaşlık meselesidir! Cemevlerine “ibadethane statü” verme yetkisi TBMM’nin görev ve yetki alanındadır. Yasa değişikliği mevcut Anayasa gereğince belediye meclislerinde değil, Türkiye Büyük Millet Meclisinde yapılabilir. Gerçek böyle iken, belediyeler üzerinden “yanılgı dolu bir umut” yaratıldı. Toplumda yanılgılardan oluşan “sahte bir umut” yaratılmasına kim ya da kimler sebep olmuşsa özlerini dara çekmelidirler. Ayrıca, günümüzde Alevilerin tek sorunu Cemevlerinin “yasal statüye” kavuşturulması sorunu mudur? Cemevleri “yasal statüye” kavuşursa Alevi toplumunun sorunları bitmiş mi olacak?

“CUMHURİYET VE DEMOKRASİ” ADLI KİTAPÇIK!

Değerli canlar-dostlar, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından 23 Nisan ulusal egemenlik ve çocuk Bayramı’na özel olarak “Cumhuriyet ve demokrasi” adlı bir kitapçık hazırlanmış ve dağıtılmış. İstanbul Belediyesinin yayınlayıp dağıttığı kitapçıkta “din ve vicdan özgürlüğü” başlıklı sunumunda demokratik anlayış dile getiriliyor. Bu bölümde “demokrasi vatandaşların din ve vicdan özgürlüklerinin güvencesidir” ve “herkes dininin ya da inancının gereklerini yerine getirme, dini inanç ve kanaatlerini açıklama, ibadet etme ve öğretme özgürlüğüne sahiptir” deniliyor! Devamında, “bu özgürlük, din değiştirme ya da her hangi bir dine bağlı olmama özgürlüğünü de içerir” deniliyor. Zira bu özgürlük ve eşitlik tanımlamalarına hiçbir itirazımız yok, zaten yıllardır eşit yurttaşlık talebimizi dillendiriyoruz.

Değerli canlar-dostlar, bu kitapçıktaki bir fotoğrafta 3 semavi din temsilcisi arasında bir “Alevi dedesi” de gösteriliyor. Bir başka pencereden bakar iseniz dört erkek şahsın da dinler (inançlar) temsil ediliyor. Hâlbuki bütün cümle cana yol gösteren kılavuzluk eden, kemâlet kazandıran ANA kadındır! Alevi inancında (öğretisinde) kadın mürşid-i kamilullah’tır Hakk kapısıdır. Alevi-Kızılbaş ana’ları, pirleri ve mürşidleri “din insanı” değildirler! Kimileri Aleviliği bu kitapçıktaki bir fotoğrafa indirgeyerek, “Aleviliğin görünür kılındığını (Alevilik kadimden günümüze görünürdedir!) ve ayrı bir din olarak gösterildiğini iddia ettiler ve bunu bir zafer olarak halka sundular. Hâlbuki kurumsal olarak ne İBB’nin, ne de özel olarak Sayın İmamoğlu’nun böyle bir düşüncesi ve hatta iması dahi olmadığı tüm kesimlerce çok iyi bilinmektedir…

Gerçek bu iken, dışarıdan kimi çevreler, dağıtılan kitapçıkta nasıl semavi dinlerin arasında, Aleviliği ayrı bir dinmiş gibi gösteriyorsunuz diye eleştiriler yapıldı. Bu eleştirileri yapan anlayış, tekçi, inkârcı, asimilasyoncu ve manipülasyoncu, Aleviliği ve Alevileri ret eden anlayıştır! İçerideki kimi çevrelerde (Kimi Alevi ocak mensupları, kurum başkan ve yöneticileri ve yazar-çizerleri), sanki “Aleviliği bir fotoğrafta” keşfedercesine “görünür kılındık” gibi oldukça tuhaf bir ruh hali içine düşmelerine ne denilmeli? Bütün bunlar kendi hakikatine yabancılaşmanın ne kadar derin olduğunun bir ruh hali olarak göstermektedir. Alevilerin Aleviliğinden bu kadar uzaklaşması ve yabancılaşmanın ölçüsü bu fotoğrafla tüm çıplaklığıyla bir kez daha ortaya çıkarmıştır!

Değerli canlar-dostlar, biz ocak ve talip topluluklarıyla birbirimize ikrar ile bağlıyız. Biz Müftü-Kadı bilmeyiz! Bizim bir Yol’umuz var, (“Sorma be birader mezhebimizi / biz mezhep bilmeyiz Yol’umuz vardır”) biz “DİN” bilmeyiz. Bizlerin hakikati ne dört kitaba, ne bir kitapçığa ne de dört duvar arasına sığar! Evet, kendimiz olalım, bizlere ölümü gösterip, sıtmaya razı etmek isteyenlere karşı dik duralım! Hızır cümlemizin yar ve yardımcısı olsun. Aşk ile.

EN SON EKLENENLER