Alevi asimilasyonu devam ediyor

“Pir Sultan’ım eydür şunda
çok keramet var insanda
o cihanda bu cihanda
Ali’ye saydılar bizi”
(Pir Sultan Abdal)

Alevi kurumlarının kongreler sürecine girdiğini ve kendilerini yenilediklerini geçen yazılarımda vurgulamıştım. 11 Nisan’da Alevi dernekler Federasyonu (ADF) ve 25 Nisan’da ise Alevi Bektaşi Federasyonu’nun (ABF) kongreleri var. Bu kongre sürecinin başarılı geçtiğini söylemek mümkün değil. Alevi toplumu içerisinde dahi gözden ırak geçen bu kongrelerin sadece başkan kim olacak üzerinden yürütülmesi ve Alevi toplumunun beklentilerinin tartışıldığı platformlardan uzak hale gelmesi; Alevi kurumlarımızın çıkmazı olmaktadır. Bu süreçlerin yoğun tartışmaların yapıldığı, toplumun tüm kesimlerine mesaj verecek etkinliklere dönüştüğü kongreler olması gerekir. Sessiz sedasız geçiştiriliyor olmaları, “Bu kurumlarımızın toplumsal beklentilerimizden ne kadar uzaklaştıkları” biçiminde okunmalıdır. Tartışmayan, konuşmayan ve süreçleri, değişimleri okuyamayan bir Alevi kurumu olamaz, olmamalıdır. Bu hafta Garip Dede Dergahı Başkanı Pir Celal Fırat’ın Alevi örgütlenmesinin temel sorunları ve çözüm önerilerini içeren yazısını sizinle paylaşmak istiyorum:

“Aslında bu soru şöyle sorulmalı; Alevilerin yüzyıllardır çözülen sorunu var mı? Ya da hangi yüzyılda Alevilerin sorunu olmadı? Buna direkt şöyle cevap verebilirdim, biz Alevilerin yüzyıllardır çözülen hiçbir sorunu olmadı. Hatta sorunlarımız çığ gibi büyümeye devam ediyor. Kabul görmeyen tarihsel gerçekliğimiz üzerinde asimilasyon, teolojik olarak Sünni söyleme dayandırılmaya çalışılan Alevilik, ve sosyal alandaki yaşam alanlarımızın daraltılması.

Alevi bilim insanları, araştırmacıları, tarihçileri Alevi tarihine bilimsel yaklaşmak zorundalar. Çünkü her tarihi dönüşüm biz Alevilerin kıyımıyla noktalanmıştır. Bu kıyımların hesabını veremeyen sistemden çözüm beklemek ütopyadır.

Aleviliğin tarihsel tanımı, farklı coğrafyalarla, farklı kültürlerle ilişkilendirilerek bugüne kadar geldi. Aleviliğin tarihsel gerçekliğini kendi sünni kaynaklarına dayandıran araştırmacılar, tarihçiler oldu. Çünkü Aleviliğin sözlü geleneği her dönemde saldırıya maruz kaldı ve hızla asimilasyona uğratıldı.

“Kızılbaş tayfasının katli vaciptir!” fetvaları, derisi yüzülen Nesimi’ler, asılan Pir Sultan’lar, Yavuz’un, Kuyucu Murat’ın katliamlarını meşrulaştırdı. Bu alışkanlık yakın tarihimizde hafızalarımızda derin ve unutulmaz acılar bırakan; Sivas, Maraş, Çorum, Malatya, Gezi, Gazi katliamlarını doğurdu.

Kısacası kendi toplumsal kuram ve kurallarını korumaya çalışan güç, toplum ateşini ölçmek için önce termometreyi bizim üzerimizde denedi. Bu termometre ile haklarını talep eden tüm halkları da sindirmiş oldu. Çünkü Alevilik kimliğimiz, Alevice yaşamamız haksızlıklara karşı duvar örmeyi temel alır. Yapılan her haksızlık karşısında bizi ayakta tutan ve farklı kılan tek şey İmam Hüseyin’in onuru ve cesaretidir.

Teolojik Alevi tanımında ise yine aynı değerde baskı görmüş ve sindirilmiştir. Hepimiz biliriz ki; Alevilik; etnik ve inançsal tüm kültürleri ve farklılıkları bünyesinde barındıran kaynağını Güruh-i Naci’den alan kendi sosyal ve siyasal yapısını oluşturmuş. Ve insanı merkeze koyan bir rızalık kapısıdır.

Aleviler nerede olursa olsun adalet ve insan sevgisi özelliğini asla kaybetmezler. Bu özellik Hz. Ali’nin Anadolu’ya hayat veren sevgisidir. Derin felsefedir. Özgündür, bağımsızdır.  Teolojik tanım içinde inancımızda kendine göre özgündür, şekilcilikten çok özü esas alır. Biçimsel değil, özüdür.

‘Örgütlenmemiz engellendi’

Geleneksel anlamda Ocak- Dede-Talip ilişkisini bu sistemin kendi içinde sağladığı sosyal kontrol mekanizmasını; içi boş tanımlarla işlevsiz hale getirdiler. Örneğin; Alevi dedeleri bilgisiz, cahil sayıldı. ‘Dedelik Alevilik içinde bir kurumdur’ algısı yok edildi. Onlara göre “Bir Alevi dedesinin kentlerde Aleviliği sürdürmesi imkansızdı.” Çünkü kentlerde “yüksek kültür” vardı! Dede ancak cenaze kaldırabilir, nikah yapabilir ya da kısa yapılan eğitim cemlerini sürdürebilirdi. Alevi dedeleri de bu sosyal kurmacayı benimsedi. Ve Sünni inancına dayandırılan bir kişilikle karşımıza çıktı. Ocaksız Alevi dedelerini doğuran bu asimilasyonla, sürekli yorumlanan ve tanımlanan bir Alevilik kafamızı karıştırdı. Bizi tuhaf ve alışık olmadığımız ve alışamayacağımız bir tanıma sürüklemeye çalıştılar. Bu devam etmektedir.

‘Çocuklarımızı Alevi kültürü ile yetiştirmemiz engellendi’

Tüm bu baskılar Aleviliği işlevsiz hale getirmiş, dengesiz temelsiz ve Sünnilik ilkesine dayandırmıştır. Özellikle 4+4+4 sistemiyle aynı bahçede oynayan çocukları ayırıp, çocuk imam yetiştirmeyi hedefleyen sistem çocuklarımızı yaşam alanında fişlemiş sosyal hayat içinde telafisi olmayan yaralar açmıştır.

Bilge ve mürşitlerimizin öğreti ve hikmetleri edebi olarak modern ve seküler dünya algılayışının üzerinde olmasına rağmen, sistemin dayattığı ve örgütlediği yapay algıyla, Alevilik  yorumlayarak çoğulcu anlayış ortadan kaldırılmaya başlanmıştır.

Türkülerimiz, deyişlerimiz, duvaz-ı imamlarımız sürekli sansürlendi. İçeriğinin boşaltılması ve anlamsızlaştırılması için her türlü yöntem denendi. Fakat Aleviler bu asimilasyon politikalarına direnmesini öğrendi ve kendisini yeniden var etme sürecine girdi.

Bu sürecin tek çözümü tüm haksızlıklara uğrayan halklarla beraber ortak hareket etmek , eşitlikçi, ilerici ve barıştırıcı, Anayasal haklara eşit şekilde bakan bir yönetim şeklinin oluşmasını sağlamaktır.

Bunun için öncelikle Alevi kurum ve kuruluşlarının oluşan sosyal ve siyasal yapı içinde kendilerini sorgulamaları gerekmektedir. Yöneticilerin sorumluluk ilkesiyle hareket etmesi ve yapılan tüm katliamların hesabını sorması yanında; inançsal gerçekliğimizi de kabul ettirmesi gerekir.

20 YORUMLAR

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın diğer makaleleri