Kapanmaz bir yara: Maraş

Güneydoğu Toroslar’ın uzantısında ince kıvrımlı dağ yolları … Kıvrımlı dağ yollarının karşısına vuran ala şafak duru bir yüz gibi açılırken, düşüyor yolumuz Ahır Dağ’ına. Sonrasında geçit veren o görkemli Düldül dağını selamlıyoruz. Ve o yollar götürüyor bizi dolambaçlı dağ sıralarından Binboğa Dağının gölgesinde soluklanmak için.

Yüreğimizle sarılıyoruz alçağı al kızıl taşlı, başı dumanlı karlı, eteği keklik seslenişi şen olası yüce dağlara. Burcu burcu kokan Nurhak Dağlarına erişiyor gönlümüz.

Seher zamanının kımıldanıp kalktığı vakit, bu tozlu yollar götürüyor bizi çevresini dağlar sarmış, tarihe adını hem kahramanlığı ile hem de kanlı yazmış Maraş iline doğru…

Maraş, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nin Akdeniz bölgesi ile birleştiği noktada, tarih öncesi çağlarda kurulmuş bir şehirdir. Akdeniz’in doğusunda omurgasında keskin bir ağrısıyla var olan yaralı bir şehir. Yüzyıllar boyunca göçer aşiretlerin konaklama ve yaylak yelerinden biri olmuş bu topraklar.

Güngörmüş Maraş ili, çok kahır çekmiştir ve yaslıdır ezelden beri. Maraşlılar Emperyalizmin 1. Paylaşım Savaşında Fransızlara karşı bu toprakları ‘’ Maraş bize mezar olmadan düşmana Gülizar olmaz’’ diyerek sahiplenmiş kadın erkek omuz vermiş kurtuluş savaşına. Anadolu’nu bozkırına kır çiçekleri gibi dağılmış halklar. Sonrasında yerleşip yurt yuva kurmuşlar. Nurhak Dağlarının eteklerinde ki köylerde kardeşçe bölüşmüşler ekmeklerini.

Bir zaman sona bu dağları yeniden sarmış çakal sürüleri. Engerek yılanı, gözlüklü sarı yılanı, çıngıraklı zehirli yılanı eksik olmamış. Bu sefer ağacın kurdu kendi özünden olmuş. Maraş’ın göbeğinde kanlı bir kerbala kurulduğunda düşürmüş omzundan kahramanlık hırkasını. Artık katliamıyla anılan bir şehir olmuş Maraş.

Mahallelerin dar sokaklarından oluk oluk kanlar akmış meydanlarına. Faşizmi kan kokan elleriyle emekçilerin, devrimcilerin, alevilerin yaşadığı evlere doğru akıtmış salyasını
Resmi ve gayri resmi kalemlerin senaryosuydu bu. Kontra kalemlerin elinden çıkmış senaryo gene resmi ve gayri resmi ellerce gerçeğe dönüştürülüyordu. Yaşanacakların adına ‘’ katliam’’ diyecekti sözcükler. Belki bu sözcükler bile boynu bükük kaldı yaşananların karşısında…

Erkan-ı harbin önderliğinde Faşistler elinden ölüm koştu sağa sola. Siluetinin , ölümler ortasında yalnız çaresiz kalışlarımızı…

Hiç keklik ötmez olmuş sonra bu dağların yamaçlarında. Öteni dertli ötmüş. Ahır dağın’dan geçerek Çukurova’ya inmiş dertli öten kınalı keklikler dillerinde kerbala’dan kalma avaz şakımışlar yıllar boyu.

Üzerinden yıllar geçse de Maraş der dağlar taşlar. Kıyısının sisi, ince dumanı dağılıp dağlara yayılır seher zamanı da Maraş der. Bülbül ağlar gül dalında, çiğ düşer çam ağaçlarının ucundan Maraş der. Analar toplanırlar evlerinin kana çanak tutan duvarlarının dibinde yıllarca yaktıkları ağıt Maraş der. bu acılı ağıt Maraş’ın göğünden kerbelaya uzanır…

Soruyoruz neden yaraların sarılmaz Maraş?

Derdim çoktur memlekete söylenmez’’ diyor. Ezeli uykusundan uyanıp perde perde yükselen ağıtları dolduruyor kulaklarımıza, yanıklığa acılığa, bomboz ovalarda, sıra sıra boy vermiş çıplak yüce dağlara.

Maraş sokaklarındayız.

‘’ Memlekete söylenmez’’ olan dertleri taşıyan sokaklardan geçiyoruz. Sorulmadık hesapların defterlerini açar gibi. Sesler geliyor kulaklarımıza. Aradan yıllar geçse de sokakların caddelerin kıyılarına gizlenmiş bir inilti, bir uluma, bir kan kokusu, bir höykürüş her yana sinmiş dolaşıyor ayaklarımıza…

‘’ Sütçü imam aşkına vurun’’
‘’ İslam elden gidiyor vurun Alevileri’’
‘’ Kızıl koministler Moskova’ya ’’
‘’ Müslümanlık elden gidiyor, koşun Bir tek Alevi çocuk bile kalmasın; öldürün Alevileri ve koministleri ’’
Ali diyordu Şah’ı Anadolu’da sevenleri. ‘’ Kerbela’’ diyordu. ‘’ Hüseyin’’ diyordu. ‘’Kızılbaş’lara ölüm’’ diyordu ağzı salyalı höyküren canavar dilli kul. Ölüm koşuyordu sokak sokak. Tırpanlarla, tahralarla satırlarla… Önceden işaretlenmiş evlerin kapıları çalınıyordu tek tek.

Hangi şahdan yana olacağını şaşırmış iki dünya sultanının kavga alanına sıkışıp kalmışlardı. Hısımdılar, kirveydiler. Komşuluk hakları helallikleri vardı. Kız alıp kız verdiler. Esnaftılar; evleri duvar duvaraydı. Tavukları karışırdı birbirine bahçelerinde, Sıra sıra kaynayan kazanlarda haşlanacak bedenlere soruldu islamın şartı.

‘’ Salavat getir, öldüreceğiz seni ’’ diye höykürdü üçü beşi. ‘’ salavat getirmeyi bilmez bu kızıl! Öldürelim’’ diye ürüdü onu on beşi ’’ Sevdiklerinin cansız bedenlerine bakarak bir külçe et daha atıldı yanmış bedenlerin üzerine.

Gök ekinlerini başaklarını biçen biçti dillenen bebekleri. Gülücükleri asılı kaldı çivilerle duvarlarda. Tırpan tırpan savurdular ocaklarda.

Bir ses geliyor kulağımıza Yörük Selim Mahallesinden. ‘’ Döne gelin kaçasın amannn’’
Nereden gelir bu ses? Hangi sokak? Alev almış hangi ev? Çığlıklar…

Döne gelinlerin deşilen karınlarında ki bebeler, giyip pabuçlarını kaçmaya çalışıyorlar az sonra kafasını uçuracak olan tahrayı tutan ellerden. Döne gelinin sesi kısılıyor boğazını sıkan elden. Kan boşalıyor kesilen memesinden…

Her evin bacasından yükselen dumanlar, başka kapılara koşuyor ellerinde ölüm oyunuyla cellatlar. 80 yaşında gözleri görmeyen Cennet Nine’nin oyarak gözlerini devam ediyorlar oyunlarına

‘’ Sütçü imam aşkına vurun’

Kutsal kitapların tarif ettiği iblis’di onlar

Günlere gecelere yayılıyor bu katliam, köylerde insanlar tarlalarına ekin başağı gibi seriliyor. Cesetlerini toplayanların cesetleri karışıyor yenilerine . Şeker deresi kan ile sulanıyor. Memlekete hükmü geçen saraydan Devlet baba buyuruyor ‘’ Dışarı çıkmak yasak’’
Ses yükseliyor ‘’ Komünist’ ler Moskova’ya’’

12 Yaşında ki Ali dövüle dövüle götürüldüğü bir bodrumda kolları kesildikten sonra bir kazan da kaynatılıyor. Her baba evime çocuklarıma karıma dokunmayın dediği için kapılarda vuruluyor. Kaç sokağın evlerinden tecavüze uğrayan ya da çocukları gözleri önünde öldürülen kadın çığlıkları geliyor.

Evlerinde kalanlar sabahın ilk aydınlığında evlerinde, köylerinde kalanlar tarlalarında öldürülüyor.

Yıllar geçse de Maraş’ın sokakları yaralı kalmış, akan onca gözyaşı derelere karışmış. Sokaklarından, evlerinden toplayıp ölülerini kendine yabancı düşmüş topraklarına gömüp, yüzlerinde hayat boyu taşıyacağı derin çizgilerle söylenip yanık eşyalarıyla ve anılarıyla göç edip gitmişler başka memleketlere.

Geride kapanmaz bir yaralı Maraş kaldı gitmeyenleriyle… Suskun ve acılı, halan kanayan kapanmaz bu yarayla . Çünkü o günden bu güne halkın kanı akmaya yarası kanamaya devam ediyor. Zulüm vahşet her boyutuyla sürüyor. Kıyamete kadar ellerimiz yakanızda diyor analar…

Kapanmaz bu yara, bu zulüm ve sömürü düzeni son bulmadıkça. Maraş unutulmayacak asla…

CEVAP VER

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Yazarın diğer makaleleri