Kadınsız Kılınan Alevilik

“Ey vaiz sen bize eksik diyorsun
Eksiği özünde görsen olmaz mı?
Bu nasıl iftira ne söylüyorsun
İblis’i özünden sürsen olmaz mı?”

Afşin’li bir Alevi şair olan Afe Ana’nın “Afe’den Vaize Yanıt” adlı şiirinden aldığım bu dörtlük Alevilik felsefesinin kadına bakışı açısında önemli bir veri sunmaktadır. Birçok şiirinde Afe Ana erkek egemen bakış açısını sorgular ve kadının Alevilikteki durumuna dikkatimizi çeker. Ancak yazılı kaynaklarda kadına dair bu tarz yazılara çok nadiren rastlanır. Şöyle bir internet ortamına vursanız nerdeyse aynı metin ve bilgiler karşınıza çıkar.

Alevilik inancına dair oldukça fazla ve de farklı yorumla karşılaşmak mümkün. Ancak kadın sözkonusu olunca bir parmak sayısını geçmeyecek kadar bulgu mevcut.

 

Tarih boyunca kadının karartılması gerçekliğini Alevi kadınına vurduğumuzda fazlasıyla karartıldığını ve görünmez kılındığını söylemek gerek.

 

Yazılı tarih anlamında da Alevi kadın neyi ifade ediyordu, tarihsel rolü neydi, inanç bazında nasıl bir işlevi vardı? Sadece bir ana olarak mı anılıyordu?

 

Gerçekten Alevilik felsefesinin iddia ettiği gibi kadın ve erkek eşit ve özgür müydü?

 

Elbette ki salt günümüzdeki kadının reel durumuna bakarak bu sorulara cevap vermek bizi ciddi bakış açısı yanılgılarına götürebilir. Ancak şuan Alevi kadının içinde bulunduğu durum kadının geldiği noktayı görmemiz açısından önemli bir veri sunmaktadır. Yani kadın hem vardır, hem yoktur. Hem öndedir, hem de nasıl bir ön duruş olduğunun farkında değildir. Hem Alevidir, hem değildir.

 

Bir nevi adı olan ama kendisi olmayan, toplumsal dokusu bozulmuş bir Alevilik inancından ve onun toplumsal gerçekliğinden bahsediyoruz.

 

Oysaki toplumsal olarak kendi hakikatini tanımlayamayanlar kölelerdir.

 

Özgürlük kendi hakikatini tanımlamakla yani “ben kimim” sorusuyla başlıyorsa Alevi kadını kendi hakikatini tanımlayabilmekte midir?

 

Günümüzde Alevilik kendisini yeniden inşa etmeye çalışırken, Alevi kadın bu sürece tam olarak dahil olabilmekte midir?

 

Cumhuriyet kurulduğundan bu yana direnişçi dinamikleri sürekli bastırılmaya çalışılan Alevilik, cumhuriyet tarihinin bütün kritik dönüşüm süreçlerinde belirleyen değil, belirlenen oldu. Yani nesne konumunu aşamadı. 1990’lardan sonra yoğun bir kimlik tartışmasına giren Aleviler, iki binlerden sonra ve günümüzde Türkiye’nin demokratikleşme mücadelesinin neresinde yer alacağı sorunuyla karşılaştılar ve bu sorun can alıcılığını halen korumaktadır. Temel sorun Alevi toplumsallığının bir özne olarak tarihsel-devrimci dönüştürücü rolüne yeniden nasıl kavuşacağına ilişkindir. Dolayısıyla tam da böyle bir arayış sürecinden geçerken kadınsız bir Alevilik tanımı ve inşası mümkün müdür?

 

Yaşanan sorunların düzeyini anlamak açısından Aleviliğe yönelik yapılan güncel çalışmalara bakmak bile kendi başına yeterli olabilir. Alevilikle ilgili gerek yapılan aktivitelerde, Alevi örgütlerinde, kurumsal bütün alanlarda yapılanmaların ve tartışmaların ana ekseninin erkek egemen karakterli olmadığını kim iddia edebilir ki? Türkiye ve Avrupa’da bulunan bütün Alevi örgütlerinin başkanları erkeklerden oluşmaktadır. Hiçbirinde eşbaşkanlık sistemi yoktur. Hatta hatırı sayılır düzeyde derneklerin bağlı olduğu bir Alevi örgütünün başkanına “eşbaşkanlık sistemine geçmeyecek misiniz” diye sorduğumda “eşbaşkanlık mı? Biz henüz buna hazır değiliz. Hem bu işi yapacak düzeyde kadın da yok” demesi ibret vericiydi. Politik Alevi örgüt temsilcilerin gerçek bakış açısını sunan da bu yaklaşımdır.  “Alevi kadınları özgürdür” söyleminin ne kadar da altı boş olduğunun gayet çarpıcı bir izahıdır bu. Herhangi bir Alevi derneğine gittiğinizde kadın ve erkek arasındaki geleneksel cinsiyetçi rol dağılımının çarpıcı bir resmiyle karşılaşabilirsiniz. Mutfaklara doluşan kadınlar, kürsülerde konuşan kravatlı, takım elbiseli bol miktarda erkekler… Bu durum başka da lafa gerek bırakmıyor.

 

Maalesef Alevilik adına politika yapan kurumlar ve aktörlerin hepsi erkek. Bir tek Demokratik Toplum Kongresi’nin Amed’de yaptığı Alevi çalıştayında ve Dersim Alevi Çalıştayında kadına ilişkin bir bölüm ayrılmıştı.

 

Kimlik tartışmalarında kadın sorununun bir türlü öncelikli olarak yer bulamaması sorunun derinliğini ortaya koyar. Bu durum yapılan çalışmaların ne kadar erkek egemen karakterli olduğunu gösterir. Gerek inançsal, gerekse de etnik kimlik tanımlamasının neredeyse kadınsız yapılmaya çalışılması bile Aleviliğin tarihsel köklerinden ne kadar koparıldığının ve yabancılaştırıldığının göstergesi durumunda.

Devletin sünnüleştirme çabalarıyla çoraklaştırılmaya çalışılan Alevilik yorumuyla, Aleviliği kadınsız kılan Alevi yapıları aynı zihniyette buluşmaktadır. Her ikisi de anlayış olarak Aleviliği erkek merkezli bir yoruma tabi tutmakta, kadına söylemden öte bir anlam atfetmemektedir.

 

Yine Alevilik ve kadının rolüne ilişkin yazınsal çalışmalarda Alevi kadını tarihsel olarak erkekle eşit olarak ortaya konulmaktadır. Ancak kıyas noktasını hep “sünni kadının” içinde bulunduğu durum oluşturmaktadır. “Bizim kadınımız sünni kadına göre daha özgürdür”, “bizde kadın her şeyi belirler”, “tek otorite kadındır” gibi söylemler üretilerek “sünni kapalı kadından ne kadar da ileri” bir noktada olduğumuz bu kıyasa oturtulmaktadır.

 

Kaldı ki kadının ne kadar özgür olup olmadığının ölçüsü bir başka kadın değildir. Özgürlük ölçüleri kadının varoluşsal yani kimliksel değerlerine vurularak ne kadar özgür olup olmadığına karar verilebilir. Sünni kadın-Alevi kadın karşılaştırması erkek egemen bir mantıktır ve özünde kocaman bir kandırmacayı barındırır. Alevi toplumuna günlük olarak hakim olan zihniyet budur. Ve bu zihniyet Alevi toplumundaki özgürlük yanılsamalarından birini oluşturmaktadır.

 

Bundandır ki Alevilik kendi tarihsel özgürlük kültüründen koparılmış durumundadır. Kültür taşıyıcı-aktarıcısı konumundan çıkarılan Alevi kadını modernitenin kıskacında çarpık bir özgürlük anlayışıyla yeniden yorumlanmaktadır. Mevcut kapitalist modernite içinde Alevi kadını tanımlamaya çalışmak en büyük tuzaklardan biridir. Etnik, inanç ve cins olarak kendini yeterince tanımlamayan ve her üç kimliğinde de tutsak olan kadın “ben özgürüm” diyorsa orada ciddi bir algı sorunu var demektir. Maalesef yaşanan da bu tarz bir algı çarpıtılması ve tutsaklığıdır.

 

Elbette ki bu durum Aleviliğin toplumsalcı, eşitlikçi ve devrimci özelliklerinin asimile edilmesiyle ilgilidir. Binlerce yıldır baskılara direnen, varlığını sürdürmek için bedel ödeyen, modernitenin öğüten çarkı karşısında kendini var etme sorunu yaşayan Alevilik felsefesi; demokratik, ekolojik, cinsiyet özgürlükçü anlayışla buluştukça kendi tarihsel özüyle de buluşacaktır. Aksi takdirde resmi egemen ideolojiye gerek kalmadan bizzat Alevilerin eliyle Alevilik tanınmaz hale gelecektir.

Bir zamanların üretimi, ortak yaşam ve paylaşımı, kendi kendini sorgulayan ve hatalarını dara çeken bir ahlak felsefesine sahip olan Alevilik, tarihsel değerlerini yeniden arıyor. Aleviliğin üç kutsalı olan “ana, ocak ve lokma” gerçekliği yeniden canlanmak ve hatırlanmak istiyor.

 

Reel Alevilik şunu göstermiştir ki kadın özgürlüğüyle bağı zayıflayan bir Alevilik ataerkil bir karaktere bürünüyor ve özünden uzaklaşıyor. Alevilerin dayandığı tarihsel, demokratik ve eşitlikçi mirasla olan bağlar zayıfladıkça karşıtına benzeşme daha fazla oluyor. Çünkü kadın özgürleştikçe toplum özgürleşecektir. Dolayısıyla da özünde bir kadın inancı olan Alevilik felsefesi de kadınsız tanımlanamaz. Demokrasi mücadelesinin öznesi ve inanç özgürlüğünün temeli de kadındır. Kadınlar hiçbir dış beklentiye kapılmadan özgürlüğün ancak kendi mücadelesiyle başarılabileceğinin bilinciyle hareket ederse ataerkiliği de yıkabilir. Ve kendini bir özne haline getirebilir. Kadınların işi tüm özgürlüksel alanlarda olduğu gibi Aleviliği de erkek egemen karakterden kurtarmaktır.

Dolayısıyla kadınsız bir Alevi hareketi tüm hastalıklara açık bir bünye olmaktan kurtulamayacaktır. Nihayetinde yaşanan ve dayatılan da budur…

EN SON EKLENENLER