Halklar arasında köprü…

Ekim Devrim’i sonrası Mao ZeDong’la başlayan Fidel ve Che’yle yaygınlaşan ve zirvesine Giyap’lı Vietnam’la ulaşan sosyalist devrim dalgası dünyada yeni bir siyasal gençlik jenerasyonu yarattı. Mottosu “emperyalist sömürgeciliği yıkarak yerine sosyalist toplumu kurmak”  olan bu jenerasyona 68 Gençliği denildi.

Türkiye devrim hareketi kökleri tarihin derinliklerine uzanan bir birikime sahiptir. Simavna kadısı oğlu Şeyh Bedrettin, Dede Sultan ve Torlak Cemal bu soylu mazinin öne çıkan simge isimleridir.

Şeyh Bedrettin direnişçiliğini miras alan birçok Türkmen oymağı yüzyıllar boyu Osmanlı zulmüne başkaldırsa da parçalı duruşlar neticesinde katliamlardan geçirilip kırıma uğratılmak hepsinin kaçınılmaz kaderi olmuştur.

Ve “ferman padişahınsa dağlar bizimdir” diye ünlenir Dadaloğlu, Bolu Dağlarını mesken edinir Köroğlu. Zalim beylerin korkulu rüyası olur Çakırcalı Efe ve daha nice Anadolu yiğitleri geride asil renkte isyan damarları bırakarak kırklar divanına katılırlar. Torosların ince Memed’i gibi.

Birinci Dünya Emperyalist paylaşım savaşından ağır bir yenilgiyle çıkan Osmanlının işgal edilmedik tek karış toprağı bırakılmaz. Bu topraklardan Anadolu’da 1919 da başlatılan ve 1922 de başarıyla sonuçlanan halk hareketi başlangıçta Ekim Devrimi’nden esinlenmiş gibi görünse de kısa sürede Bonapartist zihniyetin tahakkümü altında doğal mecrasından saptırılarak dejenerasyona uğratılmıştı. Oysa elde edilen başarı halkların ortak direnişinin ürünüydü. Ve her fırsatta “kardeş Kürt ulusuna” özgürlüklerinin güvenceye alınacağı demokratik siyasal bir merkezi yönetim çatısı altında yerel özerklik vaat edilmişti. Nitekim 1921 Anayasası bu mantaliteyle hazırlanmıştı.

Aslında Türkiye Devrimi’ne öncülük etmek üzere yola çıkan Mustafa Suphi ve yoldaşlarının çevrilen dolaplar sonucunda gemilerinin batırılarak Karadeniz sularında boğdurulmaları belki de sadece Kürt- Türk değil tüm halkların bağırlarından akan ırmaklara kurulacak köprülerin engellenmesi ve kardeşliğe açılan kapıların sımsıkıya kapatılması, bu yollara bentlerin, setlerin inşa edilmesi anlamı taşıyordu.

Kendilerine vaat edilen hakların tanınmaması karşısında ayaklanan Kürtler kanlı katliamlarla bastırılmış, akabinde çıkarılan Tekrir-i Sükûn gibi faşist yasalarla bir zulüm cenderesi içine alınarak adeta zindan hayatına mahkûm edilmişlerdi.

Türkiyeli sosyalistler ve Müslümanlar da bu zulümden ziyadesiyle nasiplendirilmiştir. Bununla birlikte baskı rejimi karşısında halklar arasında işbirliğini geliştirmek ve kardeşlik köprüleri kurmak eksenli arayışlar hiç eksik olmamıştır. Türkiye şairi Nazım Hikmet ile çağdaş Kürt dilinin banisi Mir Celadet Ali Bedirxan arasındaki derin muhabbet bu çabalara güzel bir emsal oluşturur.

Dünyanın hem batısından hem doğusundan esen devrim rüzgârları 60’lı yılların Türkiye öğrenci gençliğinin ufuklarını da berraklaştırır.

27 Mayıs Faşist Darbesi sonrasında tamamen bastırılan toplumsal dinamikler öğrenci gençlikteki hareketlenmeyle yeniden canlanmaya başlar.

68 Gençliği ülkenin dört bir yanında örgütlenme ve devrimci mücadeleyi yükseltme hamlesi başlatır. Filistin kamplarında gerilla eğitimi alan Deniz Gezmiş ve arkadaşları Nurhak Dağları’nda devrimci halk savaşının çekirdek örgütlenmesini gerçekleştirir.

Mahir Çayan önderliğindeki Devrimci Cephe ise kentlerde halk ayaklanması çalışmalarını yoğunlaştırır.

68 kuşağının ve belki Türkiye Devrim hareketinin tüm zamanlarının en büyük simge isimlerinin şahadetlerinin üzerinden neredeyse yarım asra yakın zaman geçtiği halde hala yaşayan birer efsane olarak itibar görmeleri hiç de tesadüf eseri değildir. Çünkü her iki önder de sosyalist devrimi ölümüne sahipleniyor ve bunun gerektirdiği devrimciliği kendi mücadele pratiklerinde somutlaştırıyorlardı.

Her iki önder ve liderlik ettikleri hareketler Kürt-Türk halkları özelinde halkların kardeşliğine ayrı bir önem ve değer veriyorlardı.

Deniz Gezmiş Hakkâri’de Zap suyu üzerinde bir köprünün kurulmasına bizzat öncülük etmiş, bu köprüyle Kürt ve Türk halklarının yüreklerine giden yolları birbirine bağlamak istemiştir.

Yine Deniz Gezmiş’in idam sehpasında söylediği son sözler bir devrim manifestosu niteliğindedir. Faşist ve sosyal şovenist saiklerle Kürt varlığının bile tartışılmaktan kaçınıldığı bir atmosferde “yasasın Kürt ve Türk halklarının kardeşliği” şiarını haykırarak adeta devrimin yol haritasını çizmiştir.

Mahir Çayan ölümsüz bir halk önderi olarak tarihe geçmenin yanı sıra devrimci azim ve iradenin hiçbir koşul altında hiçbir engel tanımayacağını Maltepe zindanından, Denizleri idamdan kurtarmak amacıyla gerçekleştirdiği özgürlük eylemiyle kanıtlamıştır.

Deniz, Mahir, Ulaş, Hüseyin, Sinan, Ömer, Cevahir…

Mazlum, Kemal, Hayri, Ferhat, Eşref, Necmi…

Ve isimlerini tarihin en görkemli sayfalarına altın harflerle yazdırmış daha niceleri…

Hepsinin rüyalarını Kürdistan, Türkiye, Ortadoğu ve hatta belki de dünya devrimi süslüyordu.

Peki, 1925’leri, 27 Mayısları, 12 Martları, 12 Eylülleri, 90’ları aratmayan zulümlerin dehşet karanlığının dört bir yanımızı sardığı “elan”da bizler bu önderlerin öğrencileri, ardılları, yoldaşları, kardeşleri, Kürtler, Türkler, Araplar, Lazlar, Çerkezler, Pomaklar, kadınlar, erkekler, gençler, yaşlılar, Aleviler, Süryaniler, Ermeniler, Rumlar ve laikler… Feministler, çevreciler, anarşistler, cinsiyet özgürlükçüler… Bilcümle devrimciler, komünistler… Bizler hepimiz “başka bir dünya mümkün” şiarının ışığıyla yolumuzu aydınlatmak, aramızda kopmaz bağlar ve yıkılmaz köprüler kurmak adına canlarını feda eden kahramanların mirasını ne kadar yaşatıyor, anılarına ne kadar sahip çıkıyoruz?

Halklar arası köprü kurmak hayal değil…

 

EN SON EKLENENLER