‘Yarın Meclis kürsüsü de bariyerlerle kapatılacak’

Barış bildirisine imza attığı için ihraç edilen Prof. Dr. Atilla Güney, iç tüzük değişikliğiyle milletvekilliği dokunulmazlığının kalan son kırıntılarının da ortadan kaldırıldığını söyleyerek, “Yarın sadece parlamento binasının etrafı değil Meclis kürsüsü de bariyerlerle kapatılacak” dedi.

AKP ve MHP ortaklığıyla getirilen iç tüzük Meclis’ten geçti. “Muhalefetin susturulması” olarak yorumlanan iç tüzüğün parlamentoyu tamamen işlevsizleştireceği tartışmaları sürüyor. “Bu suça ortak olmayacağız” bildirgesine imza attığı için ihraç edilen Mersin Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Atilla Güney, “Her şeyden önce tüzük değişikliği ile milletvekilliği dokunulmazlığının kalan son kırıntıları da tırpanlanarak tamamen ortadan kaldırılıyor” dedi.

‘KÜRSÜ DOKUNULMAZLIĞI DA KALDIRILDI’

Klasik liberal demokrasinin özü tartışmaya dayandığını vurgulayan Güney, parlamentonun sadece yasama görevini yerine getiren bir organ olmanın ötesinde, halkın seçtiği vekiller aracılığıyla, düşünce ve taleplerini dillendirildiği bir “arena” olduğunu vurguladı. Güney, şunları söyledi: “Bu tüzük değişikliğiyle anlaşılan o ki son birkaç yıldır iktidardaki örgütün alametifarikası haline gelmiş olan düşünce ve ifade özgürlüğüne tahammülsüzlüğün son hedefi, yarım yamalak da olsa işleyen parlamento oldu. Her şeyden önce tüzük değişikliğiyle milletvekilliği dokunulmazlığının kalan son kırıntıları da tırpanlanarak, tamamen ortadan kaldırılıyor. Bu düzenlemeyle, Cumhurbaşkanı’na hakaret, Meclis Başkanı’na hakaret kisvesi altında artık kürsü dokunulmazlığı diye bir şeyden bahsetmek olanaksız hale gelecek.”

‘KÜRSÜ DE BARİYERLERLE KAPATILACAK’

Güney, iç tüzük değişikliğiyle getirilen, genel görüşme ve gensoru sırasında milletvekillerinin konuyla ilgili konuşma sürelerinin 10’ar dakikadan, öneriyi veren milletvekili için 5, diğer milletvekilleri için 3’er dakikaya düşürülmesinin parlamentonun tartışma arenası olma özelliğini neredeyse tamamen ortadan kaldırdığına dikkat çekti. Güney, devamla şunları dile getirdi: “Meclis Başkanı ve vekillerinin, oturumları yönetme sırasında takdir yetkilerini kullanmaları genişletilerek, başkanın neredeyse parlamento içerisinde güçlendirilmiş yürütme gibi davranmasının önü açılıyor. Bu değişiklikler pek de şaşırtıcı değil. Referandum sonrası çıkarılacak uyum yasalarının kamuoyu ve Meclis içerisinde tartışılmaması için iktidardaki örgütün ihtiyaç duyduğu Meclis yapısı için bu gerekliydi.”

Tüm bunların toplumda var edilmeye çalışılan otoriterleşmeden farksız olduğunu kaydeden Güney, “Daha açığı şöyle söyleyeyim: Yüksel caddesindeki özgürlük heykelinin etrafına konulan polis bariyerlerini hatırlayın; 25 Temmuzda HDP’nin Diyarbakır’da yaptığı grup toplantısı sırasında halk ile vekilleri buluşturmamak için dikilen polis bariyerlerini de göz önünde bulundurun; bir de buna, yarın sadece parlamento binasının etrafı değil kürsü de bariyerlerle kapatılcak” diye konuştu.

SORGULANMASI GEREKEN NOKTALAR

Güney, çözüm sürecinin bitirilmesiyle başlayan savaş süreci, peşi sıra gelen darbe girişimi ve ilan edilen Olağanüstü Hal (OHAL) ile birlikte devreye konulan uygulamalar ve iç tüzüğün değiştirilmesinin bir bütünen sorgulanması gerektiğini kaydetti. Güney, sorgulanması gereken noktaları şöyle sıraladı: “Birincisi, hiçbir zaman gerçek anlamda bir çözüm süreci yaşanmadı. Bir başka deyişle Türkiye Cumhuriyeti ne ‘barış süreci’ olarak adlandırılan dönemde ne daha öncesinde ne de bundan sonra Kürt sorununu kalıcı ve barışçıl biçimde çözmeyi amaçlamamıştır, amaçlamayacaktır. Bu halihazırda iktidardaki örgütün tavrıyla değil genel olarak Türkiye devletinin kuruluş ve varoluş biçimiyle açıklanabilecek bir olgudur. İkincisi, 7 Haziran-1 Kasım 2015 arası yaşananlar, gerçek anlamda parlamento ve temsili demokrasiye karşı bir darbedir. Ancak her ne oldu ise dünya siyasi tarihine ilginç bir vaka olarak geçecek ve geleceğin siyasi tarihçileri için zengin bir konu olma potansiyeli taşıyan 15 Temmuz yaşandı. 15 Temmuz ve sonrası öyle tuhaf bir durum ki, genelde darbeyi yapanlar ya da yeltenenler kendilerini haklı göstermek için çabalarken, darbeye maruz kaldığını iddia eden örgüt, gerçekten bir darbe olduğuna yedi düveli inandırmak ve kendi meşruiyet zeminini oluşturmak için canla başla çalıştı ve çalışmaya devam ediyor. Bir başka deyişle darbeye maruz kaldığını iddia eden hükümet tartışmalı bir meşruiyet sorunu yaşıyor.”

’15 TEMMUZ KEMALİZM’İN ÖLÜM TARİHİDİR’

Güney, “Darbe sonrası çıkarılan OHAL için pek çok spekülasyonda bulunulabilir, ancak ‘Reis’ zaten açıkladı: ‘Bu Allah’ın bir lütfudur.’ Soru şu, kimin için? 15 Temmuz, resmi olarak Kemalizm’in ölüm tarihidir, erken bir 2023’tür. Bütün o yaratılan mitleri, efsaneleri, destanları bu varsayım üzerinden değerlendirdiğinizde, örgüt, kendi Kubilaylarını, kendi Sütçü İmamlarını yaratıyor; köprülere, caddelere yeni isimler veriyor, yeni marşlar, heykel sanatında post-absürt yaratılar ortaya koyuyor; bayramlar, konunun eğitim-öğretim müfredatına girmesi, resmi tatiller ve daha niceleri… Sanırım Türkiye denilen zaten kuruluşundan bu yana huzursuz olan bu devlet-toplumunu daha huzursuz günler bekliyor. Ve huzursuz olan her canlı gibi toplum da totaliterleşir” dedi.

‘TOPLUM ÜÇ KUŞAĞINI YİTİRDİ’

Türkiye toplumunun içine hızla sürüklendiği girdabın ne darbe girişimiyle ne de bir kişinin kişisel hırsı ve iktidarıyla açıklanabileceğini söyleyen Güney, değerlendirmesini şöyle sürdürdü: “Bu çok daha uzun erimli, daha katlanmış ve toplumun bütünsel dönüşümüyle alakalı bir şey. Bugün toplumun içinde bulunduğu durumu, salt giderek sertleşen anti-demokratikleşme, totaliterleşmeyle bağlantılandırılıp, gelecekte neler olacağı sorusuna yanıt açık ve doğaldır ki daha fazla totaliterleşme, daha fazla demokratik değerlerden uzaklaşma olacaktır. Ancak ben daha vahim bir duruma işaret etmek istiyorum: Bu topraklarda yaşayan, dili, dini, etnik aidiyeti, mezhebi, cinsiyeti ne olursa olsun, tüm toplum üç kuşağını yitirdi. Ve hemen yarın bir restorasyon sürecine girildiğini varsaysak bile insanlık, demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet adına yitirdiğimiz ne varsa geri kazanmamız en az çeyrek yüzyılı alacaktır. Dikkat edin sadece yitirilenlerden bahsediyorum, bir de üstüne sahip olmayıp da kazanmamız gerekenleri ekleyince durumun vahametini varın siz düşünün.”

‘PROVOKATÖR BİZATİHİ İKTİDARIN KENDİSİDİR’

HDP’nin başlattığı “Vicdan ve Adalet Nöbeti”ne de değinen Güney, “Bu kaos ortamından kurtulma, kalıcı ve onurlu bir barışı sağlamada HDP ve diğer özgürlük mücadelesi veren, milliyetçiliği eylem ve düşünce biçiminin merkezine koymamış olan parti, grup, yapı ve kişilere önemli görevler düşüyor. İçinde bulunulan koşullarda, kaos ortamındaki en büyük provokatör bizatihi iktidarın kendisidir. Bu nedenle barışçıl muhalefet ve eylemlerden vazgeçilmemesi gerektiğini düşünüyorum. Hemen ve kısa vadede sonuç alınamasa da HDP’nin ‘Vicdan ve Adalet Nöbeti’nin olumlu sonuçları olacağını düşünüyorum” dedi.

EN SON EKLENENLER