Newroz-Nevruz Sümer tanrıçası İnanna ile başlar

Newroz-Nevruz Bayramı, kadim uygarlıklardan bugüne, Anadolu dâhil, geniş coğrafyalarda, çok çeşitli halklar tarafından kutlanmış, hala kutlanmakta.
Türkiye’de, Newroz-Nevruz Bayramı’nın Kürt halkı tarafından mücadele dahilinde sahiplenilmesi nedeniyle Türk devleti milliyetçi kaygılarla uzun yıllar Newroz kutlamalarını yasakladı, baskıladı.
Devletin Kürtlerin Newroz’una yönelik ayrıştırıcı-inkârcı tutumu ne yazık ki Türk halkının kendi Nevroz Bayramını kutlamasını da engellemiş oldu. Türkler kendi bayramlarına yabancılaştırıldı. Bir kısım insan Newroz-Nevruz’u sadece Kürtlerin bayramı sandı devletin bu tutumu nedeniyle. Oysa ne kadar güzel olurdu Newroz-Nevruz’un yan yana mahallelerde, alanlarda, çayırlarda, ormanlarda kutlanması.
Kuşku yok, bu güzel günleri de göreceğiz. Çünkü bugün bile onca baskı ve zulme rağmen kutlanan Newroz-Nevruz alanlarında halklar yan yana.
Bir kaç gün önce Afrin’de Demirci Kawa’nın heykelini kaldıranların aklında tutması gereken bir şey var. Kültürel unsurları baskılayarak, yasaklayarak toplum hafızasında silmek mümkün değil.
Tıpkı erkek egemenliğinin İnanna’yı binlerce yıl sonra bile hafızalardan silemeyişi gibi.
Tıpkı bugün kutlanan Newroz-Nevroz ya da başka adlarla halklar tarafından kutlanan aynı bayramın, dünyada henüz erkek egemenliği yokken kadim toplumlarda Anatanrıçalar döneminde ortaya çıkan, doğanın canlanışı, bereketin simgesi “Yeni Gün” oluşunun unutturulamaması gibi.
Bugünkü Newrozlar kadınlar ve tanrıçalar silinip, erkek kahramanlar üzerinden yeni anlatıların yazılması ile erkekleştirilmiştir. Erkek egemen toplumların erkek kahramanlı anlatıları şekline dönüştürülerek kaynağından kopartılıp, gerçek “kimliğinden” uzaklaştırılarak, yabancılaştırılmıştır.
Kadınlardan neredeyse bahsetmeyen, bahsederken sabırlı, anaç, edilgen, kadın erkek ilişkisinde geride olan, güçsüz, erkekliği ve erkekleri öven, kahramanlaştıran, önemli kişi yapan mitolojik ve tarihsel anlatıların neyin üzerini örttüğünü anlayabilmek için insanlık tarihinin başlarına bakmak gerekir.
Orada evreni yaratan erkek tanrılardan önce, evreni var eden Anatanrıçaların hikâyelerini görürüz. Kendisini topluma ancak baskı ve şiddetle kabul ettiren erkek din ve inançlardan önce, toplumun var edip, kendi rızası ile kabul ettiği kadıncıl din ve inançlara tanık oluruz.
Anatanrıçaların yanında “dünkü çocuk kalan” zalim Dehak, ona karşı mücadele veren pazulu, güçlü, erkek Demirci Kawa’nın ve diğer tüm Nevruzların çok öncesinde toplumu var etme gücüne sahip Anatanrıçaların doğayı canlandırabilen yetisini ve anlatısını bilmeden ya da bunlardan hiç olmazsa bahsetmeden kutlanan Newroz-Nevruzlar bilinmeli ki, kadınların var ettiği ama onlardan çalınarak erkekleştirilmiş bayramlardır.
Bilim açısından yazılı tarihe sahip ilk toplumlar şimdilik (şimdilik diyorum çünkü bilimsel araştırmalar neticesinde yeni toplumlara dair bilgilere de ulaşılabilir) Sümerlerdir.
Sümerler MÖ 4000 yıllarından itibaren yaşamış bir toplum. Elimizdeki bilgilere göre yine şimdilik yazının icadının da Sümerler tarafından olduğunu biliyoruz. Hatta yazının, tıpkı tarım gibi kadınlar tarafından icat edildiğine dair güçlü iddialar var.
Bugün adına Newroz-Nevruz dediğimiz baharın gelişini karşılama bayramına ilk Sümerlerde rastlıyoruz.
Sümerlerin ilk Anatanrıçası Nammu sudan gelmiştir. Bu Anatanrıça daha sonra tanrıçaları ve tanrıları var etmiş, onlara hizmet etmesi için de insanları kil ve çamurdan, içlerine ruh üfleyerek (doğru okuyorsunuz bu var ediş hikâyeleri önce Sümerde vardı ve erkek tek tanrılı dinler bu hikâyeleri ve daha nicesini Anatanrıça hikâyeleri olan kadıncıl inançlardan erkekleştirerek arakladılar, erkekliğin kitabını yazdılar) yaratması için erkek tanrıya tariflerde bulunmuş, kendisindeki bilgiyi ona aktarmıştır.
Sümer Anatanrıçaları arasında kuşku yok ki Nammu’dan bile daha ünlü, daha güçlü, erkek tanrılara ve onların haksızlıklarına, tanrıların tanrıçaların iktidarını almak için yaptıkları hamleleri boşa düşüren, Sümerler dışında, binlerce yıl başka toplumlarda farklı adlarla yaşayan, tapılan, erkek tek tanrılı dinlerin bizzat savaş açıp vahşi eril yöntemlerle yok etmeye çalıştığı ama başaramadığı, bugüne gelebilen Anatanrıça İnanna’dır.
İnannan diğer toplumlarda olduğu gibi Sümerlerde de çok saygı görmüş, tanrıların güç ve ayak oyunlarıyla kendisinden almaya çalıştıkları kenti mücadele ile kazanmış, kentini başarı ile yönetmiş, güç düşkünü, halkın gönlünde değil, tahtta yer edinmiş tanrılardan ziyade daha adil, eşitlikçi toplumlar kurmuştur. Tanrıçalara tecavüz eden, hakkı olmayanı gasp eden tanrıların karşısında kadınca ve güçlüce durmuş, kendi kent devletinde halkının bereketle yaşaması için çabalamıştır.
İnanna savaş tanrıçasıdır, barışçıdır ve Sümer toplumunda bereketi simgeleyen biricik güçlü tanrıçadır. Güzelliği, zarafeti ile kadın erkek herkesin gönlünü fetheden, üzerine şiirler, şarkılar yazılan tanrıça, kuşku yok ki kadıncıl inançların en güçlü temsilcileri arasında haklı yere sahiptir.
Sümerlerde İnanna anlatısı üzerinde erkek egemenliğine nasıl geçildiğini, buna karşı kadınların (tanrıçaların) direnişlerini, mücadelelerini açıkça görmek mümkün.
Bugünkü Newroz-Nevruz da bu mücadelenin uğraklarından, parçalarından sadece biri.
Kadıncıl inançlarda bayramların kutlanmasında kadınları ön planda görürüz. Merkez kadınlardır. Onların etkin olduğu, onlar için hizmetlerin yapıldığı, kadınsı unsurların öne çıkartılarak yüceltildiği kutlamalardır bunlar. Güzelliği, gücü, özel kıyafetlerle hazırlanılmış törenleri, tanrıçalar üzerinden şekillenen, eğlence temelli, uzun günler süren, içkili, danslı, erkeklerin saldırgan cinselliğine rastlanmayan, kadınların zevk alıcı cinselliğinin ön planda olduğu, bunun toplumda karşılık bulduğu kutlamalardır bu bayramlar. Tanrıçalara hizmet eden tanrılar, kadın-erkek insanlar vardır bu anlatılarda.
Tanrıçaların tapınaklarında baharı karşılayan, kutlamalar yapan, bu tapınaklarda belli sürelerde hizmet etmek için kalan tapınak rahibelerini de görüyoruz. Gerçi onlara bugünkü cinsiyetçi, erkek egemen kafayla bakan “bilimadamları” tapınak fahişeleri diyor ya, işte bizzat bu bile, kadim kadıncıl geçmişe bugünkü erkek değerler ile bakılıp nasıl kadınların tarihlerinin çarpıtıldığını, erkeklerin gözünden, ahlakçı yargılarla aktarıldığını göstermesi açısından önemli.
Yine de tarih ne kadar cinsiyetçi anlatılmaya, çarptırılmaya çalışılsa da üzeri tam olarak örtülemeyecek kadar net.
Anatanrıça Kybele’nin papazları olabilmek için her yıl ayinler eşliğinde erkekler erkekliklerini kökten kestirerek, kadın giysileri giyip, kimi bölgelerde giysilerde meme kısımlarına metal cisimler takarak erkek bedeninden kurtulup, kadınlaşmayı amaçlıyor, Kybele’ye hizmet etmek için adeta sıraya giriyorlarmış. Kadın olmak, Anatanrıçanın papazları olabilmek toplumda önemli bir statüye sahip olmak anlamına geliyormuş. Yani erkekliğin kıymeti yokmuş. Bugünkü erkek sünneti Kybele için düzenlenen bu ayinlerden kaynaklanmaktadır. Tabii bugün artık geçmişte olan birçok ritüelin erkekleşmesi gibi, erkekliği yücelten tören şeklini alarak.
Kadınların toplumun hayatını sürdürecek gıdaları temin etme yetenekleri, doğurganlıkları (erkeklerin cinsellikteki rolünü bilmeleri dahil, çünkü çocuğun olabilmesi için sadece kadın erkek arasında cinsel ilişkinin olması yetmez, kadın bedeninin olması gerekir) ve hastalanınca iyileştirebilme bilgileri nedeniyle toplum tarafından yönetici ve üretici güç olarak seçildiği (erkekler gibi zor ile değil) zamanlarda topluma bereketi getirdiğine inanılan Anatanrıça İnanna, Sümer tanrıça ve tanrılar panteonunda kendisinden çok daha aşağıda yer alan tanrı Dumuzi’yi seçer evlenmek için. Çünkü Dumuzi çobandır, bereketi simgeleyen tanrıça İnanna onu bu nedenle alır. Bugünkü Temmuz ayı adını Dumuzi’den almaktadır.
Ancak İnanna ölüler diyarı olan yeraltını merak eder, oraya gidişi ve gittiği için cezalandırılması nedeniyle İnanna’nın bir daha yaşayanlar dünyasına dönemeyeceğini düşünen Dumuzi eğlence dolu bir hayata başlar. Eşi tanrıça İnanna’yı kurtarmak için çabalamaz. Onun okluğundan memnundur. Mücadeleci İnanna yer altında çıkmak için yerine başka birini yollayacağına dair anlaşma yapar. Yer üstüne çıktığında Dumuzi’nin eşini kurtarmak için çabalamak yerine kendisinin yerine geçerek eğlenceli bir hayat sürdüğünü görür. Dumuzi’yi cezalandırır. Bundan sonra Dumuzi yer altında yaşayacaktır.
Dumuzi’ye verilen bu cezayı başka hiçbir tanrıça ve tanrı bozamaz. Bu İnanna’nın gücüdür.
Newroz-Nevroz “Yeni gün” demek. Bugüne yeni gün denmesinin sebebi, kadim kadıncıl toplumlarda kadınların 21 Mart tarihinden itibaren doğanın kış uykusundan uyanarak, yüzünü bahara çevirdiği bilgisine sahip oluşlarıdır.
İşte 21 Mart günü kadim kadıncıl toplumlarda (inançlarda) Anatarıça İnanna ile Dumuzi cinsel olarak birleşirler. Yer altında yaşamakla cezalandırılan Dumuzi 21 Mart’ta çıkartılır, İnanna ile birleşir, sonra yine gönderilirmiş. Bu birleşme ile toprağa bereketin düştüğüne, baharın geldiğine, hayatın kaynağı olan canlanmanın başladığına inanılırmış.
İnanna’nın birleşme töreni olan 21 Mart’ta insanlar güzel kıyafetlerini giyip süslenerek müzik eşliğinde dans eder, içkiler içer, eğlenir, mutluluk içinde, kışı uğurlar umutla yeni günü karşılarmış. Böylece bereket tanrıçası İnanna’nın güzelliği, zarafeti, gücü, yeni günü getiren sevişmesi, dünyayı yenileyen bir bayram olarak insanlık tarihine Sümer kitabelerinden itibaren yazılacaktır.
Bugün erkekleştirilmiş bayramları zalimlere karşı kutlarken kadınların hatırında erkek “zalimler” çıkmamalı. Daha güzel bir dünya için bugünün insanı, İnanna ve onun kadın yoldaşlarını unutmamalı. Onların kurdukları, yaşattıkları toplumları kendine kerteriz edinmeli.
Evet, yaşasın Newroz-Nevruz, ama Yeni Gün İnanna olmadan Yeni Gün olmaz, İnannalar olmadan Yeni Günler gelemez, bunu da unutmadan. Çünkü cinsiyetçi bilim, erkek inanç ve dinler, kadınları ve onların anlatılarını tarihten silmek için bin yıllardır çalışıyor.
Yeni Gün’ü var eden İnanna’ya, tüm tanrıçalara ve onu bugünlere dek taşıyıp getiren kadınlara selam olsun.

EN SON EKLENENLER