Bu şartlarda sanat yapmak bir mücadeledir, ayakta durmaktır

“Bu oyun Kürtçe’ye çok yakıştı. Kürt diline çok güzel yakıştı. Biz bu oyunu yaklaşık üç yıldır oynuyoruz. Geçen sene Moskova’daki uluslararası tiyatro festivalinde en iyi oyun seçildi. Ki bu festival iki ayda bir dünyanın farklı yerlerinden oyunlar davet ediyor. Bu şekilde davet edilen onlarca tiyatro içinde birinci seçildi.”

FEHMİ KATAR  /  BERLİN

Kürtçe tiyatro yapan Teatra Jiyana Nû, ‘Bêrû’ ve ‘Tenê Ez’ oyunlarıyla ile Avrupa’daki tiyatroseverlerle buluşuyor. Grubun Avrupa’daki ilk durağı ‘Tenê Ez’ oyunu ile Almanya’nın Mülheim an der Ruhr kentiydi. Daha sonra ‘Tenê Ez’ ile ‘Bêrû’yu Berlin’de sahnelediler. ‘Bêrû’, Dario Fo’nun Türkçe adı ile “Klakson, Borazanlar ve Bırtlar” adlı eserinden, ‘Tenê Ez’ ise Charlie Chaplin’in “Büyük Diktatör” filminden uyarlanmış. İzleme fırsatını bulduğum ‘Bêrû’ oyunun ardından oyunun yönetmeni Nazmi Karaman ve oyuncu Rûgeş Kırıcı ile bir araya gelerek ‘Bêrû’ ve Kürtçe tiyatronun zorlukları hakkında konuştum. Özellikle kayyumlardan sonra sıkıntılı bir dönem yaşayan Kürt tiyatrocular her şeye rağmen üretmeye devam ediyor, zira Nazmi Karaman da bu zorluklar için ‘’Kendimizi geri çekmek olmaz, tam tersine tam da bu şartlarda sanat yapmak, onunla mücadele etmek lazım.’’ diyor.

Oyunun yönetmeni olarak size ilk sorum, neden böyle bilinen bir oyunu seçtiniz? ⁦

Bu oyun belki Almanya’da çok bilinen bir oyun olabilir ama Türkiye’de çok tercih edilmiyor, çünkü çok zor bir oyun. Bu oyuna neden karar verdik sorusuna gelirsek, biz Jiyana Nû tiyatrosu olarak seçtiğimiz oyunların her zaman bir derdinin olmasına dikkat ediyoruz. Sadece komedi ya da trajedi anlatmaktan öteye toplumsal durumu perdeye taşıyoruz. Bu uzunlukta bir oyun, arayla birlikte iki buçuk saat süren bir oyun, çok uzun süredir ilk defa Kürt tiyatrosunda yerini alıyor. Bu oyunu sahnelemeye karar verdiğimizde, ilkin birçok arkadaşımız oyunun izlenip izlenmeyeceği ile ilgili kaygıları vardı. Ama biz 70’lerde yazılmasına rağmen, bugün de günceliğini koruyan, reel politikanın, kapitalizmin kirliliklerini ortaya seren bu oyunu oynamayı tercih ettik.

Oyunda yer yer güncel olaylara da göndermeler var, bu oyun uyarlamasında planlanan bir şey miydi yoksa duruma göre oyuncuların doğaçlamalarıyla mı ortaya çıktı?

Oyun provalarında oyuncuları biraz kendi duygu dünyalarını da yansıtmaları, oyuna aidiyet hissetmeleri için serbest bıraktım. Bundan dolayı da yer yer oyuncu arkadaşların provalarda ekledikleri doğaçlamalarla güncel durumlar da eklenmiş oldu. Bunun yanında zaten belirttiğim gibi, oyunun konusu halen çok güncel olduğu için, ister istemez bugünkü güncel olaylarla da iç içe geçebiliyor. Bundan dolayı da çok altını çizmeden, estetik sanat kaygısını kaybetmeden, bazı güncel durumlarda oyuna eklendi.

Bir şeyi çok açıkça söylemek istiyorum; bu oyun Kürtçeye çok yakıştı. Kürt diline çok güzel yakıştı. Biz bu oyunu yaklaşık üç yıldır oynuyoruz. Geçen sene Moskova’daki uluslararası tiyatro festivalinde en iyi oyun seçildi. Ki bu festival iki ayda bir dünyanın farklı yerlerinden oyunlar davet ediyor. Bu şekilde davet edilen onlarca tiyatro içinde birinci seçildi. Bu başarı, hem oyuncu arkadaşların enerjisi ve azmi hem de rejideki arkadaşların emeği ile mümkün oldu. Gittiğimiz her yerde de seyircinin tepkisi oldukça olumluydu. Burada mesela Almanca üst yazı kulanırken, İstanbul’da Türkçe üst yazı kulanıyoruz. Hem Kürt olup Kürtçe bilmeyen hem de Kürt tiyatrosunu izlemek isteyen ama dil bilmeyenlerin izlemesi için böyle bir yönteme başvurduk. Ve bunun için de çok iyi tepkiler aldık. Mesela metropolde büyüdüğü için Kürtçe bilmeyen ve ilk defa Kürtçe tiyatroyu izleyen bir seyircinin oyundan sonra hüngür hüngür ağladığına şahit olduk.

Yabancı tiyatrolardan uyarlamaların belli riskleri oluyor. Özelikle kültürel farklardan ve dilden dolayı seyircinin duygu dünyasına dokunamama riski var. Siz, oyununuzla Kürt tiyatroseverlerin duygu dünyasına dokunduğunuzu düşünüyor musunuz? 

Evet, şöyle bir şey oluyor. Öncelikle tekst Kürtçeye çevrilmiş olarak geliyor bize. Bize düşen bunu daha anlaşılır bir dile indirgemek. Replikleri biraz daha yumuşatmak, dilin özelliklerine göre tekrardan harmanlamak. Kürtçede bir de ekstra bir durum var. Her yörede farklı bir ağız konuşuluyor. Bu bir anlamda zorlayıcı oluyor, çünkü herkesin anlayabileceği bir dili yakalamaya çalışıyoruz, ama bir bir taraftan da zenginlik oluyor. Bunu da oyunda çok rahatlıkla entegre edebildik. Mesela ben Hakkariliyim, oyunda da yer yer Hakkari ağzı ile konuşuyorum. İlkin seyircinin bunu anlayıp anlamayacağı konusunda kaygılarımız oldu ama gelen her seyircinin mutlaka en azından bir Hakkarili tanıdığı olduğu için, kaygılarımızın tersine bu seyirciye daha gerçekçi, daha sıcak geliyor. Çünkü bu hem dilin zenginliğini gösteriyor hem de yerelleştiriyor. Bundan dolayı da seyirci ile çok güzel buluştuk.  ⁦

Bu oyunu yani Bêrû’yu Avrupa’da ilk olarak Berlin’de oynadınız, bundan sonra nasıl devam edecek? ⁦

Aslında Avrupa’da organizasyon yapmak için hem maddi hem de manevi olarak büyük bir alan var. Bunu kendi başımıza organize etmek çok zor. Biz ticaret değil tiyatro yaptığımız için, buna ek olarak çok masraflı, çok emek isteyen organizasyonlarla uğraşmak bir hayli zor. Buradaki derneklerimiz, sanatseverlerimizin bunu organize edip, bizi davet edip, misafir etmeleri gerekiyor ki, biz de gönül rahatlığıyla buraya gelip oynayalım.

Kürdistan’da kayyumlarla beraber özelikle Kürtçe sanat yapma imkanları oldukça kısıtlandı. Bunun yanında bir de baskı var. Bunlardan siz nasıl etkileniyorsunuz?

Kürt sanatçıları hep baskı altında sanatlarını icra ettiler. Ama sanatın amacı da zaten en kötü şartlarda, karanlıkta yol bulmak ve topluma ışık olmaktır. Toplumu bilinçlendirmek, onun sanat, dil, yaşam hakkını savunmaktır. Baskılar var ama bu baskıları bahane edip, kendimizi geri çekmek olmaz, tam tersine tam da bu şartlarda sanat yapmak, onunla mücadele etmek lazım. Bahsettiğim tam da sanatın mevzusudur, bir mücadeledir, ayakta durmaktır.  ⁦

Kürtçe oynamak bile şuan politik bir reflekstir

Oyuncu Rûgeş Kırıcı, Bêrû’da İtalyan işçi sınıfında yer alan bir kadını canlandırıyordu. Oyunda dikkatimi çeken şeylerden biri oyuncular Kürtçe konuşurken kendi bölgelerinin Kürtçesi ile konuşuyordu. Rûgeş Kırıcı oyunun bu özgünlüğü ile ilgili ‘’Sahnede bir dili yakalamaya çalıştık ama bunu Kürtçe ağızlarını kapsayarak yapmaya çalıştık. Bunu bazı oyunlar kaldırır, bazı oyunlar da kaldıramaz. Biz bunu denedik ve ben herkesin kendini bir parça içinde bulduğunu düşünüyorum.’’ diyor.

‘Aşkı da oynarız, yası da’

Bêrû’nun Berlin’de Almanca üst yazılı oynanacağını duyunca, Alman olmayan yabancı bir arkadaşımı da davet ettim. Oyun yazarının Dario Fo olduğunu öğrenince ‘’Neden Kürtçe gibi ezilen bir halkın dilinin tiyatrosunu yapan bir grup, kendi dillerinde çıkan bir eseri değil de Avrupa menşeli bir oyunu oynuyor’’ minvalinde bir soru sordu. Ben de o arkadaşımın sorusunu Rûgeş’e sordum:’’Kapitalizm bizim de derdimiz, onun için onu da eleştiren oyunu oynarız. Yine cinsiyet eşitsizliğine karşı mücadeleyi anlatan bir oyunu oynamak da bizim derdimiz. Biz ağlayan bir halk değiliz, mücadeleyi önceliyoruz. Onun için de hayata, yaşama ve insana dair her şeyi de sahneye taşımayı hedefliyoruz. Aşkı da oynarız, yası da oynarız, devrimi de oynarız. Hali hazırda bir devrim mücadelesi var Kürt halkının. Üstelik biz halen baskı altında yaşadığımız bir ülkede tiyatro yapıyoruz. Ve şunu unutmamak lazım, tek başına Kürtçe oynamak bile şuan politik bir reflekstir. Kürtçe olsun da ne olursa olsun da demiyoruz ama sırf Kürtçe oynadığımız için polis ablukasında oyunlarımızı oynadığımız da bir gerçeklik. Hemen hemen her oyunumuzda salonda polisler de oluyor. Bunun dünya tiyatro tarihinde çok da fazla örneği yok.’’

kaynak: özgür politika

EN SON EKLENENLER