‘Görünmeyenler’in görünen mesajı

Ali Sinemilli

Tokat Almus Kızıldereli Gökhan Güneş’in kaçırılması ile daha fazla görünmeye başladılar. Son birkaç yıldır orada burada sesleri duyuluyordu. Daha çok Gülen Cemaati’ne yakın kişileri kaçırma haberleri ile gündeme geliyorlardı ama son dönemlerde sol, sosyalist, yurtsever kesime yöneldikleri görülüyor. Önce, Gökhan Güneş’in kaçırılması ile konuşulmaya başlandılar, ardından HDP Milletvekili Kemal Bülbül ve şimdi gazeteci Gökçer Tahincioğlu’nu tehdit etmeyle gündemdeler. Kimlerden bahsettiğimizi muhalif herkes anlıyor fakat biz yine de söyleyelim: Görünmeyenler!

Evet! Kimilerinin ‘90’lara döndük, eski günler geri geldi’ biçiminde yorumladığı bu ‘Görünmeyenler’ konusu, açık ki daha çok konuşulacak ve değerlendirme konusu olacak. Erdoğan-Bahçeli iktidarının siyaset yapma biçiminin doğal bir sonucu olarak görülebilecek bu açık-gizli yapının nasıl kullanılacağı ortaya çıkan örneklerden rahatlıkla anlaşılıyor. Güpegündüz insanlar kaçırılıyor, günlerce işkence edilip bırakılıyor. Kaçırılan birçok insandan aylar geçmesine rağmen hala haber alınamıyor. Sanal medya hesapları üzerinden kişiler tehdit ediliyor fakat bunlara yönelik hiçbir devlet kurumu harekete geçmiyor. Hatta Gökhan Güneş olayında görüldüğü gibi devlet bu kişilerin kendisine bağlı çalıştığını kabul ediyor, böyle bir açık mesaj vermekten çekinmiyor. Hatırlayalım! Gökhan’ın ablası Gülhayat Güneş polislerin ‘Gökhan’ı muhtemelen TEM kaçırmıştır, Birkaç güne bırakırlar’ dediğini, bir polis müdürünün ise ‘En kısa sürede sana teslim edeceğim’ beyanını aktardı. Belli ki, böylesi bir olayda devletin herhangi bir memurunun üstlerinin onayı olmadan konuşması imkansızdır. Bu memur da kişişel çabasıyla Gökhan’ı getireceğini söylememiştir. O, sadece kendisine verilen görevi yerine getirmiş ve Gökhan’ın bırakılacağını ifade etmiştir. Yani devlet bu ‘Görünmeyenler’e sahip çıkmış, kendisine bağlı hareket ettiklerini söylemiş ve kamuoyunun da böyle bilmesini istemiştir.

‘Devlet nasıl böyle şeylere başvurur, bu tür yöntemler kullanır’ tartışması yapacak durumda değiliz. Bu aşamayı çoktan geçmiş durumdayız. AKP-MHP iktidarının son beş yılda yapıp ettiklerine bakıldığında artık şaşılacak bir gelişme olmuyor, bu. Hani denir ya ‘bunlardan her şey beklenir’ diye. İşte o zamanlardayız. İktidara yönelik her eleştiriyi, muhalif her sesi beka meselesi olarak lanse etmeye çalışan bir yönetimden başka da bir şey beklenmez zaten. Bu açıdan yapılanlar onların doğasının bir yansımasıdır. Bildikleri budur, siyaset yapma biçimleri böyledir.

Fakat mesele bununla sınırlı değildir. Daha kapsamlı bir hesap kitap söz konusudur. AKP-MHP iktidarının meşruiyetini yitirdiği konusunda genel bir hemfikirlik söz konusudur. İktidarın tüm baskı ve zoruna rağmen toplumun yılmadığı, aksine son dönemlerde daha fazla tepkisini dile getirdiği, itirazını belirgin kıldığı görülüyor. Mesela, hemen herkes genç kuşağın AKP karşıtı olduğunu dile getiriyor. Kadınların İstanbul Sözleşmesi gündeme geldiğinde nasıl yekvücut bir tavır takındığı biliniyor. Yine yaşanan siyasal-ekonomik kriz nedeniyle toplumun geniş kesimlerinden yükselen itiraz sesleri duyulmayacak gibi değil. Belli ki, iktidar tüm bunları görüyor, tek tek yerellerde gelişen bu eylem ve etkinliklerin giderek örgütlü bir karakter kazanıp, birleşik bir mücadeleye dönüşeceği korkusu yaşıyor.

Bundandır ki, özel savaş saldırılarına hiçbir dönemde olmadığı kadar bu dönemde ağırlık veriyor. Toplumu korkutarak sindirmek, sesini çıkaramaz hale getirmek istiyor. Gökhan Güneş şahsında yaşanan da, Kemal Bülbül’e yönelik tehdit de bu kapsamda gerçekleşiyor. Bilerek, isteyerek bu ‘Görünmeyenler’ görünür hale getiriliyor ve toplumun bu gerçeği görerek ‘ayağını denk alması’ isteniyor. Tabi özellikle de demokratik-sol tabana bu mesaj verilmek isteniyor ki, iktidar için asıl tehdit buradan bekleniyor. Alenen toplum basın medya üzerinden tehdit edilip, susturulmaya çalışılıyor demek daha doğrudur.

Bu nedenle üstü kapalı, ima yollu değerlendirmeler yapıp devlet neden bunların üzerine gitmiyor, açığa çıkarmıyor demek oldukça geri bir değerlendirme, tutum oluyor. Ortaya çıkan veriler açık ve net. Bunlar devletin kirli işlerini yürütmek üzere devlet tarafından örgütlendirilen güçler oluyor. Hem de öyle gizli-saklı bir şekilde değil. Gökhan Güneş örneğinde daha somut bir karakter kazansa da son birkaç yıldır yaşananlar ve bunun karşısında devletin takındığı tavır, bu güçlerin kime-nereye bağlı olduğunu kanıtlıyor.

O halde, kafayı kuma gömmeden, lafı dolandırmadan bu konuda iktidara cepheden karşı durmak, daha da önemlisi toplumu aydınlatmak oldukça önemli oluyor. İktidar, son çare olarak toplumu tehdit edip ayakta kalmak, ömrünü uzatmak istiyorsa, devrimci demokratik muhalefetin de topluma bu gerçekleri anlatıp var olan tepkiyi örgüte ve eyleme dönüştürme sorumluluğu var. Sadece dolambaçlı cümlelerle ‘faşizm var, zor var, kirli savaş yürütülüyor’ diyerek iktidar teşhiri yapıyorum demek artık yetmiyor. Faşist iktidar gün gün kendisini örgütlüyor, toplumu baskılamak, sindirmek için her yola başvuruyorsa, devrimci demokratik güçlerin de direniş ve mücadeleyi yükseltmesi, topluma moral aşılaması gerekiyor. Şüphesiz, bunun için de, artık bir şiara dönüşen özgürlük için bedel ödemeyi göze almak ve bedel ödeme bilincini geliştirmek şart oluyor.

EN SON EKLENENLER