Akademisyen Cavidan Soykan: Devletlerin inatlaşmasını izliyoruz

Polonya-Belarus sınırında yaşanan mülteci krizine ilişkin değerlendirmelerde bulunan barış akademisyeni Cavidan Soykan, iki sınırda örülecek duvar için ayrılan bütçenin 350 milyon Euro olduğunu söyledi. Cavidan, “Bu bütçe orada bulunan insanlara ayrılsaydı bu kadar ölüm olmayacaktı. Yaşanılan mülteci krizine rağmen devletlerin sınır konusunda inatlaşmalarını izliyoruz” dedi.
Belarus-Polonya sınırında uzun süredir bekleyen mültecilerin yaşadığı insanlık dışı uygulamalar gündemdeki sıcaklığını koruyor. Sınırda bekleyenlerin çoğunluğunu Federe Kürdistan Bölgesi’nden giden Kürt aileleri oluştururken, sınırın farklı noktalarında 2 bine yakın mültecinin olduğu söyleniyor. Sınırda yaşanılan insanlık dramına karşı yapılan çağrılara rağmen Polonya, göçmenleri almamakta kararlıyken, Belarus sınıra göçmen taşımakla suçlanıyor. Polonya’nın kararına karşı Türkiye ile Avrupa Birliği (AB) ise alınacak önlemler üzerinde anlaştı. Buna göre Türkiye, Belarus’a giden göçmen sayısının azaltılması için daha sıkı kontrol mekanizması kuracak.
Barış akademisyeni Cavidan Soykan, Polonya-Belarus sınırında yaşanan son gelişmelere ve AB’nin tutumuna ilişkin ajansımıza değerlendirmelerde bulundu.
‘Hibrit savaşı’
Polonya- Belarus sınırında yaşananların yeni bir durum olmadığını yaz mevsiminde başladığını söyleyen Cavidan, Irak’tan, Suriye’den, Ortadoğu’dan gelen insanların Belarus’a ait “Belair” hava yolunu kullanarak, Türkiye üzerinden Belarus’a gitmeye çalıştığını ifade etti. Cavidan, “Kasım ayı başından beri yaşanan süreçte Avrupa Birliği Polonya’yı destekleyen açıklamalar yaptıkça işin içine giren Rusya, Belarus’u destekleyen açıklamalar yaptı. Avrupa Birliği bu durumdan çok rahatsız. Avrupa Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, bu duruma ‘hibrit savaşı’ dedi. Burada önemli olan,  insanların kaçak yollarla değil, yasal yollarla bilet alarak, bir havayolu şirketini kullanarak Belarus üzerinden Polonya sınırını geçmeye çalışması. Bu insanların en temel isteği; Almanya’nın  tekrar onları kabul etmesi, oradaki akrabalarıyla aile birliği yapmak istemeleri. Yaz boyu bu durum devam ederken kimsenin umurunda değildi. Kişi sayısı arttığı için dikkatler oraya çekildi. Şu anda 7 bin kişinin Belarus’ta olduğu söyleniyor. Bunlardan 2 bin kişi uzunca bir süre sınırda bekledi. Hava koşulları da çok kötüleşti. Yazdan beri toplamda 11 kişinin öldüğü söylendi. Bunlardan biri Suriyeli bir bebek. Ölüm sebeplerinin çoğunlukla soğuk, susuzluk, ve açlık olduğu söyleniyor. 19 yaşındaki bir Suriyeli de geçebilecekleri bir su birikintisinden geçmeye çalışırken boğularak ölmüş. Durum gittikçe vahimleşiyor” dedi.
‘İki ülke arasına örülecek duvarın bütçesi 350 milyon ‘
Son süreçte Kuzey Irak hükümetinin, AB’nin de baskısıyla duruma dahil olduğunu ve dönmek isteyen vatandaşlarına gerekli desteği sağlayıp ülkeye kabul edeceğini açıkladığını kaydeden Cavidan, bu açıklamanın ardından 400 kişinin Minsk üzerinden Irak’a transfer edildiğini söyledi. Cavidan,“Avrupa Komisyonu, bu durumun bir problem yaratmaması adına 700 bin Euro’luk yardım paketi açıkladı. Bu yardım paketiyle Belarus’un insanlara yardım etmediği, problemin Belarus’tan ortaya çıktığı algısı yaratıldı. Bu yardım paketi içinde battaniye, kıyafet ve insani yardım denilen gıda yardımı var. Yazdan beri devam eden bu soruna karşı Polonya bu durumu bir kriz olarak görüp olağanüstü hal ilan etti. 14 Ekim’de ise bir yasa çıkardı. Bu yasa bir duvar örülmesini öngörüyor ve bu duvarın örülmesinde de Türkiye-Yunanistan sınırını örnek gösteriyor. Bu duvarın örülmesi için ayrılan bütçe 350 milyon Euro’luk bir bütçe. Yine bu yasa ile Polonya, Avrupa Birliği sınırı sayıldığı için Polonya-Belarus sınır görevlilerine,  düzensiz yollarla girmeye çalışanları geri ittirme ve zor kullanarak geri Belarus’a gönderme yetkisi veriyor. Yazdan itibaren bu bütçe insanlar için ayrılsaydı bu ölümler gerçekleşmeyecekti. İnsanların yaşama hakkı hiçe sayılıyor ancak bir duvar için bu kadar bütçe ayrılabiliyor” ifadelerini kullandı.
‘Sınır militarizasyonu milyon dolarlık bir endüstri’
Sınırı geçmek isteyen mültecilere dönük, silah kullanıldığını ve havaya ateş açıldığına dair haberleri hatırlatan Cavidan, 1951 Mülteci Sözleşmesi’nin 31’inci maddesinde “Hayatları ve özgürlükleri tehdit altında bulunan kişiler ülkelerinden doğruca gelerek izinsizce başka ülkenin topraklarına girdiklerinde gecikmeksizin yetkili makamlara koruma talebinde bulunurlarsa ve eğer geçerli bir nedenleri varsa yasadışı girişlerinden dolayı hiçbir şekilde cezalandırılamaz” dendiğine dikkat çekerek, “Sınır geçişleri tamamen duvarlarla çevrili ya da jandarma, polis, asker gibi kolluk gücüyle denetim altına alınmış durumda. Buna sınır militarizasyonu diyoruz ve bu durum milyon dolarlık bir endüstri haline geldi. Sınır güvenliği için ayrılan miktarlar çok büyük. Çok daha az bütçelerle mültecilerin korunabilmesi ve ölümlerin engellenmesi mümkün” şeklinde konuştu.
‘AB ile uzlaşan bir Türkiye manzarası var karşımızda’
Türkiye’nin 2020 yılı başında, mülteci ve göçmenleri araçsallaştırarak, hem iç hem dış politikada sınırları açmakla tehdit ettiğini anımsatan Cavidan, Polonya’nın da şuan söylemleri ile Türkiye’ye atıfta bulunduğuna dikkat çekti. Cavidan, “Polonya meselesinde ise, Belarus Havayolları’nın Türkiye üzerinden bilet satışında bulunması ve İstanbul Havalimanı’nı kullanarak Belarus’a gitmesi söz konusuydu. Bunun üzerine Türkiye Sivil Havacılık Genel Müdürlüğü, ‘Irak, Suriye ve Yemen ülkeleri vatandaşlarının Türkiye üzerinden hiçbir şekilde havalimanlarını kullanarak uçamayacaklar’ açıklamasını yaparak bu ülke vatandaşlarını kaçak göçmen ilan etmiş oldu. Daha sonra Türkiye Dış İşleri Bakanlığı’nın 11 Kasım’da yaptığı açıklamada, ‘Türkiye 10 yıldır dünyada en fazla mülteci barındıran ülke ve her zaman kaçak göçle mücadelede ve insan kaçakçılığıyla mücadelede öncü olmuştur. Bu konuda AB ve müttefikimiz Polonya’nın yanındayız’ denildi. Bir yıl önce ise tam tersi bir duruş vardı. Şimdi ise AB ile uzlaşan, anlaşan bir Türkiye manzarası var karşımızda. Belarus’a karşı bir açıklama yapmış olduk. Ancak biz 10 yıldır dünyada en çok mülteci barındıran ülke değiliz. 2015’te Türkiye en fazla mülteci nüfusa sahip ülke oldu. En büyük mülteci nüfusa sahip olmak demek 1951 Sözleşmesi kriterlerine uyuyor olmak ve en iyi korumayı sağlıyor olmak değil” dedi.
‘Polonya mülteci haklarına aykırı davranıyor’
Cavidan, senelerdir uluslararası örgütlerin, ülkelerin insan hakları derneklerinin “geri itme” kavramının insan hakları ve mülteci hukuku ihlali olarak saydığına işaret etti. Polonya’nın “geri itme” kavramını legalize ettiğini, bunu normal gösterdiğini ve AB’nin de bu duruma ses çıkarmadığını ifade eden Cavidan, “Polonya’da otoriter ve aşırı sağ yönelimli bir iktidar var. Özellikle kadın hakları konusunda kötü bir pratiği ve uygulaması söz konusu olan bir iktidarla Türkiye’nin el ele, yakın bir ilişki sürdürmesi söz konusu. Polonya açıkça temel insan hakları belgelerine ve AB’nin direktiflerine aykırı bir yasa çıkarmasına rağmen hiçbir yaptırımla karşılaşmadı. Aksine, Belarus’a yükleniliyor ve Türkiye’de aynısını kendisi yapıyor olmasına rağmen, AB’nin finansal desteğini kaybetmemek için uslu komşuyu oynuyor” ifadelerini kullandı.
‘Devletlerin sınır konusunda inatlaşmalarını izliyoruz’
Sınırda bulunan kadın ve çocukların bu durumdan daha fazla etkilendiğini, sınırda çok fazla çocuklu ailelerin olduğuna vurgu tapan Cavidan, “Çocuklar çok küçük yaşta ve onlarla birlikte soğukta sınırda bekleyen kadınlar da var. Polonya da en azından kadın mültecilere dair yapılan BM sözleşmelerine taraf. Kadınların ve çocuklu yalnız kadınların sığınma arama hakkı konusunda bilgilendirilmeleri gerekli ve sığınma haklarının kolaylaştırılmasına yönelik uluslararası hukukta BM’nin Kişisel Siyasal Haklar Sözleşmesi ve Irk Ayrımcılığı sözleşmesi var. Ancak özellikle kadınlara dair maddeler, özel hükümler, tamamen unutulmuş durumda. Polonya’nın çıkardığı yasadaki her şey en temel insan hakları hukukuna aykırı. Kadınlarla ilgili uygulanması gereken çok daha özel hükümler var ama hiçbiri uygulanmadı. Şu andaki esas sorunumuz bu kadar açık, insan hakları ihlalini öngören hükümlerin nasıl hukukun bir parçası haline getirildiği. Bu kadar açık açık nasıl yapılabiliyor? Bu tamamen sağın aşırı sağa savrulmasıyla, daha otoriter rejimlerle, Türkiye ile yakın ilişkiler kurmasıyla, çok benzer politikalar üretmesiyle bağlantılı. Burada artık hukuk söz konusu değil, bütün ülkeler birbirine girmiş durumda. Bütün bunlara rağmen devletlerin sınır konusunda inatlaşmalarını izliyoruz” diye konuştu.

EN SON EKLENENLER