Alevi inancında kerbela, matem, aşure ve değerler

Her yıl, aleviler tarafından 12 gün tutulan matem oruçları veya 12 imam oruçları devam ediyor.Bu yıl geçmiş yıllara oranla,alevi kurumları daha fazla etkinlik ve kurumlarında oruç tutan canlar için ağız mühürünü çözme muhabbet ve sohbetlerinde,Canları pirler veya alevi arifleri ile buluşturuyor.  

Ocaklara bağlı Kızılbaş Aleviler ve Dergahlara bağlı Bektaşilerin  hicri takvimin 1.inci ayında, 1-10 muharrem tarihleri arasında (kurban bayramında 20 gün sonra) kerbela şehitleri anısına 10-12 gün oruç tutarlar. Tarihte başka inançlarda da kutsal sayılıp tutulan bu orucu aleviler esas olarak 10 muharrem 61 hicri (10 ekim 680) günü emevi halifesi yezid ‘in emriyle hz. Muhammed ‘in torunu ve hz.Ali ‘nin oğlu İmam Hüseyin’in Kerbela da şehit edilmesi dolayısıyla tutarlar. 

Evet muharrem de tutulan matem oruçlarının kısaca sebebi bu olaya dayandırılıyor.Kerbela katliyamı olarak da belirtebileceğimiz bu vahşetin kurbanlarının lideri durumundaki İmam Hüseyin, sayıca yüzlerce kat fazla olan Yezit ordusuna teslim olmayıp karşı savaşma kararı alırken, öleceğini biliyordu.Bu sebep ile yanındaki akraba ve destekçilerine bu gerçeği açıklıyarak gitmelerini ve ayrılıp giderler ise onlara kırılmayacağını belirterek çağrıda bulundu. 

Bunun üzerine ve bu son süreçten önce yandaşlarından bazıları ayrılıp geri döndüler.Ancak tarihte çoğu ailesinden ve akrabalarından olmak üzere toplam 72 yandaşı her koşul altında İmam Hüseyinin yanından ayrılmayı red ederek, birlikte ölüm de olsa kalmakta ısrar edip kaldılar. 

Bilinen kerbela ablukası başladı.Önce İmam Hüseyinin Yezite biat etmesi halinde af edileceği ve hatta ,vali olarak görev verilerek ödüllendirileceği şeklinde arabulucuların çağrıları yapılıyordu.Zaman uzadıkça sabır azalıyor,tehdit ve tedbirler ağırlaştırılıyordu.Giderek fıratdan su almamaları için,su yolları ablukaya alınarak susuz bırakarak biat etmeye zorlanıyordu.Yanındakiler ile birlikte susuzluk ta çok zor durumda kalmışlardı. 

Ya Yezite teslim olacak ve biat ederek,bir daha hak iddia edemeyecek bir karar verecekti.Yada direnerek ve savaşarak öleceklerdi.Bu son durumun vahametinden dolayı, yanındakilere tekrar seslendi,’’Yezitin davası ve sorunu benimle ,siz gidin ve kendinizi kurtarın’’dediyse de ,hiç kimse gitmedi ve kalıp birlikte aynı kaderi paylaşacaklarını belirttiler. 

Günlerce güneş altında susuz kalmışlardı.Çok halsizlerdi.Her gün birkaç kişi yezit askerlerine karşı meydan savaşında kılıçla çarpışarak şehit düşüyordu. Zaman ilerledikçe susuzluk dayanılmayacak bir hal almıştı.Bir kaç kez ablukayı yarıp,suya ulaşmak için saldırıya geçselerde ,binlerce askerden oluşan orduyu öldürerek baş etmek mümkün değildi. Bir tarafdan da, hergün bir kaç kişi çarpışmalarda can veriyordu.Sayıları iyice azalmıştı.Daha çok kadınlar,çocuklar ve hastalar vardı. 

İmam Hüseyin,son saldırı için karar verdi ve Yezit ordusundaki komutanın karşısına çıkarak,binlarce askere karşı son nefesine kadar çarpışarak şehit düştü.Tarih, miladi 10 Ekim 680 veya hicri 10 Muharrem 61 i gösteriyordu.  

İmam Hüseyin öleceğini bilse de, tarihe ve insanlığa şöyle sesleniyordu (en azından biz öyle varsayıyoruz) :  

’’Zalimlerin hükmü altındaki toprakların neresinde yaşarsanız yaşayın, ezilenlerin,mazlumların birliği oluşmadıkça mukadderat değişmez…Kerbela Mazlumla Zalimin kavgasıdır.Zalimlerin dünyası var oldukça, bu kavga devam edecektir. 

Kerbela da açılan yara, mazlumların yarasıdır.Akan kan mazlumların kanıdır.Bundan böyle zalimlerin açacağı yaralar benim yaramdır. Akacak kan benim kanımdır.Benim kanım ile mazlumların (ezilenlerin) kanının,benim yaram ile onların yarasının arsında fark görülmeye…Şartları ve bedeli ne olursa olsun,hiç bir zaman ve hiç bir yerde zalimlerin dünyasına biat etmeyeceğim.’’ 

İşte  belki de bu değerlerdir, Aleviler ile İmam Hüseyini tarihsel olarak buluşturdu ve onu yüzyılların zaman tünelinden,kendi inancına taşıdı. 

Tek tanrılı dinlerden önce var olan 10 gün tutulan oruc’u Aleviler  zaman içinde ,2 gün de kerbela katliyamındaki  İmam Hüseyin’in anma yass-ı için tutarak ,İmamlar orucuna dönüştürmüşlerdir. 

Ancak bu ezberin nasıl ve ne zaman oluştuğu, hala açıklanmayı bekliyor.Bu konuyu kutsal değer alanı dışın da, duygusallıktan uzak ,din algısı ve rütüeline takılmadan,akıl ve tarihin hakikatı içinde sosyolojik olarak değerlendirip araştırmak,bir doğa ve akıl inancı olduğunu iddia eden aleviliğin ve ‘’ilim ile gidilmeyen yolun sonu karanlıktır’’ diyen Kamil toplum iddiasındaki  alevilerin sorumluluğudur. 

Bu hakikatın açıklık kazanması,bugün kü alevi toplumunun,bu hizmetleri daha bilinçle sahiplenmesini ve geleceğe taşımanın mantıksal sorumluluğunu pekiştirecektir.Yani akıl ve ilmin ışığında verilecek bir cevap ile,toplumsal  olark ikna olmak,  sosyolojik bir haktır. 

Mesala bu konuda ilk akla gelenlerden biri,değerler üzerinden bu sahiplenmenin gerçekleşmiş olması olasılığıdır.İmam hüseyin ve Yezit arasındaki husumet davasının, taraflar açısından değerlendirilmesi ve  Muaviye ile başlayan ,Yaziti ile devam eden süreç içinde, sadece Hz.Hüseyine ve ailesine karşı yapılanlar değil,Yezitin aynı zamanda topluma karşı uyguladığı yönetim ve uygulamalar da, bugünkü alevilerin, o dönemdeki atalarının kimin tarafında yer alması gerektiğini anlamak açısından bir ip ucu veriyor. 

Ama sadece  bu gerekçe ile anlatılamaz.Kuşkusuz bu kadar yoğunca  ve ruhen yaşanan bir ritüelin sıradan gerekçeler ile ifadesi gerçeğin açığa çıkmasına yetmez.Bu neden ile aleviler gerek inançsal olarak, gerek kültürel olarak, yaptıklarını ve yaşadıklarını tarihin süzgecinden geçirerek kaynakları ve dayandırılan sosyoloji ile açıklamak durumundadırlar.Bu uzun ve ayrıntılı  bir meseledir. 

Yoksa, bilgiye Talip olan Can’lar topluluğunu, irşat ederek aydınlatma kültürel inancı olan, Kamil toplum yerine,üfürükçülerin elinde tabu’lara sıkıştırılmış bir kullar topluluğuna dönüştürecektir. 

Asıl asimilasyon,yaptığımız yaşadığımız şeylerden çok,bunları neden ve hangi tarihi gerçeklerden dolayı yaptığımızın manası ve yorumudur. 

Yani sorgulayan  bir felsefe ile mi ? Yoksa vahiy zihniyetine dayalı, kulluk üst-emir şartlanması ile mi? 

Tüm bunlardan azade, insanlığın kadimden gelen en güzel geleneği, evrensel yaşamın güzel değeri,doğanın ve toplumsallığın,ortak simgesi,paylaşma kültürünün en güzel davranışı, en zor şartlarda dahi, yeniden var olmanın kurtuluş sembolü,kıt kanaat şartların şükran yemeği ,tüm lezzetlerin  ortak harmanı,damakların en kutsal tadı, AŞURE’lerimiz ,ortak yaşama, barışa,özgür düşünceye ve aydınlık geleceğe vesile olsun. Pişirip paylaşanlara, yeyip yedirenlere helal-ı hoş olsun. Hakkın ve Hakikatın yolunu bulmaya delil olsun. Hizmetler hakkın gönlüne,halkın defterine yazılsın. 

Dil  ve yazmak bizden, mana ve kabulü İnsan-ı Kamillerden olsun.Yiyen ve yedirenlere aşk olsun. 

 

 

 

 

 

 

EN SON EKLENENLER