Alevilikte Kadının Yeri – Nuray Bayındır

İnsanlık, tarih öncesi ve ilk tarihsel süreçlerde yaratıcıların kadınlar olduğuna inanıldığı bu nedenle saygı gösterildiği dönemler geçirdi. Zaman içinde kadınlar dünyayı kendi görüşleri doğrultusunda yorumlayıp bilimsel ve felsefi bakış açısı oluşturmaya başladılar. Tarih bilimcilerin ve antrepologların titiz çalışmaları sonucunda, Anaerkil dönemde Kadın ana bakış açısıyla yaratılan evrensel dil ve felsefi birikimin gün ışığına çıkarılarak insanlığın bilgisine sunulması, binyıllardır devam eden Ataerkil süreç göz önüne alındığında daha çok yeni sayılır.

Zamanın sonsuz akışında bilinen en eski bölünme kadın ile erkek arasındaki bölünmedir ve iki farklı sistemi doğurmuştur. Başlangıçta İnanç sistemlerinin ortaya çıkışında gözlenen kadın ana kültünün bazı tarih bilimcilerin belirttiğine göre 25- 30 bin yıl süren etkisinin erkek lehine değişime uğraması da “anaerkil dizgenin ortaklaşmacı klan kardeşliğinin ataerkil dizgenin mülk sahibi babaları tarafından alt edilmesinden sonra gerçekleşmiştir… yabanıl erkeğin gözünde, kadın, her zaman için ‘’insan’’dı… İşte koca ve babaların ilk konumu buydu. Bu varsayım eldeki bilgilerden ortaya çıkmaktadır. Yabanıl yaratık gözünde hayvanlarla insanların kimliğinin birbirine çok yakın olduğu çoktan kabul edilmiş, bu durum belgelere dayandırılmıştır. Öte yandan kadınların herhangi bir zaman içinde, ‘’hayvan’’ olarak da düşünüldüğünü belirtecek benzer bir bilgi elde edilmiş değildir.’’ (Evelyn Reed- Bilimde Cins Ayrımı kitabından)

Dili biraz daha sadeleştirerek anlatıma devam etmek gerekirse kadın başlangıçta doğayı tanıyan ve onunla bütünleşen üreten bir cins olması nedeniyle zamanın şartlarında erkeğe göre belirgin bir üstünlüğü sahiptir. Ancak bu üstünlükte hiçbir zaman erkeği hiçleştirme eğilimi yoktur. Diğerleriyle iletişim aracı olarak İlk dili kullanan ve geliştiren kadındır. Bugün hemen hemen kullanılan her dilde kadınların yazısız tarihinin izlerini bulmak mümkündür. Hindistan, Anadolu ve Mezopotamya’da yapılan araştırmalarda kullanılan bazı eşyalara, yaşam alanlarına, bölgelere verilen isimlerin, simgelerin, imgelerin harf dizimlerinin içinde kadınlar tarafından yaratılan yazısız tarihin izlerini taşıyan kavramlar ortaya çıkmıştır.

Herodot ‘’Bir Likyalıya kim olduğunu sorun, size kendi adını ve anasının soyunu söyleyerek yanıt verecektir’’ diye yazmıştır. Şam’lı Nikolas ‘’Likyalılar analarının adını alır, malları miras yoluyla oğullara değil, kız çocuklara geçer’’ der. Heraclides Ponticus Likyalılardan ‘’Eskiden beri kadınlar tarafından yönetilmişlerdir’’ diye söz eder.(Tanrılar Kadınken- Merlin Stone)
Alıntılardan da görüldüğü gibi Anaerkil toplumsal yapılarda kadın doğuran, üreten ve koruyan kimliğiyle saygın ve öncü rolünü binlerce yıl sürdürmüştür. Tarım ve hayvancılığın geliştiği emek süreçlerdeki belirleyici konumu erkeğin fizik gücüne ihtiyaç duyulduğu ana kadar sürmüştür. Bir dönemin yapısını, kültürünü, ekonomisini, sanatını ve kültürünü belirleyen aynı zamanda pek tabii ki politikasını da belirler. Dolayısıyla tarihin başlangıcında kadınların yaşam ve üreme biçimleri de bu anlamda politiktir. Mitolojilerde Tanrı anaların yerini erkek tanrılara bıraktığı tarihsel süreçler de öyle kendiliğinden olmamış, kadın gücü ve özgürlüğünün erkek lehine el değiştirmesine karşı uzun süren direnişler, katliamlar yaşanmıştır. Günümüze kadar gelen masallarda, halk söylencelerinde bunun izlerine rastlamak mümkündür.

‘’Artemis Akdeniz çevresinde binyıllarca tanınmış bir tanrıçaya belli bir süre içinde ve belli bir bölgede verilen addır. Kaynağı Orta Anadolu’da bulunduğu en son arkeoloji kazılarından kesinlikle anlaşılan ve genel olarak Ana tanrıça diye tanımlanabilen bu tanrısal varlık Yunan din ve efsanelerinde Artemis adıyla anılır. Bu tanrıçanın kültü Anadolu’dan Mezopotamya’ya, Suriye, Lübnan ve Filistin yoluyla Mısır’a ve Ege adalarıyla Girit’e kadar bütün Akdeniz kıyılarını kapladığı gibi, Yunanistan ve İtalya’ya da yayılmış, Ayrıca kuzeyde İskandinav ülkelerine dek sokularak iz bırakmıştır. Toprak ve bereketi simgeleyen bu tanrıçaya her çağ ve her bölgede başka, başka adlarla ve ayrı, ayrı biçimlerde tapınıldığı, bütün bu değişik ad ve biçimlerin ardında hep aynı görüş ve inanç özüne rastlandığı artık yadsınamaz bir gerçek olmuştur.’’ (Mitoloji Sözlüğü, Azra Erhat)

Efes’teki müzede sergilenen Artemis üzerine verilen ansiklopedik bilgilerde Artemis, bütün tabiatı dölleştiren ve göğsü sayısız memelerle örtülü bir doğa ve güzellik tanrıçası gibi düşünülerek tapınılmasından doğan kült olarak belirtiliyor.

Bacıyan-ı Rum Kadınlar

Binyıllardır Anadolu sosyal yaşamının büyük bir kesimini oluşturan Bacıyan-ı Rum adıyla bilinen Alevi kadınlar topluluğu hakkında çeşitli araştırmalar yapıldığını biliyoruz. Bazı Osmanlı yazarlarının isimde tahrifata kadar varan yanlış aktarımları bile on üçüncü yüzyılda Alevi inancının yaşandığı Kadın ana dergâhlarının varlığını inkar edemedi.
Kaldı ki; Eski çağlarda kilden ve taştan tabletler üzerinde yazılan bilgiler mağaralarda duvarlarda görülen cinsten kazılardan çıkarılan çömleklerin üzerine çizilen figürler, orta çağdan günümüze gelen yazılı belgeler, destanlar, deyişlerin hepsi toplumsal belleği oluşturuyor ve bu kadim inancın özünü yansıtıyor. Kadın analar bu topraklarda antik çağdan günümüze kadar kendilerine saygı duyulan sevgi ve sadakatle bağlanılan bir iradeyi temsil ediyorlardı.

Kadın Anaların önderlik ettiği Bu toplumsal düzende Erkek egemenliğine dayanan, kadının ikinci sınıf sayıldığı Ataerkil sistemin tersine; ister Hristiyanlık, ister Müslümanlık, isterse de Müsevilik olsun fark etmez. Dinin kadın aleyhine yorumlandığı kulluk ve tapınma anlayışı yoktu. Kadınla erkek arasında birinin köle diğerinin efendi sayıldığı bir anlayış yoktu. Cinsler arasındaki ilişki ayrımcılık esasına göre değil dayanışma ve paylaşımcılık esasına göre kurulmuştu. Üretim ve tüketim komünal bir nitelik taşıyordu. Aralarında statü farkı bulunmuyordu.
Hristiyanların Anadolu’ya girişiyle birlikte bu dinin yayılmasının önündeki en büyük engel Alevi yaşam formlarının örgütlendiği Kadın Ana dergahlarıdır. Hristiyan kilisesi kendi varlığını buradaki topluma kabul ettirebilme ve kadınların bağımsız örgütlü iradesini kırabilmek amacıyla Kadın Ana’ya alternatif ‘’Meryem Ana ‘’ figürünü ortaya attı. Ancak Egeliler ‘’Kadın Ana’’ kültü gibi onu da kendi anlayışları doğrultusunda kendilerinden sayarak kabullendiler.

Anadolu’da Fatma Ana eli çok önemlidir. Kadınlar bir el işine başlarken örneğin yoğurt mayalar, hamur yoğururken bile ‘’bu el benim değil Fatma ananın eli’’ diye başlarlar. İri Göğüslü kadınlara ‘’bu kadın Fatma anamızın soyundan’’ derler. Doğum yapan kadının sırtını sıvazlarken ebenin ağzından yine ‘’el benim değil Fatma Ananın eli’’ sözü dökülür. Uğur getirsin diye el işaretli Fatma Ana kolyeleri takmak da modadır.

‘’Kızılbaş Alevi geleneğinin anlatımında çığır açan, erenleri mutluluğa götüren, bütün önemli gelişmeler, bir kadının işaretiyle, bir kadının yol göstermesiyle başlar. Erenleri doğru yola sevk eden, ona bu çığırı gösteren kadın, bazen anadır, bazen henüz evlenmemiş bir kızdır, bazen de tekke şeyhinin eşidir. Bunu, Yunus Emre’nin, Yunus Emre oluşunun anlatıldığı destanda daha açık bir şekilde görürüz… Bu öyküde de görüldüğü gibi, Yunus’u, Yunus edecek yola sokan da, Yunus’a mutluluğun yolunu gösteren de hep bir kadındır. Yunus bu kadınların sözünü dinleyip, gösterdikleri yoldan giderek, Yunus olur, içindeki sorunun cevabını bulup mutluluğa erişir. İşte tıpkı bunun gibi, Hacı Bektaş öyküsünde de, Urumdaki erlere, Uruma yeni bir er geldiğini haber veren, bir bakire kadındır. Urumdaki erler bu söze kulak asmasa yani Fâtıma Bacı’nın sözüne inanıp, bu eri aramaya çıkmasalar, Hacı Bektaş gibi bir eri hiçbir zaman bulamayacaklardır. Bu olgu, bu destanda da verilmek istenen önemli bir mesajdır; bu iyice anlaşılıp bilince çıkarılmalıdır. ‚‘‘ (Ali Rıza Aydın – Kadıncık Ana Üzerine Tefekkür -1)
Aleviliğin yakın tarihinde bu türden; toplumda kadının önderlik ettiği sözünün dinlendiği ve yol göstericiliğine inanıldığı örnekleri bulmak zor değildir.
‘’Seyyide Ana İsme; Dersim Tehtite köyünde 1700’lü yıllarda yaşamış oldukça nüfuslu bir ocaktır. Çerağ sahibidir. Küreşan Ocağının post nişanesidir.
Seyyide Ana Emiş; (Baba Mansur Ocağı) Post nişanesi bile olmuştur. 19.cu yy’da yaşamış, yaşamı boyunca erkan yürütmüş yolu devam ettirmiştir.
Pulyanlı Elif Ana; Sinemilli Ocağından olan Afe Ana Pazarcıklıdır. Kendi adıyla anılan bir Ocağın kurucusudur. Bunlar kayıt altına alınan analar.’’ (Kul Seyyid-Sosyal ve dini yaşamda Alevi kadını başlıklı makalesinden alınmıştır.)

Anaerkilliğin Çözülüşü

Anadolu’ya önce Hristiyanlığın, sonra da İslamiyet’in girişiyle birlikte Mezopotamya Kürt yurdunda olduğu gibi Anadolu’da da Anaerkil yetkenin çözüldüğü görülmektedir. Erkeğin yaşamın düzenlenişinde, idaresinde tek yetkeli sayılmasından bu yana, 4-5 bin yıllık tarihsel kesit boyunca kadınlar özgürlüklerinden ve toplumdaki saygınlık statülerinden çok çok gerilere itildiler.
Oysa bilinir ki; “Neolitik çağlarda erkeğin döllemedeki fonksiyonu bilinmediğinden kadınların kendi kendilerine gebe kaldıklarına inanılırdı. Ana tanrıça tapınmasının oluşmasındaki en önemli nedenlerden biri de, kadınların insan soyunu tek başına sürdürdükleri inancıydı.” ( Hasan TORLAK, Ana Tanrıça İnancının Bitkisel Kaynakları, Yolculuk Der. Eyl.2002)
Bin yıllarca toplumsal adaleti ve eşitliği sağlayan ana tanrıça kadının şeytan ilan edilmesi ve cadı avlarına maruz kalması sonucunda yerini erkek tanrılara bırakır. Semavi dinlerin ortaya çıkışıyla kadınların toplum dışına itilmişliği ve sosyal yaşamda geri bıraktırılması inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. Kadın bu süreçte bilinçli bir siyasal ve zihinsel müdahaleyle toplum dışına itilmişitir. Tanrıların tanrıçalara yaptığını, hak adalet adına semavi din adamları kadınlara yapmaya başladı. Ancak binlerce yıllık tarihsel süreçten gelerek, Alevi bireylerince özümsenen ‘’Kadın Ana’’ geleneği sayesinde Alevi kadınları aile ve sosyal yaşamda her şeye rağmen belirli ölçülerde itibarlarını koruyabilmişlerdir. Aleviliğin süreklerinin yaşandığı her yerde ve her dönemde kadınların izlerine rastlamak mümkündür.

Yüzyıllardır Alevilerin gizlilik koşullarında yaşamaya zorlanmaları onları kendi inançları karşısında bile yabancı konumuna sokmuştur. Bu durum, gizli ibadet zorunluluğunun neden olduğu Aleviler arası iletişim kopukluğu ve bölgesel farklılıkları da beraberinde getirmiştir. Bir kapalı toplum inancı olan Alevilik, şehir yaşamının başlamasıyla kamusal alana çıkmaya başlamıştır. Son 20-30 yılda Aleviler giderek artan sayıda yurt içinde ve yurt dışında kendi özgün kurumlaşmalarını yarattılar. Yüzlerce Cemevi açıldı ve Alevi akademileri kurulmaya başlandı.
Açık konuşursak; Ataerkil Kapitalist modernitenin toplumsal yaşama bütünüyle hâkim olduğu ve belirlediği günümüzde; Alevilikte var olan kadın bugünün Alevi toplumunda yoktur. Tüm ezme ve baskı politikalarına rağmen devletin Alevi’si olunmamıştır. Ancak Aleviler devletin oluşturduğu erkek egemen mekanizmayı Alevi örgütlülüğüne olduğu gibi yerleştirdiler ve uyguladılar. Bu yüzden Alevi kadını eski inançsal kimliğinden giderek uzaklaştı ve eril sisteme entegre oldu. Bugün Alevi inanç önderi kadının kendi toplumunda yer bulamaması bu nedenledir. Ailede Alevi kadının yeri bilinenin aksine ikincildir. Alevi siyasetinde Kadının yeri özde değil şekildedir.
Yine günümüzde, Alevilik kamusal alanda temsil sürecine girerken Alevi kadını bu sürecin içinde belirleyici bir rol üstlenememiştir. Aleviliğin bir kadın inancı olduğu tarihsel verileriyle gün ışığına çıkmış olmasına rağmen, kamusal alanda kendisinden sosyal aktör olarak temel bir rol oynaması beklenen Alevi kadınının da geri planda kalışı eril zihniyet inşa yöntemciliğinin etkisiyle olmuştur.

Halbuki Alevi inancının kendine özgü ve insanı merkezine alan dini ritüelleri, özünde kadına büyük değer vermekte İncil, Tevrat ve Kuran’daki anlayışlarla arasına kalın çizgiler çekmektedir.
Her ne kadar bin yıllardır coğrafyamızda kendisi olarak kalabilmek için büyük bedeller ödeyen Alevi kadını, sosyal yaşamdaki rahatlığı açısından Sünni kadına göre daha iyi bir konumdadır. Ancak Alevi inanç kimliği ile kamusal alanda temsil edilme anlamında çok gerilerdedir.

Tarih içinde Kadın Ana Dergâhlarından gelen ermiş kadın kültü, Alevi kadının kendi toplumu içindeki yerini önemli ölçüde belirlemiştir. Bu külte göre; Aleviler arasında tek eşlilik esastır. Karısının rahatsızlığı ya da çocuğunun olmaması gibi durumlarda karısının rızası olsa bile ikinci evliliğini yapan erkek düşkün görülür. Erkek istediğinde karısını boşayamaz.
Alevi inancında cins ayırımı yapılmadan insan kutsanır. Ancak bütün bu kulağa hoş gelen inançsal özgünlüğüne rağmen yaşayan Alevilikte Alevi kadınını, içinde yaşanılan ataerkil toplum düzeninin cinsiyetçi zihniyet yapılanmasının dışında düşünmemek gerekir.

Söylemde Alevi pratiği içinde kadının konumu hep erkeğin yanında olarak dillendirilir. Ancak genel olarak Alevi kadınlar sosyolojik, psikolojik ve fiziki baskılar altında ezildikçe, başta inanç ritüelinde olmak üzere toplumsal yaşamdaki öncü rollerini yitirmişlerdir.
Oysa “ Kızılbaş yolunun batın yüzünde “YOL, ANADIR” baba ise erkândır. Ve Kızılbaş erkânınca YOL CÜMLEDEN ULUDUR.” ( Haşim Kutlu, Kızılbaş Alevilikte Yol Erkan Meydan, yurt kitap yayın) Kadın yoksa yol da yoktur.

Ataerkil devletli uygarlığı sistemsel bütünlüğünde çözümleyecek olan ve toplumu bu temelde değiştirecek ve dönüştürecek olan yol kadının yoludur. Kadınlar Alevi siyasetinde belirleyici yer almadığı ve yolun sürdüreni olmadıkları sürece, şekilsel eşitlikten öteye geçemeyeceklerdir. Bu durum böyle giderse ne yol kalır, ne eşit ve adil yaşam olur. Kapitalist modernitenin çıkmazı buradadır. Eşitlik kağıt üstündedir, şekilseldir.

Günümüz Alevi Toplumunda Kadın

Alevi Kurumlarında kadınlar yönetim mekanizmalarında bulunmalarına karşın, Pir kurumlaşmasında yok gibidirler. Ana Postları çoğu cemlerde boş bırakılmaktadır. Karar mercilerinde hep erkekler bulunmakta, Kadınlar ise ihtiyaç halinde ve hizmet eden bir konumdalar.

Yaşayan Alevilikte, sosyal yaşamın zorluğu ve günümüze kadar yasaklı bir inanca sahip olmanın gerektirdiği diğer insanlardan korunma psikolojisi, kentleşmeyle birlikte süreç içerisinde inançtan ve gelenekten kopukluğa neden olmuştur. Bugün yine de Anadolu’nun bazı yörelerinde sayıları az da olsa cem yöneten kadın analara rastlanmaktadır.
“Alevi kadınların toplumsal açıdan daha özgür, daha eşit olduğuna dair yaygın bir kanaat vardır. Alevilik inancından, kültüründen kaynaklanan ve bu düşünceyi doğrulayan gerçeklikler var ama öte yandan, gönül rahatlığıyla bu bilgilere sarılmamızı engelleyen birçok durum da var. Yani işin aslı Alevi kadınlar Alevi toplumu içinde o kadar da eşit geleneksel aile rollerden sıyrılabilmiş değiller. Üstelik Alevi kadınlar, tarih boyunca, devlet/iktidarların açık hedefi olagelmişlerdir. Böyle bakınca, bu ‘Alevi kadınların eşitlik ezberi’ bir durumu ifade etmekten çok bir eşitsizliği örtmeye hizmet etmektedir. Toplumsal yaşamda da, Alevi kadınlar ile ilgili bu görüşü destekleyen birçok somut bilgi/gösterge var. (Ankara Üniversitesi İletişim Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Bedriye poyraz)

Ataerkil toplumsal ve zihinsel yapılarda din ve devlet örgütlenişinde politikayı belirleyici, kanun yapıcı olarak tabii ki erkek ön plandadır. Devletle Kadın arasında çok bariz görülen eril ilişki, Devlet ile Alevi toplumu arasında da görülmektedir. Aleviliğin başından bu güne anaerkil komünal toplum inancı olması, Yaşayan Alevilikte kadında hala anaerkil döneme has ritüellerin öz olarak korunuyor oluşu onun demokratik özünü oluşturmaktadır.

Alevi Kadını Özgün Örgütlülüğünü Geliştirmelidir

Kadınların Demokratik kurumsallaşma ve ‘Özgür-Komünal Yaşam’ı inşa sürecinde kadın bilinciyle örgütlenip sürece aktif katılımı yaşamsal bir önem taşımaktadır.

Her alanda olduğu gibi bu alanda da 5 bin yıllık erkek egemen zihniyet eğitimli kadınların bile toplumsal sürece katılımı önünde engel oluyor.

Antroplog Dilşa Deniz akademik alanda da erkeklerin cephesi ile karşı karşıya olduğunu şu sözlerle anlatıyor:

“Evet, eğitimli bir kitle kadınlar ama şimdi de toplumda söz söyleme konumlarından, erkeklerin ‘maharetli’ yöntemleriyle engelleniyorlar. Akademik ve metodolojik olarak inançla ilgili sağlam bir çalışma yapan biri olarak erkek şovenizminin gizli dayanışmasının oluşturduğu bu sert bir cephe ile yüzleşmek benim için hiç kolay olmadı. Çok rekabetçiler ve seni alana sokmamaya kararlılar. Binlerce yıllık genetik kültürel pratik ile kişi ve kuruluşların varlığıyla başarıyorlar. Kendilerini sosyalist, eşitlikçi olarak tanımlayan akademisyen erkeklerin özellikle kendilerine rakip gördükleri kadınların dışarıda özenle tutulduğu oluşumlar oluşturuluyor mesela. Dolayısıyla evet eğitim aldık, iddialı çalışmalar da yapıyoruz, güçlüyüz ama erkek şovenizmi bütün bu ilişki ağlarını kontrol ederek, akademik ve uzmanlık alanlarından uzak tutarak akademik bir haydutluğa dönüşecek formlarda bizi vurmaya devam ediyor: Güvenli ve asla ispatlanamayacak metotlarla elbette.”

Erkek şövenizmi gıdasını ataerkil tarihsel süreçte bilginin tekelleşmesi ve bilgi doğasının erkekleşmesinden alır. Yani kadının güne sarkan esareti öyle masumane bir süreç izlememiştir. Tersine kadına bilim, sanat, dil, siyasette vb bilinçli bir müdahale vardır. O nedenle kadının toplum dışına itilip tarihsizleştirilmedeki hakikatin anlaşılması için sorgulamayı derinleştirmek gerekir.

Özetle Alevi kadınının bu güne kadar kendisinden beklenen atılımı yaparak araç olmaktan çıkıp toplumsal özgürlük (kadın özgürlüğü) bağlamında sürece yön veren güç olarak sahneye çıkması tarihsel bir görevdir.

O nedenle Alevi kadın özgürlüğünün de özünü söz ve eylem birliği oluşturur. Düşündüğün gibi yaşamak. İyi düşünmek, iyi söylemek, iyi yapmak, bildiğini yaşamına uyarlayıp yaşamda özgürlük alanını geliştirmek bilginin hakikat değerini ortaya koyuyor.

Bütün bu söylediklerimize rağmen bugün geleceğe umutla bakabiliyoruz. Çünkü; gün geçtikçe önemi daha fazla bilince çıkarılan Alevi halk ve inanç gerçekliği bu coğrafyanın yürekli kadınlarının öncülüğünde ete kemiğe büründürülüyor. Erkek eliyle binyıllardır süren siyasal, kültürel ve inançsal tahribata son verilmeye çalışılıyor.

Semah Dergisi, Temmuz-Ağustos 2017

EN SON EKLENENLER