Kürdistan’da her hikaye yaşanılan bir gerçekti

FATMA ADIR*

Dersim katliamı ve Dersimli Kürt önder Seyit Rıza’nın idamının her yıldönümü aynı zamanda anıların ve acıların da yıldönümü oluyor. Her 15 Kasım anılar ile acılar da tazeleniyor. Acıyan yaralı yanlarımızı, bugün yürütülen özgürlük mücadelesi ile gidermeye ve iyileştirmeye çalışıyoruz. Genlerimize işleyen ve yerleşen hatıralar her defasında katmerleşe katmerleşe kendisini hatırlatıyor. Hatırlamakta zorlanan yürek ve beyinlerimizde en kuytulara gizlenmiş sırlarımız, hatıra ve acılarımız yeniden ortaya çıkarıveriyor. “Unutmak ihanettir” dedirtircesine…

Anneannem yaşanılanları her anlattığında, biz çocuklar etrafına çember kurmuş olarak, başka bir dünya, gezegen ya da gaipten verilen haberler olarak dinlerdik. Çocuk yüreklerimiz; ‘insanlar bunu bize yaşatmış olamaz’ derdi. Ama yine de ‘hikâyedir’ diye umut ettiğimiz bu anlatımların, zamanla beynimizin ve yüreklerimizin en derinine işlediğini fark ettik.

“Erkekler silahlanmış ve dağa kaçmışlardı. Biz kadınlar ve yaşlılar kalmıştık bir başımıza köyde. Geldiler, kadın, yaşlı, çocuk hepimizi topladılar ve iki gün sürecek bir yürüyüş ile Nazimiye’ye götürülecek ve orada kurşuna dizilecektik. Ailesinin tümü katliamdan geçirilmiş ve tek fert olarak kalmış küçük bir kız çocuğu da bizim kervana dahil edilmişti. Ekili buğday tarlaları uzamıştı. Bizi bu tarlaların içinde yürütürken, yanında yürüyenlerden biri küçük kızın kulağına fısıldayarak, fırsat bulduğunda kaçarak, buğday tarlaları içinde kendisini kaybettirmesini söyler.

Küçük kız çocuğu fırsatını bulmuş ve kaçmıştı. Kervan bir süre daha yol aldı ve sayım alındığında, küçük yavrunun olmadığı anlaşıldı. Emir verilmişti bir kere. Bir tek kişi geride kalmamalıydı. Dersimli Kürtlerin soyu kurutulacak ve tümü kırımdan geçirilerek, bir daha direnmemesi için tüm tedbirler alınacaktı. Emre göre bir tek kişinin kurtulmaması gerekiyordu. Kervan durduruldu, uzun aramalardan sonra kız çocuğu bulunmuştu. Ama bu arada bizim kervan epey bir gecikme ile zaman kazanmıştı. Nazimiye’ye götürülmüş ve sıraya dizilmiş, tüm ziynet eşyalarımıza el konulmuştu. Hepimize sıra ile su içiriliyordu. O ana kadar benimle birlikte, kurşuna dizilmek üzere getirilen kayın babam, Sülbüs dağından kalkan ve Nazimiye’ye kadar bize eşlik eden ‘Heli’ kuşunu gördükçe, kızım, Xızır bizimle, korkma bize yardım edecek ve biz kurtulacağız diyordu. Son ana kadar kutsallarına olan inancını yitirmedi. Bizi dizdiler sıraya ve su içirdiler. Hüseyin gibi şehit olmamız için. Nerede Xızır, artık imdadımıza yetişemez diyordum. Su içirme aşaması henüz devam ediyorken, uzaktan bir beyaz bayrak ve “af, af, af çıktı” diye bir çığlık duyuldu. Ve bizi idam etmekten vaz geçtiler, geri köyümüze döndük. Ama o günü hiç unutmadım ve yüreğimin en kuytu yerinde gizlendi kaldı ve çoğu zaman bir yara gibi nüksediyor ve anlatmasam öleceğimi hissediyorum.”

Evet! o bizim hikayemizdi. Kürt ve Alevi olmanın bir faturası olduğunu, çocuk yürekler o gün anlamamış olsalar da büyüdüklerinde karşılarına her gün çıkan ve yaşatılanlardan çok erkenden anlatılanın gaipten sesler değil de, kendilerini anlattığının farkına vardılar. Hikaye olduğunu umut ettiğimizin, aslında bize yapılanlar olduğunu çok geçmeden fark etmiştik. Ve bugünde benzerlerini kendimiz canlı hali ile yaşamaktayız. Bugün yaşadıklarımız, o gün yaşananların bir devamı biçiminde zuhur etmektedir. O gün Önderlerini, babalarını, annelerini kaybeden çocuklar iken, bugün anneler, babalardır. O gün evlatlar, kayıp anne ve babalarını arıyorlardı, bugün de çocuklarının mezar yerini arayan anne ve babalar var. Evlatlarını bulup, ulaşıp defin eden aileler ise, evlatlarının mezarları başında nöbeti tutmaktadırlar. Evlatları mezarlarda rahat bırakılmamakta, her gün devrimcilerin mezarlarına saldırılmakta ve tahrip edilmektedir.

O gün Dersim’de yaşatılanlar, yakın tarihimizde Halepçe, Roboski, Şengal, Kobanê ve en son Kerkük’te yaşatılanlarla aynıdır. Şark ıslahat planı temelinde yürütülen soykırım politikası bugün de aynen devam ettirilmektedir. Kürt halkı, ezilen halklar ve kadınlar olarak sadece anılarımızı ve acılarımızı hatırlamakla yetinmemeliyiz. Tüm anılarımızı, acıyan ve kanayan yanlarımızı örgütlenerek, hakkımız olanı geri alana kadar direnerek ve mücadele ederek iyileştirebiliriz. Dersim direniş mücadelesini zamanında yeterince anlamış, dersler çıkarmış ve gerçekleştirilen soykırımlara karşı yek vücut mücadele edebilseydik, bugün yaşatılanları tekrar tekrar yaşamamış olurduk. Kürtler, kadınlar, sosyalistler ve ezilen tüm halklar birlikte daha güçlü dayanışarak ve örgütlenerek soykırım ve katliamları önleyebiliriz. Seyit Rıza başta olmak üzere tüm değerlerimize doğru sahip çıkmış oluruz. Günümüzde Kürt halkının önderleri ve liderlerine karşı yürütülen tehdit, saldırı ve tecrit benzer olduğu gibi sayın Öcalan şahsında komplike bir boyutta tezahür etmektedir. Nasıl ki yaşanılanlar tüm acıları ile hikaye değil tarihin kendisi kadar gerçek ise, yaşanılacak özgür günler de hayal değil inşa olacaktır. İşte tam da bu değerlerin hakiki koruyucusu ve mimarı Öcalan’a karşı yürütülen saldırılara karşı durmak da ulusal, toplumsal ve insanı bir görevdir.

*Bu yazı ANF’den alınmıştır

EN SON EKLENENLER