Prof. Neşe Özgen: Ülke kendi çöküşünü seziyor

Türkiye’de bugün Kürtlerin yanı sıra okuyan, yazan, düşünen nitelikli insanların ülkeleriyle olan gönül bağının koptuğunu söyleyen Prof. Dr. Neşe Özgen, ülkenin adeta kendi çöküşünü sezdiğini ifade etti. Özgen, buna karşı ise heyecan verici hayat ütopyaları yaratma ve buna dönük yeni bir dil kurma ihtiyacına işaret etti.

Demokrasi, hak ve hukuk, çalışma yaşamı, kültürel hayat ve eğitim başta olmak birçok alanda ciddi bir bozulmanın yaşandığı Türkiye’de, siyasetin yanı sıra toplumsal katmanların her türünde gittikçe derinleşen bir ayrışma ve kutuplaşma söz konusu. Yine bu durumun beslediği şiddet, cinayet, tecavüz, yolsuzluk, hırsızlık, yalan ve güvensizlik hali, neredeyse tüm toplumsal yapıyı sarmış durumda.
Sıklıkla 12 Eylül darbe dönemi üzerinden tanımlanmaya çalışılan bugün içerisinde bulunulan bu tabloyu, sosyal bilimler alanında Türkiye’nin önemli akademisyenlerinden biri olan Prof. Dr. Neşe Özgen değerlendirdi.
Türkiye’nin geçirdiği 12 Eylül 1980 darbe dönemi ile 15 Temmuz sonrası ilan edilen OHAL arasını kıyaslayan Prof. Dr. Neşe Özgen, iki dönem arasında ciddi farklar olduğunu ifade etti. Özgen, bu farkı ise “1980 darbesi, daha önceki askeri rejimlerinden çok daha büyük bir şiddetle toplumun üzerine inmişti. Akıl almayacak ölçülerde ve daha önce şahit olmadığımız nitelikte hukuksuzluklarla karşılaştık. Fakat her şeye rağmen adil karalar almaktan korkmayan ama adaleti zedelemekten imtina eden hakimler vardı. Hukuku izleyen hakimler sürgün yiye yiye de olsa adaletsizliğe direniyordu. Gazeteciler hapisteydi, olmadık işkencelerden geçiriliyordu. Bilim insanları kapıdan kovuluyor, geceleri evler basılıp gençler işkenceye götürülüyordu” sözleriyle açıkladı.
‘ÜLKE İLE GÖNÜL BAĞI KOPARILDI’
Bugün ise sadece Kürtlerin değil, okuyan, yazan, düşünen nitelikli insanların da ülkeleriyle gönül bağının koptuğunu ifade etti.
Bunun en önemli etkenlerden birisinin “savaş” olduğunu vurgulayan Özgen, “Savaşın ilk görüntüsü ırkçılık ve milliyetçiliğin yükselmesidir. Bugün Suriye’nin kendi sınırını korumak amacıyla geliştirdiği operasyonun sonuçlarının yarın büyük ihtimalle kışkırtılmış kitlelerin Alevilerin üzerine saldırmasıyla sonuçlanmayacağını kim söyleyebilir?” diye sordu.
‘BU ÜLKE KENDİ ÇÖKÜŞÜNÜ SEZİYOR!’
Türkiye’de iş cinayetlerinin en çok yine bu dönem yaşandığına dikkat çeken Özgen, “Salkım salkım işçiler ölüyor. İşsizlikle korkutulan niteliksiz işgücü, bu kez işçiyken de iş cinayeti tehdidiyle çalışıyor” dedi.
Özgen, kadın cinayetleri ve çocuk tecavüzlerindeki korkunç yüksekliği ise, “Bu, ülkenin kendi çöküşünü sezdiği için önce en zayıfları öldürmeye başladığını gösteren bir bulgu” olduğunu ifade etti.
‘SOL GELENEK KENDİ MÜCADELE GEÇMİŞİNİ HATIRLAMALI’
Bu tablo içerisinde, ülkenin sol geleneğinin kendi mücadele geçmişini derhal hatırlaması gerektiği ihtiyacına değinen Özgen, Celali isyanlarından Dadaloğlu’na, Mayıs 77’den 90’ların işçi mücadelesine ve 12 Eylül faşizminde direnenlere değin bu ülkenin köklü bir mücadele geçmişinin olduğunu hatırlattı. Giderek artan baskının tek amacının da bu mücadeleleri bastırmak olduğunun altını çizen Özgen, “Solun en büyük sorunu” olarak adlandırdığı hali ile şöyle tarif etti:
“Solun geçmişin sesinin sadece slogana indirgenmiş olması, orta sınıflaşması ve mücadele alanını Milli Cephe’de hapsetmesi, sesini, sözünü unutmuş olması en büyük sorundur. İçi boş bir ‘Barış’ kelimesi, kimseye gerçek gelmiyor. Yeni bir hayatın nasıl olacağını tariflemeden, sadece ‘Barış’ demekle, kavramın içi de boşalır.”
‘YENİ BİR DİL KURMALIYIZ’
Prof. Özgen, Türkiye’de toplumun bir savaş ortamında olması nedeniyle halklar arasındaki kırılganlıkların giderek arttığına da işaret etti.
Buna karşı ise, illegalite anlayışını tersine çevirip yıkımı değil, yaşam dilini kurmak gerektiğini söyleyen Özgen, “Bununla beraber, kendi meşruiyetini talep eden ve diğer tüm iktidar meşruiyetlerini yerle bir eden yeni bir dil kurmalıyız. Savaş masasına karşı çoklu aktörleri yeniden kurmalıyız. Unutmayalım, hiçbir devlet sadece yıkma sözü vererek var olamaz. Ancak var olmasını sağlayan mekanizmaları gittikçe şiddetlendirir. Otoriter bir rejim, kendi doğası gereği sürdürülebilir değildir. Ya şiddetini artıracak ya da yok olacaktır” dedi.
‘HAYAT ÜTOPYALARIMIZI YARATMALIYIZ’
Bugün kendi halkına savaş açmış bir hükümet ile karşı karşıya olunduğunu sözlerine ekleyen Özgen, bunun ağır sonuçlarının olacağını, en yetkin dille topluma anlatmak gerektiğini ifade etti.
Ülkeyi hapishaneye çevirenlerin, artık yönetimi ellerinde tutamadığını söyleyen Özgen, bu şartlar altında yapılması gerekenleri şöyle açıkladı: “Arzulanan hayatın tüm niteliklerini sadece söyleyerek değil, kurarak göstermeliyiz. Dolayısıyla barış sözünün içeriğini çok dikkatle örmeliyiz. Hep söylediğim gibi; Bir ahlak ve bir kadın adaleti kurabiliriz, kurmalıyız. Büyük acılarla yaşayan ve bu acının yöneleceği hukuk mekanizmasının gerçekle ilgisinin tamamen kopmuş olduğu, yani acısını nasıl sağaltacağını bilemeyen büyük kitleler var. Onlara yeniden özne olma hakkını sağlamalıyız. Geniş bir toplumsal ülkü yaratma niteliklerimizi kaybettik, en azından grupsal olarak kendi ülkülerimizi, heyecan verici hayat ütopyalarımızı yaratmalı, söylemeli ve göstermeliyiz.”
MA / Bilal Seçkin

EN SON EKLENENLER