‘Soykırım kıskacında Maraş’ konferansı ardından

ELİF SONZAMANCI

Maraş Katliamı, o dönemde doğanların bihaber büyütüldüğü, şahitlik edenlerin ise asla unutamadığı Cumhuriyet tarihinin kara sayfalarından yalnızca biri.
Yüzleşmek, yüzleşebilmek edimleri için koşulların tamamen kaldırıldığı, faillerin yıllar sonrasında bile televizyonlara çıkarak dobra dobra becerilerini anlatma yüzsüzlüğü sergilediği kara bir tarih Maraş’ta yaşananlar. Öyleki Maraş, çoğunun hafızasında Kara Maraş’tır, hala aklanmayan. Maraş Katliamı davası avukatlarından İbrahim Sinemillioğlu, “Hiç Maraşlı’yım demezdim. Elbistanlı’yım derdim. Katliamdan sonra Maraşlıyım dedim ve hep öyle kaldı” diyor. Evet doğru diyor. Kültürler bileşkesi, direniş coğrafyası, Mezapotamya’nın önemli bir şehri, Alevi inancının gerek edebiyatı ile, gerekse deyişleri ile üretim merkezlerinden biri olan Maraş’ı katliamcı zihniyete emanet ettik. Yine Maraş Katliamı davası avukatlarından Seyit Sönmez’in, “Katliamın yapıldığı Yörükselim Mahallesi’nde büyümeme rağmen katliamın gerçeklerini üniversite yıllarımda öğrendim” sözleri, coğrafyamızın yarasını bir kez daha gözler önüne seriyor.
Maraş tarihte birçok kültürün, inancın barındığı bir şehir diyoruz, artık değil. Osmanlı dönemine ait Tahrir defterlerinde nüfusun yüzde 40’ının Ermeni olduğundan bahsedilir diyoruz. Fakat bugün kimse Ermenilerin varlığından bahsetmez, hatta bilmez. Bölgeye Kürtlerin hakim olduğu yazılıdır tarihte. 1919 yılında Kürdistan’a giderek incelemelerde bulunan Binbaşı Noel, günlüklerinde Maraş’a dair izlenimlerini şöyle tarif ediyor: “Gözüme ilk çarpan olay, kadınların peçesiz ve hür olmalarıydı. Erkekleri ile tartışıyor, bizim sohbetlerimize katılıyor, çok rahat bir şekilde kendi fikirlerini öne sürebiliyorlardı.” Yine Binbaşı Noel, başka köylerdeki gözlemlerinde Kızılbaş Kürtler’in en az Sünni Kürtler kadar Kürt milliyetçi ruhuna sahip olduklarını belirtiyor. Ama artık durum farklı. Çünkü Ermenilerin katlinin ardından, Maraş’ta Kürtlere, Alevilere uygulanan katliamlar ve göçertilme politikaları ile bölge boşaltıldı. Cumhuriyet politikaları ile doruğa ulaşan, inkar ve imha siyasetinden nasibini alan Maraş, katliam sonrası, yurtdışına önemli oranda göç verdi. Göçün ardından hem Maraş’ta hem de yurtdışında yaşayan Maraşlılar da bir kültür dejenerasyonu başladı. Kendine olan yabancılaşma süreci, katliamdan sonra daha da hızlandı. Özellikle katliamın ardından uygulanan politikalar sonucu, toplumuna ve kültürüne yabancı kuşaklar yetişti.
Günümüzde bu politikalar farklı araçlarla devam ediyor. Öyleki Terolarda mültecilerin barındırılacağı yalanı ile Alevi coğrafyasına DAİŞ’lileri yerleştirmek amacıyla, gizli-saklı, alelacele bir kamp kurulmuş, bunun yanında çevresel tahribatlar devam ettirilmiştir.

Sistematik katliam politikası
Maraş Girişimi olarak uzun bir süredir, çalışmalarımızın merkezine aldığımız Maraş Katliamı ve sonuçları üzerine bir konferans düzenlemek istiyorduk. Bazı organizasyon problemlerinden dolayı katliamın yıldönümüne denk getiremediğimiz konferans için Haziran ayında izin almayı başardık. Hazırlık için kısa, konferans için 4 saatlik dar bir zamanımız vardı. Bize tanınan bir aylık hazırlık süresi, konferans için verilen 4 saatlik zaman kısa gibi görünsede, hummalı bir çalışmayla hazırlıkları yetiştirdik.
Öncelikle bu konferansta vereceğimiz temel mesaj bizim için oldukça önemliydi. Çünkü, Koçgiri, Dersim, Elbistan, Kırıkhan, Malatya, Çorum, Sivas, Gazi ve daha bir çok katliamda olduğu gibi, devlet tarafından yürütülen sistematik bir katliam politikası sözkonusuydu. Roboskî’den, Sur’dan, Cizre’den, Nusaybin’den bu katliamları ayrı görmek ise başlı başına bir yanılgı olurdu.

Maraş davası kapanmadı!
Maraş Katliamı’yla nihai bir yüzleşme ve bu katliamı bütün boyutlarıyla mahkum etmek temel hedeflerimiz olması gerekiyordu. Maraş Katliamı’ndan 39 yıl geçmesine rağmen, dava resmi boyutta kapatılmasına rağmen, Maraş Katliamı davası devam eden ve hala kapanmamış bir davadır. Toplumsal belleklerimizden silinmek istenen bu katliam ile yüzleşme gerçekleşene kadar mücadele, tartışmasız olması gerekendir. Şunu belirtmek gerekir; 39 yıl geçmesine rağmen hala yol alınmaması sadece mücadele eksikliğine değil, aynı zamanda devletin baskı araçlarının şiddetine de bağlıdır. Maraş küçük bir direniş gösterse, sanki koca bir ordu ile mücadele ediliyor havasında baskı, korkutma ve sindirme politikaları sürdürülüyor. Devlet dün de bugün de Maraş için özel politikalar devreye sokmaktadır. Dolayısıyla hedeflediğimiz süreç hemen kapımıza gelmeyecektir. Diline, kültürüne,inancına müdahale sadece askeri müdahale ile değil, özel asimilasyon politikaları ile de yürütülmektedir.

Hak ve adalet arayışı sürüyor
Bu nedenle konferansımızda ele alacağımız başlıklar da vereceğimiz mesajlar açısından önemliydi.
Konferansımızda iki temel başlık ele aldık. Birincisi katliam sürecine gelen, günümüzü de irdeleyen politik ve sosyolojik çözümlemeler, ikincisi; Hak ve Adalet arayışı. Bu temelde Araştırmacı Yazar Aziz Tunç “Maraş Katliamı ve Gizlenen Gerçekler” konusunu ele alırken, HDP Antep Milletvekili Mahmut Toğrul, “Maraş Katliamı ve Günümüzdeki Yansımaları”, katliamdan bir yıl sonra Maraş’a giderek katliamı yaşayan kadınlarla görüşüp Kıran Resimleri adında kitaplaştıran Yazar İnci Aral ise katliam sonrası travma ve tanıklıklarını aktardı. Maraş Katliamı davasının avukatlarından İbrahim Sinemillioğlu ve Seyid Sönmez 38 yıllık adalet arayışı hakkında sunum yaptı. Maraş Girişimi Eşbaşkanı Mehmet Üstek, Maraş Girişimi’nin rolü ve görevleri üzerine bir sunum gerçekleştirdi. Konferansa, aynı zamanda bizi ağırlayan Avrupa Konservatif ve Reformist Grubu milletvekili Mark DEMESMAEKER, Sosyalistler ve Demokratlar İlerici İttifakı Grubu’ndan Costas MAVRIDES, Yeşiller Grubu’ndan Bodil VALERO da katıldı.
Türkiye’de politik belirsizliğin olduğu, Kürt politikasında çözümsüzlük dayatarak, her geçen gün gaddarlaşan, Alevileri sindirme ve yoketme planlarına hız verildiği, sadece öteki kimliklere yönelik değil, bir bütünen muhaliflere yöneltilen baskı zemininde Avrupa Parlamentosu’nda böylesi bir konferans gerçekleştirmek elbette önemli olmuştur. Kısa zamanda yapılan sunumlar aslında meseleyi öz olarak ifade etmeyi başarmıştır.
Bugün DAİŞ tarafından yapılan katliamlara baktığımızda yöntem olarak Maraş’ta da benzeri bir yöntemin uygulandığına tanık oluyoruz. Kadınlara hem işkence hem de tecavüz edilmesi, yaşlı bir kadının gözlerinin oyularak, çukura bırakılıp üzerinden arabayla geçilmesi, hamile kadınların karınlarının deşilerek ceninlerin çıkarılması, bir ailenin tüm üyelerinin öldürülerek yaş sırasına göre üst üste konulması, bir insanın kanının bir tasa akıtılarak oyulan gözlerinin bu tasa bırakılması bugün Ortadoğu’yu kan gölüne çeviren DAİŞ’in uygulamalarından farksız mıdır?
Bu kadar korkunç katliamların yaşandığı bir durumda Maraş Katliamı davası sanıklar yargılanmadan sona erdi. Davalar 23 yıl sürdü. 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1–24 yıl arasında hapis cezaları ile cezalandırıldı. Daha sonra bu cezalar Yargıtay tarafından bozuldu. 1991 yılında çıkarılan Terörle Mücadele Kanunu ile ceza alanların bir kısmının cezaları yattığı yıllara sayılarak ertelendi, diğerleri de serbest kaldı. Olayın failleri devlet tarafından ödüllendirilerek milletvekilliğine kadar yükseltildi. Zira devlette yükselmenin kriterlerinden biri de Alevi öldürmekti. Bunun içindir ki; 12 Eylül döneminin Emniyet Genel Müdürü Refet Küçüktiryaki’nin üslerine yazdığı bir mektupta “Türkiye’de Alevi-Kızılbaş soykırımını devlet adına başlatan benim. 1976 yılının Ocak ayında Malatya Beylerderesi olayından sonra, Malatya il merkezindeki 40 bin Alevi Kızılbaş’a kan kusturdum” demekten hiç çekinmemiştir.
Maraş Katliamı dosyalarına erişim hala çeşitli bahanelerle reddediliyor. Davanın 165 klasörü olduğu belirtilirken, en son avukat Seyit Sönmez’e 221 klasör bulunduğu söylenmiştir. Klasörler için defalarca başvuru yapan Sönmez’e dava dosyalarının fotokopisi, “Özel hayatın gizliliğini ihlal edebilecek ve devlet sırrı niteliğinde değerlendirilebilecek belge ve bilginin bulunması ihtimali” nedeniyle verilmiyor. Devlet nezdinde bitmiş, sonuçlanmış Maraş davasının devlet sırrı olması ise başlıbaşına bu davanın faillerini deşifre ediyor. Bizim için bu davada şahısların değil, zihniyetin yargılanması esastır. Elbette katliamda fiili katkısı bulunmuş şahıslar yargılanmalıdır. Fakat bir bütünen zihniyet yargılanmadıkça katliamın tekrar etme olasılığı her zaman yanıbaşımızda duracaktır.

Konferans yolun başlangıcı
Konferans öncesi katıldığımız bir panelde bir katılımcı, “Koşullar belli. Davayı sonuçlandırmadılar. Mücadelenin hepsi boşa gitti. Şimdi böyle bir konferansın faydası olur mu” yorumunu yaptı. Ve kafasında bu sorularla dolaşan maalesef hatırı sayılır insanlar var.
Konferansımız bir yolun başlangıcıdır. Zira uluslararası platformlarda bu çabamızı devam ettireceğiz. Maraş Katliamı davası elbette sadece Maraşlıların davası değildir, ama öncelikle Maraşlıların kendi davalarına sahip çıkmaları, dayatılan asimilasyon politikaları karşısında mücadele etmeleri gerekiyor.
Bir toplumun kültürel bellek araçlarından biri de anıtlardır. Katliamın unutulmaması için, katliamda yaşamını yitirenler adına uygun belirlenecek bir alana Maraş katliamı anıtı yapılması da önemli bir talep olarak karşımızda duruyor.
Maraş’ın Alevi Kürt kimliğinden koparılma çabalarına karşılık bu kimliğin korunması amacıyla mücadele yürütülmesi, dilin korunması, kutsal mekanların ve inanç merkezlerinin sahiplenilmesi, toprakların korunması yine çalışmalarımızda önemli hedeflerimizden biridir. Bu hedeflerin gerçekleşmesi elbette sadece bir kaç insan, bir kurum tarafından gerçekleştirilemez. Bu zulme karşı sürdürülecek ortak bir mücadele, ortak bir tavırla daha mümkün olacaktır.
Bunların dışında konferansımızda Avrupa’nın sorumluluğuna da vurgu yapılmıştır. Avrupa’nın Türkiye’ye verdiği tavizler düşünüldüğünde, bu savaş politikalarında Avrupa bağımsız tutulamaz. Bu çerçevede sonuç bildirgesinde de belirttiğimiz gibi, Avrupa’nın siyasi iradesini Türk devletinin tarihsel ve güncel uygulamalarına karşı daha etkin bir tutum almaya davet ediyoruz. Kürdistan’da şiddetli bir savaş yürütülüyor. Bu savaşta defalarca Alman silahlarının kullanıldığı ıspatlanmıştır. Türkiye’ye silah satışının durdurulması, savaşın şiddetine yön verecektir, dolayısıyla bu önemli bir talebimizdir. Yine katliamın resmi olarak tanınması için gerekli mekanizmalar bu çerçevede devreye konulmalıdır.
Tekçi, inkarcı, imhacı bir politikaya karşı, birlikte mücadele ile daha güçlü oluruz.

EN SON EKLENENLER