Tarihi hakikatlerle yüzleşme

“Her dönem, tarihi zalimler yazmıştır. Mazlumların, hiçbir zaman kendi tarihlerini yazma fırsatları (imkânları) olmamıştır.” MEHMET ALİ ÇABUK

Bu yazı maddi-manevi çıkarlar, siyasal beklentiler ve kariyer hesapları uğruna yıllardır toplumu manipüle edenlere verilmiş bir cevaptır:
Aleviler (Kızılbaşlar) yıllarca Osmanlı Devleti yöneticilerinin baskı ve şiddetine maruz kaldılar. Haklarında yazılan raporlar, verilen fetva ve çıkarılan fermanlarla iftira, ölüm ve sürgünlerle karşı karşıya kaldılar. Evet, bütün bunlar saklanamaz bir gerçektir. Zaten Osmanlı döneminde yazılan raporlara, çıkarılan fermanlara ve verilen fetvalara bakıldığında her şey aleni bir şekilde görülmektedir.
Alevilerin kurtuluş savaşı sırasında ve Cumhuriyet’in kuruluş aşamasında maddi ve manevi tüm güçleriyle Mustafa Kemal ve arkadaşlarına destek verdikleri de inkâr edilemez bir gerçektir. Peki, 1924’ten itibaren Cumhuriyet (devlet yöneticilerinin) döneminde Aleviler açısında hangi değişiklikler olmuştur? Aleviler, Osmanlı döneminde maruz kaldıkları katliam, sürgün ve iftiralardan Cumhuriyet döneminden kurtulmuşlar mıdır? Yoksa Cumhuriyet döneminde de iftira, katliam, sürgün ve özellikle negatif ayrımcılığın çeşitli biçimleri ile karşı karşıya kalmış mıdırlar? Bütün bunlara kısaca cevap vermeye çalışacağım!

Mustafa Kemal Paşa ve Arkadaşları Hacı Bektaş Dergâhını Kapatmadı, Dergâh Zaten Kapalıydı Sorusuna Verilen Cevap:
Evet, Padişah II. Mahmut Yeniçeri Ocağını bir fermanla resmen kaldırıyor, Yeniçeri kışlalarını topa tutturuyor ve 6 Bin Yeniçeri öldürülüyor. Yeniçerilerin bir kısmı da sürgün edip, Yeniçeri Ocağını tümüyle ortadan kaldırıyor. 23 Cemazziülaher 1247 (1827) tarihli bir Ferman’la Alevi-Bektaşi Dergâhlarının (Tekkelerinin) bir kısmını yıktırıyor bir kısmına da Nakşi Şeyhi atıyor. Hacı Bektaş Postnişini Mehmet Hamdullah Çelebi’yi de Şeyhül-İslam Muhammed Tahir’in fetvasına dayanarak Amasya’ya sürgün ediyor. M. Hamdullah Çelebi, Amasya’da sürgünde olduğu sırada, 1846 yılında Hakk’a yürüyor ve orada toprağa sırlanıyor. Ruhu şad, devri daim olsun.
Padişah II. Mahmut’un Yeniçeriliği ortadan kaldırması ve Bektaşî Tekkelerini yıktırıp, Hacı Bektaş Veli Dergâhına Nakşîbendi Şeyhlerini atanması ve Mehmet Hamdullah Çelebi’yi Amasya’ya sürgün etmesi de bir gerçektir. Evet, II. Mahmut döneminde Hacı Bektaş Dergâhına iki Nakşi Şeyh’i de atanıyor. Bu Şeyhlerden biri Yusuf Ziyaeddin bir diğeri de Müderris Mehmet Nuri’dir. 1834 yılında da Dergâh Avlusunun doğu köşesine de bir Cami inşa ediliyor, o Cami bugünde orada varlığını devam ettiriyor. Hacı Bektaş Dergâhına atanan iki Nakşi Şeyhi Dergâhta yaklaşık 40 yıl kadar kalıyorlar. Bu süreç sonunda Ali Celalettin Çelebi’yi Dergâh’ ta Postnişin olarak görüyoruz. Hacı Bektaş Veli Dergâhında, 1869-70 yıllarında Padişah Abdül Aziz’in gönderdiği mimarlar tarafından, Postnişin Ali Celalettin Çelebi’nin nezaretinde onarım (tadilat) çalışmaları yapılıyor.
Feyzullah Çelebi’nin büyük kardeşi Ali Celalettin Çelebi’nin Hakk’a yürümesi üzerine, Padişah Abdü’l- Aziz, Feyzullah Çelebi’ye 1871 yılında Hacı Bektaş Veli Dergâhına Meşihat ve Tevhilat (Mürşidlik-Şeyhlik) görevine atandığına dair bir berat veriyor. Padişah Abdü’l- Aziz’in, Dergâha Meşihat ve Tevhilat görevine atadığı Feyzullah Çelebi, Veliyettin Çelebi’nin küçük oğludur. Feyzullah Çelebi, Abdü’l- Aziz tarafından çıkartılan 1871 tarihli fermanla 40 yıllık bir aradan sonra, resmen Hacı Bektaş Veli Dergâhına postnişin oluyor. Feyzullah Çelebi 1878 yılında Hakk’â yürüyor, Hacı Bektaş’ta Kırklar Meydanı’nda toprağa veriliyor. Ruhu şad, devri daim olsun. Daha sonra aynı nitelikte bir “Meşihat ve Tevhilat (Mürşidlik-Şeyhlik) Berat’ı Feyzullah Çelebi’nin oğlu Ahmet Cemalettin Çelebi’ye de veriliyor.

Hepimiz biliyoruz ki, Feyzullah Çelebi Şiir’de yazıyor! Feyzullah Çelebi Şiirlerinde, Feyzi, Feyziya, Feyzullah ve Seyyid Feyzullah mahlaslarını kullanıyor. Feyzullah Çelebi bir Şiir’inde şöyle diyor:

“Bugün yarın derken çok zaman geçti
Gidem dedim gidemedim yâre ben
Bu ayrılık dilde çok yara açtı
Hasret kaldım o gül yüzlü yâre ben

Verdi felek bana bin türlü elem
Geldi geçti ömrüm ah ile her dem
Bu dilde açılan yaraya merhem
Çok aradım bulamadım çare ben

Feyziya gönlümüz derdi elemde
Böyle takdir olmuş levh-i kalemde
Bir gonca gül için bezm-i âlemde
Düştüm bülbül gibi ah-u zara ben.”

Feyzullah Çelebi’nin iki oğlu vardır, Cemâlettin Çelebi (1862-1921) ve Veliyettin Çelebi (1867-1940)! Feyzullah Çelebi Hakk’a yürüdüğü sırada Cemâlettin Çelebi genç denecek yaştadır. “Babasının Hakk’a yürümesinin ardından Cemâlettin Çelebi’ye 1905 yılında Hacı Bektaş Veli Vakfı’nın mütevelliliği (yönetimi) veriliyor.” Yani Hacı Bektaş Veli Dergâhına Postnişin oluyor. Cemalettin Çelebi’nin Postnişin oluşundan 10 yıl sonra birinci dünya savaşı çıkıyor. Cemâlettin Çelebi topladığı bir gönüllüğü birliği ile doğu cephesinde savaşa katılıyor. “Mücahidin Alayı” adıyla anılan bu birlik Rusya’nın bütün cephelerde savaşa son vermesi üzerine geri dönüyor. Bu dönem Osmanlının dağılış sürecidir, birinci dünya savaşı da zaten bir (emperyalist) paylaşım savaşıdır.

Gazi Mustafa Kemal “Büyük Nutuk”unda şöyle diyor: 02 Ocak 1920 günü cemiyetin merkez kurullarına ve Hacı Bektaş’ta Çelebi Cemâlettin Efendi’ye, Mutki’de Hacı Musa Bey’e ayrıca bir bildirim yaptık. Bu bildirimizin içindekiler ve yazılış biçimi şöyledir: “Yolculuğumuz sırasında görüp incelediklerimiz bizlere, gerçek koruyucu Ulu Tanrı’nın yardımı ile meydana gelen ulusal birliğimizin dayanağı olan ulusal örgütün kök salmış, ulusun ve yurdun geleceğini kurtarmak için gerçekten güvenilir bir güç ve erk durumuna gelmiş olduğunu sevinçle gösterdi.
Dış durum, bu ulusal dayanç ve birlik yüzünden, Erzurum ve Sivas Kongreleri ilkelerine göre ulusun ve yurdun yararına elverişli şekle girmiştir. Kutsal birliğimize, dayanç ve inancımıza güvenerek töreye uygun isteklerimizin elde edileceği güne değin hiç yılmadan çalışılması ve bu bildirimizin Köylere varıncaya dek bütün ulusa duyurulması rica olunur.”
Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Cemieti
Temsilciler Kurulu Adına
Mustafa Kemal.

Süreç bu şekilde işleyip gelişirken, Mustafa Kemal Paşa Erzurum ve Sivas Kongrelerinden sonra Ankara’ya geçerken, Hacı Bektaş’a uğrayıp Cemâlettin Çelebi ile görüşme kararı alır. Alınan bu karar üzerine, “Arkadaşlarıyla birlikte Mucur’a gelirler, geceyi orada geçirirler. 23 Aralık 1919 günü, Mucur Kaymakamı Vekili Nihat Bey’i de yanlarına alarak Hacı Bektaş’a gelirler. Cemâlettin Çelebi o sıralarda kalp yetersizliğinden dolayı çok hastadır. Cemâlettin Çelebi, çok hasta olmasına rağmen, Mustafa Kemal ve arkadaşlarını büyük bir sevgi ve saygı ile karşılar.
Misafirhanesi devamlı açık olduğu halde, misafirlerini yani Mustafa Kemal ve arkadaşlarını içten bir sevgiyle ve yürekten samimi bir duyguyla Hanesine misafir (mihman) edip ağırlar. Akşam yemeğini tüm konuklar bir arada yerler. Yemekten sonra, konuklar misafirhaneye geçer, sadece özel muhafızı (koruması) ile Mustafa Kemal, Cemâlettin Çelebi’nin evinde kalırlar. Cemâlettin Çelebi, hizmette bulunanlara kesin olarak içeri girmemelerini tembihlediği için, Mustafa Kemal ile Cemâlettin Çelebi arasında geç vakitlere kadar süren konuşmanın konusu kimse tarafından bilinmemektedir.
Hacı Bektaş görüşmesinde, Cemâlettin Çelebi ve Mustafa Kemal arasında bire bir yapılan konuşmayı daha sonraki yıllarda, Veliyettin Çelebi sözlü olarak şöyle açıklar. Açıklama şöyledir: “Baş başa konuşmalarının bir yerinde Cemâlettin Çelebi, Mustafa Kemal’e “Paşa Hazretleri” diyor, “Cesaretli ve basiretli idarenizde Türk Milletinin düşmanı kahredeceğine inancım sonsuz. Yüce Allah’ın milletimize müyesser edeceği zaferden sonra Cumhuriyet ilânı düşünüyor musunuz?” Mustafa Kemal’de, “ o mutlu günün ilânına kadar aramızda kalmak kaydıyla, evet, Çelebi Efendi Hazretleri diyor.” Mustafa Kemal Paşa Hacı Bektaş’ta bir gece kalır, ertesi gün Cemâlettin Çelebi, hastalığı sebebiyle fazla yürüyemediği için, Cemâlettin Çelebi’nin oğlu Hamdullah Çelebi ile beraber Hacı Bektaş Veli’nin Türbesini ziyaret eder. Cemâlettin Çelebi ile vedalaştıktan sonra aynı gün Hacı Bektaş’tan ayrılır.”
Hacı Bektaş görüşmesinden sonra, Ankara’da toplanan Büyük Millet Meclisinde (birinci meclis) Cemâlettin Çelebi’yi milletvekili olarak görüyoruz. O Meclis’in Meclis Başkanı Mustafa Kemal’dir, Birinci Başkan Vekili ise Cemâlettin Çelebi’dir. “Yoğun bir şekilde kalp yetmezliği nedeniyle hastalığının ağırlaşmasından dolayı Cemâlettin Çelebi’nin Meclis’e hiç gitmediği çeşitli kaynaklarda beyan ediliyor” Cemâlettin Çelebi’nin ömrü Cumhuriyet’in ilânını görmeye yetmiyor 1921 yılında 59 yaşında Hakk’a yürüyor, geleneğe uyularak Kırklar Meydanı’nda toprağa sırlanıyor. Ruhu şad, devri daim olsun.
Cemâlettin Çelebi Hazretleri’nin Hakk’a yürümesi üzerine küçük kardeşi Veliyettin Çelebi (1867-1940) Postnişin ve Mütevellî oluyor. Veliyettin Çelebi’de Abisi Cemâlettin Çelebi gibi Cumhuriyet’in kuruluşuna bütün gücüyle sonuna kadar canla başla (maddi-manevi) destek oluyor. Veliyettin Çelebi Hazretleri, yukarıda örneğini verdiğimiz, Mustafa Kemal Paşa’nın gönderdiği bildiriyi örnek göstererek, “Ceddim Hacı Bektaş Velî Hazretlerine samimi muhabbeti bulunan, bilcümle Muhibbân ve Hânedân tarafı hâlisanelerine başlıklı bir Beyanname yayınlayarak Anadolu’da ki Alevilerden Cumhuriyet’in kuruluşuna destek istiyor.”
Mustafa Kemal Paşa’da bu beyannamenin yayınlanmasından dolayı Veliyettin Çelebi’ye bir teşekkür telgrafı gönderiyor. Telgrafın tam metni şöyledir: “Çelebi Veliyettin Efendi Hazretlerine, İrsal buyrulan beyannâme-i reşâdet-penâhileri suretini okudum, Feyz-i milli’nin inkişafına hadîm olacak teşebbüsat ve mesaiden geri kalmayan Zât-ı reşafet-penâhilerine taktim ihtiram eylerim. Mezkûr beyannamenin her tarafa neşir ve tavzîi hakkındaki iş’ara muntazırım. Saad-i mülk ve millete hizmeti kendilerine şiâr edinenler ind-i Allah’da me’cur ve ebediyen mes’ud olurlar efendim.” Gazi Mustafa Kemal!

Bu süreçte Anadolu halklarının tümünün katılımıyla ‘kurtuluş mücadelesi’ veriliyor ve 1921 anayasası oluşturuluyor. 1921 Anayasası çoğulcu ve katılımcı ve günün koşullarına göre demokratik bir anayasadır. 1920 ve 1921 meclis (birinci meclis) tutanaklarına (zabıtlarına) bakılırsa bütün bunlar açık bir şekilde görülecektir. Lozan süreci sonrasında bu anayasa yürürlükten (3 yıl sonra) kaldırıldı. Bu anayasanın yerine 1924 anayasası oluşturuldu ve bu anayasa tekçilik ve inkârcılık üzerine inşa edildi. 1924 Anayasasıyla şekillenen tekçi-inkârcı devlet yapılanması dinsel düzeyde bu anlayışın ortaya koyduğu “Sünnilik-Hanefilik” inancına göre şekillendirildi ve Diyanet İleri Başkanlığı kuruldu. Mevcut Anayasamızın kimi maddelerinde her ne kadar eşit yurttaşlıktan söz edilse de, 1924’te ortaya konulan anlayış fiilen devam etmektedir. Toplum olarak yıllardır ve günümüzde de yaşadığımız bütün sorunlar bu tekçi-inkârcı anlayıştan kaynaklanmaktadır.

Cumhuriyetin Kuruluş Kararı Hacı Bektaş Veli Dergâhında Alındı ve Orada İlan Edildi Sorusuna Verilen Cevap:

Cumhuriyet kararı Hacı Bektaş Dergâhında alınmadı, zaten o karar Erzurum ve Sivas Kongrelerinde alınmıştı, verilen bu kararda Dergâhta da açıklanmadı. Yukarıda Veliyettin Çelebi Hazretleri’nin sözlü olarak aktarımında anladığımız kadarıyla meselenin aslı şöyledir: Mustafa Kemal Paşa, Cemâlettin Çelebi Hazretleri ile baş başa yaptığı görüşme sırasında, konuşmalarının bir yerinde Cemâlettin Çelebi, Mustafa Kemal’e “Paşa Hazretleri, Cumhuriyet ilânı düşünüyor musunuz” diyor. Mustafa Kemal’de “o mutlu günün ilânına kadar aramızda kalmak kaydıyla, evet, Çelebi Efendi Hazretleri diyor.” Görüldüğü gibi aramızda kalmak kaydıyla diyor! Açıkça görüldüğü gibi, Cumhuriyet’in ilanı Hacı Bektaş’ta açıklanmıyor.
Evet, Mustafa Kemal Paşa Alevilerin desteğini almak için Hacı Bektaş’a gitti. Bu konjonktüre (toplu duruma) dayalı bir politik-siyasal ve sosyolojik akıldı, çünkü o da biliyordu ki Alevilerin desteği alınırsa işler kolaylaşacaktır. Nitekim de öyle de oldu, Dergâh nezdinde Alevilerin desteği alındı ve işlerini kolaylaştırdı… Tüm Anadolu halklarının desteği alınıp Lozan antlaşması imzalanıp (1923) Türkiye Cumhuriyetinin temelleri atılıp, kuruluş ilan edildikten sonra, 1924 anayasasıyla birlikte inançsal olarak Aleviler, etnik olarak ta Kürtler inkâr edildiler. Çıkartılan yasalara ve kanunlara bakarsanız ve dönemin devlet yetkililerinin (idarecilerinin) açıklamalarına (söylediklerine) bakarsanız bütün bunları açık bir şekilde görürsünüz.

30 Kasım 1925 tarihinde Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılması dair 677 Sayılı Kanunla Alevi-Bektaşi Dergâhları kapatılıyor ve Alevi-Bektaşi Yol Önderlerinin Pirlik, Mürşidlik, Dedelik, Babalık ve Çelebilik gibi unvanları yasaklanıyor…

Kimileri, Mustafa Kemal ve arkadaşları Hacı Bektaş Dergâhını kapatıp yasaklamadı zaten Dergâh yasaklı ve kapalıydı diyerek, toplumu yıllarca manipüle ettiler. Bu kocaman bir yalandı. 1924’e kadar Hacı Bektaş Dergâhında postnişin oturuyordu. 30 Kasım 1925 tarihinde çıkarılan 677 Sayılı Kanunla Alevi-Bektaşi Dergâhları kapatıldı, Alevi-Bektaşi Yol Önderlerinin Pirlik, Mürşidlik, Dedelik, Çelebilik ve Babalık gibi unvanları yasaklanıp falcılar, üfürükçüler ve muskacılarla aynı sepetin içine konuldular. Bakın Âşık Meluli Baba bu konuya dair neler söylüyor;
“Ne Hacıyız, Ne Hocayız
Ne Falcı, Ne Muskacıyız
Bizler Güruh-u Naciyiz
Mahşer Günü Pervamız Var.”

Veliyettin Çelebi Hazretleri, “Tekke, Zaviye ve Türbelerin seddine ve türbedarlıklar ile bir takım unvanların men (yasak) ve ilgasına dair” 30 teşrinsani 1341 (30 Kasım 1925) tarih ve 677 Sayılı Kanunun yürürlüğe girmesine kadar Hacı Bektaş Postnişin’idir. Yukarıda örneklerini verdiğimiz Ferman, Berat, Bildiri ve Telgraflarda da anlaşılacağı üzere, Padişah II. Mahmut’un yasak kararı sonrası Hacı Bektaş Dergâhında kısa bir süre Nakşi Şeyhleri kalıyor devamında Dergâh, Padişah Abdül-Aziz tarafından onarılıyor ve gerçek sahiplerine yani Çelebilere devrediliyor.
Biliyorsunuz; Hacı Bektaş Veli Dergâhına ait bir Vakıf vardı. Cihat Nizamnâmesi ve ilgili Berat hükümleri uyarınca Vakıf gelirinden Hacı Bektaş Velî evlatlarına yani Çelebilere hisse verilmesi işlemi, 1924’lü yıllara kadar sürüyor. 30 Kasım 1925 tarihinde Tekke, Zaviye ve Türbelerin kapatılması (677 Sayılı Kanun) kanunuyla kapatılana kadar Hacı Bektaş Dergâhının Çelebisi, yani Postnişin’liğini yapan Veliyettin Çelebi birikmiş Vakıf hisselerinin tümü olan 10.000 lirayı (yaklaşık On Bin Altın) 1926 yılında Tayyare Cemiyetine yani Türk Hava Kurumuna bağışlıyor. (Veliyettin Çelebi 31 Mayıs 1940 yılında Hakk’a yürümüş, geleneklerimize göre Çilehâne de toprağa sırlanmıştır. Ruhu şad, devri daim olsun.)
Bundan iki yıl sonra, 23 Mayıs 1928 tarih ve 432 sayılı Hey’eti Umumiye kararı ile “Mütevellilikleri Şeyh ve Zaviyedarlara meşrut bazı Vakıflar Tevliyetinin mürtefi (yok olmak) olduğu” yasal hükme bağlanıyor. 05 Haziran 1935 tarih ve 2762 sayılı yasa ile “Mütevelliliği vakfedenlerin Feri’lerinden başkalarına şart edilmiş vakıfların yönetimi, Vakıflar Genel Müdürlüğüne devrediliyor ve sözü edilen Genel Müdürlük Vakıf emlâk ve araziyi satarak paraya çeviriyor. Bütün bu olup biteni açık bir şekilde anlatmak ister isek, Vakıflar Genel Müdürlüğü Hacı Bektaş Vakfına ait mal ve mülklere el koyup satmıştır. Hacı Bektaş Dergâhının yanı sıra diğer Alevi Bektaşi (Şahkulu, Karaca Ahmet, Eyrikli Baba) Dergâhlarına da el konulmuştur.
Vakıflar Genel Müdürlüğü 1960’lı yıllarda Dergâhı Kültür Bakanlığı bünyesine veriyor ve 16 Ağustos 1964 yılında Dergâh müze olarak açılıyor. 1924’te yasaklanan Dergâha bu tarihten itibaren biletle giriliyor. Yani Aleviler kendi inanç merkezlerine biletle giriyorlar. Hani Alevi Kurumları yıllardır (son 2 yıl hariç) 15-16 Ağustos Hacı Bektaş Şölenleri adı altında kutlamalar yapıyordu ya, işte bu kutlamalar Dergâhın Müze olarak açılış kutlamasıydı. Dünyanın hiçbir yerinde hiçbir inanç mensubu kendi inanç merkezi müze oldu diye kutlama yapmaz. Ve yine dünyanın hiçbir yerinde hiçbir inanç mensubu kendi inanç merkezine biletle girmez!
Günümüzde de Tekke, Zaviye ve Türbelerin seddine ve türbedarlıklar ile bir takım unvanların men (yasak) ve ilgasına dair 677 Sayılı Kanun yürürlükte olduğu için Dergâhlar ve Alevi-Bektaşi Yol Önderleri yasaklı durumdadır ve günümüzde de Aleviler bu Dergâhlarda kiracı konumundadır. Mustafa Kemal ve arkadaşları Hacı Bektaş Dergâhını kapatmadı, Dergâh zaten kapalıydı soruları umarım cevap bulmuştur.
Sonuç: Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne “Sünniliğin-Hanefiliğin” (Buradaki Sünnilik-Hanefilik’ten kastımız tekçi-İnkârcı Kemalist sistemin öngördüğü din anlayışıdır.) devletin gereksinimleri doğrultusunda, başlangıçtan (1924) bugüne “kutsal yurttaşlığın” temel yapı taşı olarak kullanıldığı, Aleviliğin ise tamamen devletin ortaya koyduğu din anlayışı karşısında ötekileştirildiği inkâr edilemez bir gerçektir.
Bütün bu gerçekler ortadayken, hakikati görmek istemeyenlere şu soruyu da sorabiliriz. Benim dilim değil ama velev ki, Padişah II. Mahmut Dergâhları yasakladı. Alevilerin canla-başla (maddi-manevi) canı gönülden destekledikleri Cumhuriyet idarecileri yani Mustafa Kemal ve arkadaşları Diyaneti kurup bir inancı devletin himayesine alıp kurumlaştırırken ve her köye Cami yapılmasını kanunla (Köy Kanunu Madde 2) yasallaştırırken niye Alevi-Bektaşi Dergâhlarını da açmadı? Ve Alevi İnancının gelişmesi için gerekli alt yapıyı oluşturmadı?
Tam tersine Alevileri bir arada tutan Ocak kurumsallaşması dağıtılmaya çalışıldı, Cemleri yasaklandı ve Jandarma tarafından basıldı, Pirleri gözaltına alındı. Özünde, Alevilik Ocak Merkezli, Mürşit, Pir, Dede, Ana, Bacı, Rayber ve Taliplerden oluşan inançsal, kültürel, sosyal ve ekonomik bir örgütlenmedir. Ocak sisteminin dağıtılması demek Aleviliğin temeline dinamit koymak demektir. Alevi İnancının kadim kurumlarını yasaklamak, kapatmak ve yok saymak Aleviliği yok etmek demektir… AŞK İLE…

KAYNAKLAR:

1-16 Ramazan 1288 (1871) Tarihli Ferman.
2- Rebiulevvel 1320 (1903) Tarihli Berat.
3- A.Celalettin Ulusoy, Pir Dergâhından Nefesler, sf.75.
4- 18 Sefer 1322 (M. 1905) Tarihli Ferman.
5- Atatürk, Nutuk sayfa. 241.
6- A. Celalettin Ulusoy, Alevi-Bektaşi Yolu, Hacı Bektaş-1980.
7- Yenigün, 25 Nisan 1339 Tarihli Nüsha.

Mehmet KABADAYI.
İletişim:Mehmet_k.34@hotmail.com

EN SON EKLENENLER