Suriye savaşı aynı zamanda Türkiye’ye bir mülteci sorunu olarak yansımıştır. Resmi açıklamalara göre 3 milyon Suriyeli mülteci Türkiye’de bulunmaktadır.
Mültecilik, bilindiği gibi, genellikle savaşların, toplumsal saldırıların veya afetlerin sonucu yaşanan bir dramdır. Bununla birlikte mültecilik, insani anlamda, hiç kimsenin yaşamasının arzu edilemeyeceği, derin ve kalıcı izler bırakan acılı bir süreç ve sonuçtur. Ancak dünyanın tüm egemenleri, çıkarlarına bağlı olarak, halkların bu türden acılı süreçler yaşamalarını dikkate almazlar. Onlar için insanların yaşadıkları değil, kendi politik hesapları esastır.
Devam eden Suriye savaşı bölgenin ve dünyanın haramilerinin çıkar çatışması soncunda ortaya çıkmıştır. Bu savaşın da yarattığı büyük bir mülteci dramı yaşanmaktadır bugün. Belirtilen sayıda, Suriyeli mülteci Türkiye’nin değişik alanlarında yerleştirilmiştir.
Suriyeli mülteciler, bugünlerinin ve geleceklerinin karartıldığı ve kendi iradeleri dışında yaşamak zorunda bırakıldıkları bu dramlardan sorumlu değillerdir. Tam tersine onlara ‘kucak açtığını’ ileri süren Türk devleti, Suriyeli mültecileri kendi kahredici asimilasyoncu politikalarının malzemesi yaptığı için esas sorun devletledir.
Türk ulusu yaratma sürecinde Türk devletinin mülteciler konusunda sürdürdüğü temel-stratejik politika ve bunun üzerinde sahip olduğu tecrübeler, Suriye savaşından da gündemleştirilerek pratik olarak uygulanmaya başlanmıştır. Suriye savaşı başladığında, hatırlanacaktır, gelen mültecilere karşı ilk başlarda kaygılı bir tutum yaşanmıştır. Birçok yerde mülteciler dövülmüş, kovulmuş, saldırıya uğramışlardır. İşin daha ilginç olanı ise devlet bu saldırıların hiç birisini önlemeye çalışmamış, hatta bazı yerlerde göz yummuştur. Çünkü ilk dönemlerde daha çok Avrupa ülkeleriyle mülteciler üzerinde pazarlıklar devam ediyordu. Ayrıca Türk devleti ve RTE, Esat’ın yıkılabileceğini ve Suriye’yi bir bütün olarak kendi denetimi altına alabileceğini hesaplıyordu.
Mülteciler konusunda Avrupa ülkelerinde para kopartan RTE ve Türk devleti, o andan sonra mültecilere ‘asil vatan evlatları’ olarak bakmaya başladı. Onları korumaya, daha uygun ve geniş imkânlarla donatmaya, yöneldi. Çok sürmedi, Suriyeli mültecilere vatandaşlık verilmesi gündeme geldi ve açık açık Suriyelilerin Türkiye’nin sosyal dokusuna uygun oldukları, bunlara vatandaşlık verilerek daha güçlü
bir Türkiye yaratılacağı anlatılmaya başlandı. Öyle ya vatandaş yapılacak olan mültecilerle nüfusu yüz milyona yaklaşmış ve Türk İslam özellikleri zayıf olan veya sorun çıkartan unsurlardan(Alevilerden, Kürtlerden demokrasi güçlerinin toplumsal tabanında) arındırılmış bir Türkiye, daha büyük ve daha güçlü olacaktır, diye hesap yapıyor, devlet aklı denen akılsızlık.
Yani Türk devleti, Suriye’de gelen mülteciler vasıtasıyla Türkiye ve Kürdistan’ın sosyal dokusunu değiştirerek, henüz tamamlanamamış olan, toplumu Türkleştirme ve Sünnileştirme operasyonunu gerçekleştirmektedir. Türkiye’de bulunan Alevilerin yerleşim yerlerine Suriyeli mültecilerin yerleştirilmesinin temel nedeni budur. Kürdistan’da şehirlerin yerle bir edilerek Kürt halkının kadim topraklarında sökülüp atılmak istenmesinin bir nedeni de budur.
Türk devleti ve RTE ekibi, bir yanda Türkiye’yi muhalif toplumsal kesimlerden, Alevilerden ve Kürtlerden, demokrasi güçlerinden temizlemek için Suriyeli mültecileri değerlendirmektedir. Aynı zamanda Avrupa devletlerine karşı Suriyeli mültecileri göndereceğine dair kozunu kullanmaya devam etmektedir. Avrupa devletleri ise çok garip bir biçimde bu şantajı dikkate almakla kalmamakta, daha kötüsünü yaparak, bu şantaja boyun eğmekte ve Türkiye’nin insan hakları ihlallerine, muhalif odaklara yönelik faşist saldırılarına göz yummaktadırlar.
Hâlbuki Türk devleti, hiç bir biçimde, mültecileri başka bir yere göndermeyecektir. Yani Avrupa devletleri, hiç bir yardımda bulunmasa ve ‘tamam mültecileri bize gönderin’ dese bile RTE, bu mültecileri göndermeyecektir. Çünkü mülteciler, Türk devletinin ve RTE’nin kişisel ikbalinin garantisi durumundadırlar. Türk devleti ve RTE, mülteciler vasıtasıyla Türkiye’de toplumsal bir mühendislik yapmaktadır. Suriyeli mültecileri muhalif toplumsal kesimlerin olduğu yerlere yerleştirerek, hem muhalif toplumları azaltmakta, ortada kaldırmakta; hem de kendi dayanağı olacak olan Suriyelilere yer açmaktadır. Böylece Alevilerin Kürtlerin yoğun olduğu bölgelerde ayrılması sağlanarak ve Suriyeliler yerleştirilerek, toplumsal doku değiştirilmiş olacaktır.
RTE’nin rüyasını gördüğü ve gerçekleştirmek istediği Türkiye, Kürdistan ve bölgede, Alevilere, Yezidilere yer olmayacaktır. Aleviler ve Yezidiler, her yol ve yöntemle kadim tarihten beri yaşadıkları bu topraklarda bir daha dirilmeyecek şekilde yok edilmek istenmektedirler. Bugün Türk devleti ve RTE, bu politikalarını mültecileri kalıcı olarak bu topraklara yerleştirme yöntemiyle gerçekleştirmek istemektedir.
Dolayısıyla bugün Avrupa ülkelerinin korkusu boşunadır ve mültecilerin gönderileceğine dair söylenenler RTE’nin basit bir blöfü, ucuz bir şantajıdır. Bu söylemin hiç bir inandırıcılığı, pratik karşılığı yoktur. RTE bu şantajla, hem Avrupa devletlerini aldatarak uyguladığı faşizme karşı gelişebilecek tepkileri engellemekte, hem de toplumun demografik yapısını değiştirme planını rahatça uygulayabilmektedir.
RTE’nin bugün sürdürdüğü faşist politikaların doğru anlaşılması açısında bu noktaların açıklıkla ortaya konması gerekmektedir. RTE ve Türk devletine karşı mücadelenin başarısı, bugün yaşanan faşizmin arka planının doğru anlaşılmasıyla mümkündür. RTE, her türlü fırsatta ganimet üreterek kendi sosyal gücünü artırmaya çalışmaktadır. Türk devletinin ve RTE’nin fırsatlarda ganimet üretme politikasına karşı, demokrasi güçleri de acılarda ve zorluklarda zafer üretmeyi becermek ve bu alanda ustalaşmak zorundadırlar.
Türk ulusu yaratma sürecinde mültecileri, göçmenleri vatandaşlaştırarak toplumsal taban yaratmak, Türk devletinin, var olduğu günden bugüne kadar sürdürdüğü temel-stratejik politikası olmuştur. Ulus yaratma projesinin bir ayağı da mülteciler, göçmenler olmuştur. Bu anlamda, bugünün Türk toplumunun ana gövdesinin mültecilerden oluştuğunu söylemek yanlış olmayacaktır.
Bu çerçevede, Türkiye tarihinde birçok defa göçmenlerin ülke içinde çeşitli bölge ve şehirlere yerleştirildiği bilinmektedir. Cumhuriyetin ilk yıllarında başlamak üzere neredeyse sürekli bir biçimde, komşu ülkelerde sayısız göçmen, Türklük adına, ülke topraklarına yerleştirilmişlerdir.
Türkiye’nin şehir ve kasabaları Bulgaristan’da, Yunanistan’da, Makedonya’da Afganistan’da, Kırım’da ve daha birçok yerde gelen göçmenlerle doludur. Ancak bunların hemen tamamı, Türk olsun, olmasın, katı bir Türkleştirmeye tabii tutularak kendi kimliklerinden kopartılmış, en fanatik Türkçülüğün temsilcileri, savunucuları haline getirilmişlerdir. Böyle olmasından şaşılacak hiç bir şey yok. Yurdunda -yuvasında bir nedenle kopartılarak, korkunç bir trajediye sürüklenen mültecilere, devlet olarak sözde sahip çıkmak, onlara sözde imkânlar sunmak, büyük bir minnet ve bağlılık duygusu yaratmaktadır. Bu duyguyu yarattıran devlet, daha sonra bu minnet duygusunu istismar ederek ilgili mülteciyi fanatik savunucusu, paramiliter gücü haline getirmektedir.
Bu nedenle Türk devleti, hem dayanacağı toplumsal taban olarak Türk ulusunu yaratmak için, hem de oluşturduğu bu toplumsal yapı üzerinde varlığını sürdürecek olan Türk devletini savunması için, ihtiyaç duyduğu fanatik paramiliter unsurları bu mülteci topluluklarında kolayca devşirebilmektedir. Türk devletinin mültecilere yaklaşımı,tarihsel olarak hep böyle olmuştur. Dolasıyla Türk devletinin tarihi boyunca, mültecilere dayanmış, mülteciler üzerinde yapılanmış bir devlet olduğunu söylemek abartı olmayacaktır.
Bu bilgilerden hareketle, önümüzdeki süreçte, Türk devleti ve RTE’nin bu politik santajını, bu basit blöfünü teşhir etmek acil ve önemli bir görev haline gelmiştir. Avrupa devletlerinin bu noktada nasıl davrandıkları ve nasıl bir tutum alacaklarından bağımsız olarak, Türk devletinin mültecileri kendi ırkçı- gerici politik amaçlarına alet etmesine göz yumulmamalı, izin verilmemelidir.