Yol ve hakikat

“İnanıyorsan Davana, Arkasında Duracaksın, Gerek Yok Cellâda Çıkarıldığın Darağacında, Tabureye Sen Kendin Vuracaksın.” Pir Seyit Rıza

Hermes’in ifadesiyle “Tanrı, mükemmel insan, insan ise eksik tanrıdır.” Tanrıya atfedilen nitelikler, insanın ulaşmayı arzuladığı düzeydir. Buna hakikat yolculuğu ve hakikat arayışı da denilir. Hakikat yolculuğu ve Hakikat arayışı, kişinin mevcut sınırları aşma, daha derinlikli ve anlamlı yolculuğudur. Bu sınırları aşma kararlılığı söz ve eylemde birleşerek özgür insan doğasını açığa çıkartır. Özgür insan, yolunu seçebilen, Hakikati gören ve onunla yaşamayı bilen insandır.  Yol’u seçebilmek, Hakikati görebilmek varoluşu getirir, varoluş da ete-kemiğe bürünmeyi kendin olmayı yaratır. İnsan kendisi olunca erdemli olur, ilkeli olur, ahlaklı olur, cesur olur, kendine güveni artar.

Kısaca Yol nedir diye açıklayacak olursak, İçinde her şeyi belirlenmiş bir güzergâh değildir Yol, önüne tüm imkânların sunulduğu ve “işte Yol orada” diye gösterilen bir yer de değildir, Peki, nedir Yol? Özünde bir yaşam tercihidir. Özgürlük özlemiyle mücadele edenlerin buluştuğu ve ortaklaştığı alandır. Yürüdükçe tadına varılan, anlam verildikçe hissedilen; umudun ve özlemin eksilmediği, dünü bugünde yaratan, bugünü yarına taşıyan, an’da gerçekleşen erdemdir. Yol, sonu olmayan bir Özgürlük, Hakikat ve Aşk gerçeğidir. Özgürlük ve Eşitlik kavgası verenler ve Hakikat yürüyüşçüsü olanlar için önemli olan; yolun sonuna varmak değil, yoldan yürümek ve devamında yolun kendisi olmaktır. Yol’un umutları, özlemleri, vicdanı vardır. Bütün bunları yüreğinde taşıyan kişi yolda önüne konulan engelleri de göze almalıdır. Kişi yaşamında adalet, demokrasi-barış, özgürlük, eşitlik hedeflenmişse; “hiçbir zafere çiçekli yoldan gidilmez” sözü yolun tozpembe olmadığını gösterir, kişi bu bilinçle özgürlüğe ve aşk gerçeğine yürümelidir.

Yol’un kendisi özünde bir güzellik, devrimci bir duruş ve toplumsal bir karakter taşıyor olsa da, karşısında mücadele verilen egemenler, bugüne kadar bu yolu kapama girişimi içinde devamlı oldular hiç şüphe yok ki bundan sonra da olacaklardır. Bizim için anlamlı olan azmimizi, diri tutup önümüzdeki engelleri yıkıp inandığımız davayı ileriye ve daha ileriye taşımaktır. Yol’un anlamı, yaratılan değerlerin yaşamsallaşması ve kurumsallaşması ve beraberinde insanlıkla buluşması oranındadır. Hele ki, Hakikat bilinci ile yürüyor ve Hakikat yoldaşlığı düzeyine ulaşılmışsa, o Yol kutsallığa bürünmüş demektir.

Kısaca Hakikat nedir diye açıklayacak olursak, “Hakikat aşktır, aşk özgür yaşamdır”, Bu aşk tabi’i ki bir kişiye dönük duyulan bir aşk değildir. Söz konusu olan evrenin, doğanın, davanın, toplumun ve bireyin özgür yaşam aşkıdır. Bu noktada Hakikat ile gerçek arasındaki farkı  da görmek önemlidir. Çünkü ikisi aynı şey değildir. Özellikle günümüzde “Hakikat” kavramı gerek sözlük karşılığı olarak, gerekse de sosyal yaşamda “gerçek” kavramıyla eş anlamlı kullanılarak bir karmaşaya yol açmaktadır. Tabi’i ki “gerçek” olan bir yönüyle “Hakikat” olanı içerse de bu durum bir bütünü kapsamaktadır. Zira “gerçek”; somut, elle tutulan ve gözle görüleni bir “Hakikat” olarak kabul edip bununla hayat  bulurken, Hakikatin kendisi ise, “gerçek” olanı da içine alır biçimde sezgilere, hislere, duygulara, insan maneviyatı ve algısının özselliğine de dayanmaktadır. Nitekim Hakikat “doğru” olanın gerçeği sorgulamasıyla ortaya çıkar. Çünkü her gerçek bir doğru değildir. Yanlış gerçeğin, doğrunun süzgecinden  geçirilmesiyle hakikate ulaşılmaktadır.

Hakikat doğada ve doğal olanda gizlidir. Öyle ki bir atom parçacığını devindiren de bu gizdir. Nitekim evrenin çabası kendi özgülünde ve doğasında kendini gerçekleştirmeye doğru akar. İşte bu çaba ve devinim Hakikat olduğu gibi özgürlüktür de. Böylece kendini gerçekleştirmeye dönük açılan Yol Hakikatin yolculuğu olmaktadır. İnsanda ve onun toplumsallığında Hakikat arayışçılığı ve savaşçılığı da hep süregelmiştir. Ama özellikle Hakikat arayışçılığında nerede durulduğu ve Hakikate nasıl bakıldığı büyük önem teşkil etmektedir. Hakikat arayışçılığı insanda anlama ve bilince dönüştüğü oranda, amaçsallık ve özgürlük çerçevesinde de Hakikat savaşçılığına dönüşmektedir. Bu anlamda tarihte azımsanmayacak düzeyde Hakikat savaşçısına rastlamak mümkün olmaktadır. Örneğin Hallac-ı Mansur bu uğurda “Enel Hakk”  diyerek kendi canından feragat etmiştir. Yine aynı şekilde Nesimi’de Mansur’un yolunda giderek “Ben Hakikatim” diyerek, düşüncesinin ve inancının bedelini ödemeye hazırdı ve derisi yüzülerek bu bedeli de ödedi. Bruno’da aynı şekilde tanrının doğada aranması gerektiğini belirterek bedeninin ateşte kül olmasına aldırış etmemiştir. Kuşkusuz bu durum tarihte verili iktidar güçlerine karşı anlamlı yaşam arayışı olanların, direniş ve başkaldırılarının olduğunu göstermektedir.

Kuşkusuz Hakikat açık bir şekilde özgürlükle bağı kurulduğunda anlaşılmaktadır. Zira özgürlükten yoksun bir Hakikat, rengini yitirerek solmuş kuru bir yaprağı andırır. Ki özgürlük  kendi doğasını gerçekleştirme ve bilinçli yaşamaksa, o bilinç ve gerçekleştirme hali de anlamla yoğrulmuş hakikat olmaktadır. Bu noktada anlam, hakikatin kaynağı ve potansiyeli olmaktadır. Anlamanın yönü özgürlüğe aktıkça  ve yaşam buldukça Hakikat düzeyine çıkmaktadır. Ama aksine birey ve toplum anlam dünyasını yitirdiği takdirde, kendi öz doğasının dışına çıkarak başka yapay anlam dünyalarına girmekte ve içinde erimektedir. Eridikçe de kimliksizleşip, anlamsızlaşıp özgürlüğünü ve iradesini kaybetmektedir.

Yol’ a girmek sonsuzluğa yürümeyi gerektirir. Durmak, başka Yol’a girmek veya Yol içinde farklı Yol arayışlarına girmek, insanı bulanık bir su gibi çirkinleştirir ve bataklığa doğru götürür. Oysa karşındaki engele doğru yürüdükçe ve sistem gerçekliğini aşıp ileriye yürüdükçe Yol Yol olur; Yol Hakikatle birlikte özgürleşen ve kutsallaşan bir gerçek olur. Pir’ in anlamsal kıldığı ve fark edip bizlere gösterdiği gibi: “Büyük Hakikat ve özgürlük derdi olmayanların Yol’a girmemeleri gerekir.”  Düz veya dolambaçlı ve sonu olan bir çizgiden öte bir ahlaki-politik gerçekliktir Yol ve Hakikat!

Bakın Seyyid Nesimi bu şiirinde de Hakk’ı (Tanrıyı) şekille değil, özle nasıl aradığını ve bulduğu özde nasıl yok olmak istediğini anlatmaktadır.

 

“Ateş benim, ağaç benim, gökyüzüne çıkan benim
Bu ateşin dilini gör, ben bu ateşe sığmam
Güneş benim, ay benim, bal benim, şeker benim
Ben ruh bağışlayanım, ruhlara sığmam.”
Bakın yola girmiş ve hakikate ulaşmış Seyyid Nesimi, derisini yüzenlere nasıl sesleniyor:
“Kâh çıkarım gökyüzüne seyrederim âlemi.
Kâh inerim yeryüzüne seyreyler âlem beni.
Kâh giderim medreseye ders veririm hak için
Kâh giderim meyhaneye dem çekerim aşk için.”

EN SON EKLENENLER