OHAL’de kadın hakları geriye gitti

‘Normal halde’ günde ortalama 3 kadının katledildiği Türkiye’de, ‘olağan üstü halde’ şiddet ayyuka çıktı. Son bir buçuk yılda, 500’ü aşkın kadın katledildi. Feminist hukukçu Nisan Kuyucu, ‘OHAL rejiminin, kadınların zorlu mücadelelerle aldığı yoldan da geri dönülmesine yol açtığını’ söyledi

Temmuz ‘darbe girişiminin’ ardından 20 Temmuz’da ilan edilen Olağan Üstü Hal (OHAL) ile birlikte, insan hakkı ihlallerinde bir artış yaşandığı gibi, kadına yönelik şiddette de bir artış gözlemlendi. Evden işyerine, sokaktan cezaevlerine kadar artan erkek-devlet şiddetine dair veriler, OHAL’in kadınlar üzerindeki etkisini açıkça gözler önüne serdi. En son geçtiğimiz günlerde Umut Vakfı tarafından yapılan açıklamada, son 6 ayda 226 kadının erkekler tarafından katledildiği belirtildi. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu (KCDP) ise, haziran ayı raporunda, 35 kadının katledildiğini belirterek, OHAL koşullarında artan kadın cinayetlerinin yanı sıra, cinayetlerin işleniş biçiminde de bir değişiklik yaşandığına dikkat çekti: ‘Kadınlar işkence ile öldürülüyor.’ Son bir buçuk yılda ise, kadın cinayetlerinin sayısı 500’ü aştı. Şiddete maruz bırakılan kadınlar ise, ‘darbe bahanesi’ ile görmezden gelindi. Polis merkezlerine başvuran şiddet mağduru kadınlara, “Darbe oldu, polisin işi gücü var” cevabı verildi.

Başlıca neden devlet

Kadın cinayetlerinin artması ile bağlantılı olarak, yargıda da ‘iyi hal’, ‘haksız tahrik’ indirimleri ile cezasızlık politikası izlendi. Cezasızlık politikasının erkek şiddetinin artmasında etkili olduğu vurgulansa da, Ankara Kadın Dayanışma Vakfı (KADAV) üyesi feminist hukukçu Nisan Kuyucu’ya göre; erkek şiddetinin artış göstermesinin başlıca nedeni, öncelikle devletin kadına yönelik şiddet konusunda tutmakla yükümlü olduğu verileri tutmaması.
Erkek şiddetinin toplum tarafından genel bir kabulü olduğuna vurgu yapan Nisan Kuyucu, “Politikacıların konuşmaları da dahil olmak üzere; diziler, haberler, televizyon programları, sosyal medya paylaşımları gibi geniş kitlelere ulaşarak, etki yaratma potansiyeline sahip kadınlara yönelik ayrımcılık içeren her türlü söylemin, erkek şiddetini doğrudan beslediğini” söyledi.

Söylemler körüklüyor

Kuyucu, özellikle politikacıların söylemlerinin etkisine dikkat çekti: “Hükümet programı başta olmak üzere, diğer partilerin programları, bağlı oldukları mevzuat gereği erkek şiddetine karşı mücadele yürütmek zorunda. Bu nedenle onların ayrımcı söylemleri bize, devletin erkek şiddetiyle mücadele kararlılığında olmadığını, tam aksine bu şiddeti sürekli olarak söylemleriyle körüklediğini göstermesi bakımından da ayrı bir anlam taşıyor. Politikacılar, böyle söylemlerde bulununca, kadınların şiddetten kaçarak sığındığı karakollardaki polisler de ‘kocandır döver’, ‘aile içinde olur böyle şeyler’ gibi sözlerle bu ayrımcılığı devam ettirme cesaretini, icazetini ve hatta peşinen takdirini almış oluyor.”

GREVIO değerlendiriyor

Türkiye, kadına yönelik şiddetle mücadelede en önemli uluslararası antlaşmalardan biri olan İstanbul Sözleşmesi’ni 2011’de imzaladı, 2014’te anlaşma yürürlüğe girdi. Ancak, Türkiye’deki uygulamalarda antlaşmanın gereklerinin yerine getirilmediği ortaya çıktı. Türkiye, bu dönemde İstanbul Sözleşmesi’ne uygun adımları atıp atmadığı bakımından sözleşmenin görevli organı GREVIO tarafından değerlendirilme sürecinde.

Talepler yerine getirilmedi

Sözleşmenin yürürlüğe girdiği 2014 yılından beri tek bir konuda bile iyileşme olmadığını, şiddete maruz bırakılan kadınlarla doğrudan çalışan bağımsız kadın örgütlerinin hiçbir talebinin yerine getirilmediğini ifade eden Kuyucu, ‘ilerleme olmadığı gibi, aksine AKP’nin muhafazakar ve anti-demokratik uygulamalarının, henüz OHAL resmi olarak ilan edilmeden bile önce örmeye başladığı OHAL rejiminin, kadınların zorlu mücadelelerle aldığı yoldan da gerisin geri dönülmesine yol açtığını’ vurguladı.

Kuyucu, sözlerine şöyle devam etti: “Bu geri dönüşleri, hak kayıplarını böyle sözcüklerle ifade ettiğimizde ne anlama geldiklerini düşünmüyoruz bazen. Ama işte her geri gidiş, yıllarca babasının tacizine uğrayıp susmak zorunda kalan, evli kaldığı 40 yıl boyunca sürekli olarak hem kocasının, hem kocasının ailesinin her türlü hakaretine ve değersizleştirmesine maruz bırakılan, her gün üzerine kapı kilitlenerek eve hapsedilen, defalarca şikayetçi olmasına ya da tüm konu komşusu bilmesine rağmen kimse bir şey yapmadığı için en sonunda sokak ortasında katledilen kadınlar demek.”

Kadını eve hapseden devlet sorumlu

Kuyucu, devletin, İstanbul Sözleşmesi’nin temel felsefesine tam da zıt bir şekilde kadınların özerkliğini aile kurumu içinde yok etmeye, kadınları kamusal alandan dışlamak için ev içi emeği onların sırtına yüklemeye yönelik politikalarıyla şiddetin de sorumlusu olduğunu söyledi.

“Kadınların şiddete maruz bırakıldıklarında başvurabilecekleri, destek alabilecekleri ve ikincil travma yaşamayacakları etkili bir koruma ve güçlendirme mekanizması kurulmalıdır” diyen Kuyucu, sözlerini şöyle sonlandırdı: “Ancak bununla birlikte politik mücadele kararlılığıyla, şiddeti yaratan kaynakların kurutulması hedeflenmelidir. Bu bakımdan kadına yönelik şiddet alanındaki cezasızlıkla mücadelenin öneminin de altını çizmek gerekiyor. Özellikle ayrımcı söylemlerde bulunan, etkili soruşturma yapmayan, hukuka aykırı bir şekilde ceza indirimlerine giden kamu görevlilerine mutlaka yaptırım uygulanması gerekiyor.”

Evrim Kepenek/Amed-Şûjin

EN SON EKLENENLER