Taviani Kardeşler’i ölüm ayırdı

“Sinemamızla ilgili hep ağaç metaforunu kullandık: Köklerimiz Rossellini, Visconti ve De Sica’ya kadar gidiyor, ama yukarıda bizimle birlikte Bertolucci, Scola, Ferri gibi isimler dalları oluşturuyor”. Bu sözler önceki gün 88 yaşında hayata veda eden ve Taviani Kardeşler olarak tanınan sinema ikilisinin büyüğü olan Vittorio Taviani’ye ait. Gerçekten de 60’lı yıllarda başladıkları sinema kariyerlerinde özellijkle 70’li ve 80’li yıllarda ortaya koydukları filmlerle zirveye çıkan Taviani Kardeşler İtalya’da post-yeni gerçekçiliğini en güçlü temsilcileri olarak öne çıktılar. Önceki gün 88 yaşında hayata veda eden ve genelde sessiz kalmayı tercih eden küçük kardeşine oranla basında daha çok görülen ve söyleşilerde yanıtları verme görevini üstlenen Vittorio Taviani’nin ardından Taviani imzalı yeni bir film izleyip izlemeyeceğimiz ise zamana bırakılmış bir muamma olarak duruyor önümüzde.

2001 yılında İstanbul’a geldiklerinde gazetemiz yazarlarından Cumhur Canbazoğlu’na bir söyleşi veren Vittori Taviani bakın sinemaya başlama hikâyelerini nasıl anlatmış: “Savaş sonrası Pisa’daydık. Bir salonun önünden geçerken dışarı çıkan insanların, ‘Girmeyin girmeyin, çok kötü film’ dediğini duyduk. Girdik ve daha ilk sahnelerde adeta şok geçirdik. Rossellini’nin “Paisa”sıydı film. Anlatılanlar, bizim faşizmle ilgili bizzat yaşadığımız dramdı. ‘Sinema yaşadıklarımızı bu denli iyi ve berrak gösterebiliyorsa, fark ettirebiliyorsa o zaman galiba yaşamın da kendisi’ dedik birbirimize. Edebiyatı, müziği de seviyorduk ama bizlere bu olanağı onun kadar hiçbiri veremedi. Sinema bugünün dilidir bizce.”

Cannes’da Altın Palmiye

1960 yılında ilk filmleri “İtalya Yoksul Bir Ülke Değildir” adlı belgeseli Joris Ivens ile birlikte çeken Taviani Kardeşler daha sonra Valentino Orsi ile ortaklaşa iki filme daha imza attılar. Orsini ile çektikleri bu filmler aslında commedia dell’arte ve Brecht etkilerini harmanladığı tiyatro uyarlamalarıydı. İki kardeşin bağımsız olarak çektikleri ilk filmse 1967 tarihli “I Sovversivi” oldu. Taviani Kardeşler’i İtalya dışında da tanınan ve sanat sinemasına ilgi duyan herkesin radarına sokan filmse 1977 yılında Cannes’da hem Altın palmiye hem de FIPRESCI ödüllerini kazandıkları “Padre Padrone” (“Babam ve Ustam”) oldu. İtalya’da baskın bir şekilde hakim olan ataerkil toplum yapısının eleştirildiği filmden 5 yıl sonra “La Notte di San Lorenzo” (“San Lorenzo Gecesi”) geldi. 2. Dünya Savaşı’nın ilk zamanlarında Toskana’da geçen film büyüleyici görselliği ve mistik hikâyesiyle Taviani Kardeşler’i Avrupa sinemasının en önemli isimleri arasına soktu ve Cannes’da Jüri özel Ödülü’nü aldı.

Ünlü İtalyan oyun yazarı Luigi Pirandello’nun 4 öyküsünden hareketle çektikleri ve 5 bölümden oluşan “Kaos” yine olağanüstü güzellikteki görüntüleri, büyülü gerçekçiliğe yaklaşan anlatımı ve insan yüreğine dokunan hikâyeleriyle unutulmaz bir film olarak sinemaseverlerin gönlünde yer edecekti. Bir sonraki filmleri “Good Morning Babylonia” ise babalarının şirketi iflas ettikten sonra ABD’ye göçen ve o yıllarda yeni yeni patlayan sinema işine giren iki kardeşin öyküsünü anlatıyordu.

90’lı yıllarda eski formlarında olmadığı gözlenen Taviani Kardeşler 2012’de çektikleri “Sezar Ölmeli” ile Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı ödülünü kazanarak iddialı bir dönüş yaptılar. Kariyerlerinin başından beri tiyatro ve edebiyattan beslenen ikilinin bu damardan ilerleyen ve gerçekle kurmacının iç içe geçtiği bir tiyatro oyununu beyazperdeye taşıyan “Sezar Ölmeli” Shakespeare’in ölümsüz eseri “Julius Ceaser”ı sahneleyen bir grup mahkumun öyküsünü anlatıyordu. 2007’de çektikleri ve Ermeni mezalimine dair bir öykü anlatan “La Masseria Delle Allodole” ile ortalama eleştiriler alan Tavianiler “Sezar Ölmeli” ile gelen Altın Ayı sayesinde yeniden setlere dönmüş oldular. 2015’te “Maraviglioso Boccacio” ve 2017’de de halen sürmekte olan İstanbul Film Festivali’nde gösterilen “Una Questione Privata” (“Hesaplaşma”) adlı filmleri çeken ikili, Vittori Taviani ölmeseydi, belki de daha birçok filme imza atacaktı. Son sözü yine Vittorio’ya bırakalım ve 2001 tarihli söyleşiye dönelim: “Biz orta sınıftan bir avukatın çocuklarıydık. Zordu film yapmak; bin bir hayalle Roma’ya giderken ‘10 yıl deneyeceğiz, başaramazsak son paramızla bir silah alıp intihar edeceğiz’ diye ant içmiştik. Sonra içimize bir şüphe düştü; ya arda kalan vazgeçerse… Gerçekti bu; çünkü sinemasız yaşamdan hiç zevk almıyorduk.”

EN SON EKLENENLER