Laiklik ve Özgürlük

Haydar Aksoy’un kaleminden
Dinin Siyaset Üzerindeki Etkisi ve Laiklik: 
                                                 

Din siyaset ilişkisini daha iyi anlamak için, bu alanda geçmişte yaşananları kısaca anımsamak gerekir. Çünkü bilindiği gibi, tarihsel deneyimler iyi bir öğretmen ve yol göstericidir.

Tarihsel olarak dinlerin, ilk ortaya çıktıları dönemde daha çok ahlaka, yaratılışa ilişkin ilkeler getirdikleri görülür. Sonraları dinler siyasette de etkili olmaya başlamıştır. Mesela, Hristiyanlar başlangıçta devlet yönetimiyle ilgilenmezken, daha sonra devlet yönetimini ele geçirmiş, Hristiyanlık bir yönetim biçimi olmuştur. Keza İslam’ın Mekke dönemine bakılınca, Müslümanların siyasetle pek ilgilenmedikleri görülür. İncil’e göre; din, devlet yönetimine müdahale etmemelidir. Yönetimin niteliği ne olursa olsun, inanalar devlet yönetimine karşı çıkmamalı, Hristiyanlar devlet yönetimine uymalıdır. İlk 500 yıl, Hristiyanlar bu yaklaşıma sadık kalmış, devlet yönetimine karışmamıştır.

Ancak 5. yüzyılda yaşanan siyasal ve toplumsal gelişmeler, kiliseyi siyasette etkili bir aktör yapmıştır. 16. yüzyıla kadar Hristiyan devletlerin yönetiminde kilise belirleyici olmuştur. Bu dönem genel olarak Hristiyan aleminde bilimin gelişmediği, karanlık bir dönem olarak tarihe geçmiştir. 16. yüzyılda burjuvazinin bir sınıf olarak yükselmesiyle birlikte, Aydınlanma dönemi başlamış, Hristiyanlıkta reform hareketleri gelişmiştir. Yeni toplumsal gelişmeler sonucu din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması ilkesine dayanan laiklik ortaya çıkmıştır. Laik devlet modeli, uygulamada bazı farklıklar içerse de, bugün birçok ülkede uygulanmaktadır.

İslam Dünyasında Durumda

Kuran’da yönetimle ilgili ilkeleri içeren ayetler Medine döneminde gelen ayetledir. Bu dönem; Müslümanların farklı topluluklarla birlikte barış içinde yaşamasını öngören Medine Vesikası’nın da imzalandığı dönemdir. Bu sözleşmenin, dönemin şartlarını yansıtan ilk anayasal belge niteliğinde olduğu söylenebilir.

Daha sonra dört halife dönemi başlamıştır. Dört halife de, esas olarak seçimle işbaşına gelmiştir. Bu dönemin ardından, Osmanlı İmparatorluğu da dahil olmak üzere, İslam dünyasında saltanat dönemi olarak nitelenen dönem başlamıştır. Saltanatta seçim sistemi olmaz. Yönetim, soy bağına dayanır. Bu yönetimlerin çoğunun teokratik yönetimler olduğu söylenemez. Çünkü şer’i hukuk yanında örfi hukuk da uygulanmıştır.

Türkiye Cumhuriyeti; milli egemenliğe dayanan bir devlet olarak kurulunca, 1924’te hilafet kaldırılmıştır. 1937’de ise laiklik, anayasal ilke olarak kabul edilmiştir.

Ülkemizde de eğitim sistemi ve toplumsal yaşam  7. yüzyıl Emevi ideolojisine göre yapılandırılmaya  çalışıldı.

Amaçlardan birisi; teokratik  düzenini inşa etmek için toplumsal taban oluşturmak. Ancak tarihte, İslam dünyasında teokratik  yönetim var olmadı. Medine Vesikası buna en iyi örnektir. Tarihte diğer belli başlı  İslami sayılan yönetimler, şer’i hukukun yanında, örfi hukuk da uygulanmıştır. Dolaysıyla bu yönetimlerin  teokratik olduğu söylenemez. Günümüzde İslam dünyasına dayatılan teokratik yönetim, emperyalizmin çıkarlarına uygun olarak icat ettiği bir modeldir.

Laikliğin Önemi
Görüldüğü gibi tarih boyunca din ve siyaset arasındaki ilişki, düz bir çizgi izlememiştir. Değişen tarihsel, siyasal, toplumsal koşullara göre şekillenmiştir. İnsanın kendini özgürce geliştirmesine olanak tanıyan laiklik ilkesi, modern ulus devletin örgütlenmesinin ana dayanaklardan biri olmuştur. Laik rejimde; toplumsal yaşamı düzenleyen hukuk kuralları, siyasal yönetim, eğitim her tür dini etkiden uzaktır. Bu alanlar akıl, mantık ve bilime göre belirlenir. Devlet; inanan – inanmayan ayrımı yapmaz. Tüm yurttaşlarına eşit mesafede durur ve hizmet sunar. Her bireyin inandığı şekilde ibadet etmesi, vicdan özgürlüğünün sağlanması da laikliğin gereğidir.

Devletin herkesi aynı din veya mezhebe inanamaya mecbur etmeye çalışması,   çoğulculuğa ve demokrasiye aykırıdır. Çünkü yeryüzünde 3 bin din, 6 bin mezhep vardır. Bu kadar din ve mezhebin olduğu bir dünyada, herkesi aynı din veya mezhebe uygun yaşamaya zorlamak demokratik olmadığı gibi gerçekçi de değildir. Farklı inançları olan veya inanmayan bireylerin ve toplulukların barış içinde birlikte yaşamasının güvencesi laikliktir. Ayrıca, kadın haklarının korunması ve geliştirilmesi de laiklikle mümkün olabilir.

Anayasamızda laiklik ilkesinin yer almasına rağmen, özelikle 1950’den beri din, siyasi amaçlarla, bazı siyasi çevreler tarafından kullanılmıştır. Laiklik ilkesi aşındırılmış, zayıflatılmıştır. Mesela, 1982’de din dersi, orta öğretimde zorunlu hale getirilmiştir. Oysa devletin tüm din ve mezheplere, inanmayanlara karşı eşit mesafede olması laiklik ilkesinin gereğidir. Dinin, devlet eliyle, zorunlu olarak okullarda öğretilmesi laikliğe aykırıdır.

Av. Haydar Aksoy

EN SON EKLENENLER