Zamanın ruhuna aykırı

AK Parti-MHP ittifakıyla hazırlanan anayasa değişikliği “zamanın ruhuna aykırı” olarak yorumlanıyor. 18 maddelik değişiklik için “tek adam rejimi” ve “diktatörlük inşası” olarak tanımlayan ihraç edilen akademisyen Cenk Yiğiter, bu nedenle teklifin içeriğinin tartıştırılmak istenmediğini söyledi.

Türkiye tarihinin en kritik referandumuna sadece 30 gün kaldı. Mevcut Anayasa’yı 18 madde ile değiştirmek isteyen ve “Cumhurbaşkanlığı sistemini” öngören teklifin halka sunulacağı referandum yaklaşırken, Türkiye’nin gündemi 18 maddenin içeriğinden çok “Avrupa ile gerginlik”, “Hayırcılar terörist”, “Devletin bekası” ve “Kılıçdaroğlu’nun gafı” gibi yapay konular meşgul ediyor. Veyahut muhalefet tarafından “gerçekleri örtmek için” diye tepki toplayan teklifin 1’inci ve 3’üncü maddesinde yer alan “yargıya tarafız ibaresi eklenmesi” ile “18 yaşında vekil olunabilir” ibareleri tartışmaya açılmak isteniyor.

Anayasacılığın çıkış noktalarını, serüveni, yaşadığımız topraklara geliş süreci tartışmak, “rejim değişikliği yapılıyor” eleştirilerine tabi tutulan AK Parti ve MHP’nin üzerinde anlaştığı teklifi anlamak açısından elzem duruyor. Tarih, dünya örneklerinin aksine Osmanlı devletinden bu yana Türkiye topraklarında 1921 Anayasasının toplumsallık niteliğini dışında hiçbir anayasa halkın katılımıyla yapılmadığını gösteriyor.

MAGNA CARTA VE HAMURABİ

Anayasa değişiklik teklifinin ortaya çıkmasıyla birlikte “Hayır” diyen muhalif kanat, “Bu değişiklik Magna Carta’nın bile gerisine götürüyor” eleştirisinde bulundu. Gündemde fazla yer bulmasa da eleştirel tarihsel bir gerçeğe işaret etti.

Batı odaklı tarihte ilk anayasal belge olarak “Büyük Ferman” anlamına gelen 1215’te İngiltere’de imzalanan Magna Carta gösteriliyor. Magna Carta’nın tarihe geçmesinin asıl nedeni, Avrupa’da ilk defa kralın yetkilerini sınırlandırılması. Ancak Papa III. Innocent, Kral John ve baronları arasında imzalanmış oluşuna bakıldığında, Ferman’ın özgürlükleri belirlemekten çok toplumda egemen güçler arasındaki dengeleri belirleyen bir işlevi olduğu anlaşılıyor.

Yine de Magna Carta’da geçen, “Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak, hapsedilmeyecek, malı ve mülkünden yoksun bırakılmayacak, kanun dışı ilan edilmeyecek, sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır” şeklindeki hüküm, günümüz hukuk sisteminin de temellerini oluşturdu. Magna Carta Libertatum, daha sonra “Amerikan devrimlerinin” de fikri ilham kaynağı oldu.

Batı tarihi açısından her ne kadar Magna Carta ilk anayasal belge olarak kabul edilse de uygarlığın başladığı Mezopotamya coğrafyasında yaşayan halkların, toplumun bir arada yaşamasını sağlayan ya da toplum dinamikleri arasındaki dengelerini belirleyen Magna Carta benzeri birçok anayasa pratiğinin olduğu tarihçiler tarafından tahmin ediliyor. İlk yazılı kanunlar olan Babil Kralı Hammurabi’nin kanunları buna örnek.

MECLİS

13. yüzyılda Kral John’un yetkilerinin sınırlandırılması ile başlayan süreç, 16. yüzyılda başlayan demokrasi (parlamentarizm) hareketleriyle devam etti. 16. ve 17. yüzyılda monarşiler yıkılmaya başlarken, gelişen demokrasi hareketleri kralın yanında bir parlamentonun oluşması gerektiği fikrinde birleşti ve alanını daraltılan kralın yanına bir de “Meclis” konuldu. Zaman artık “meşruti monarşi” dönemi olarak adlandırılacaktı.

Anayasacılık hareketi, 1776 ve 1780 Amerikan devrimlerinden 1789 Fransız Devrimi’ne kadar gelen süreci etkiledi. Fransız Devrimi, Avrupa ve etkisine aldığı tüm coğrafyada modern anlamda anayasacılığın yayılmasına olanak sağladı. Fransa’da, parlamentonun “genel oy” yani “seçim usulü” yöntemiyle halkın vekillerinin siyasi yönetimi üstlendiği bir sisteme hayat verdi.

Kralın yetkileri sınırlandıran anayasa hareketi, Fransa şahsında parlamentoyu esas alarak 600 yüzyıl sonra kendini buldu.

ANAYASA OSMANLIYA GELİYOR

Anayasa hareketi, yaşadığımız coğrafyaya ilk kez Osmanlı’nın son döneminde Sened-i İttifak ile geldi. Sened-i İttifak birçok yönüyle dikkat çeken ve ardıllarını etkileyen bir anayasal belge niteliğinde. Avrupa’da 16. yüzyılda kralın yanında oluşturulan parlamento benzeri bir meclisi hedefleyen Sened-i İttifak, 1808 yılında Osmanlı ile ayanlar arasında imzalandı ve padişahın yetkilerini kısıtladı. “Halkın katılımı olmadan” hazırlanan Sened-i İttifak, Osmanlı tarafından “taşrada kaybettiği iktidarını yeniden tesis etmek” için yapılan bir hamle olarak değerlendirilirken, bir yanıyla da padişahın kaybetmek üzere olduğu ittifakı muhafaza etmek için verdiği bir taviz olarak nitelendiriliyor. Bu anlamıyla Sened-i İttifak, 1215 yılında imzalanan Magna Carta’ya benzetiliyor.

Kısa süreli bir deneyim olan ve bir anayasadan çok anayasal bir belge niteliği taşıyan Sened-i İttifak’ın ötesinde, Osmanlı devlet yönetimini meşruti monarşiye geçiren 1876 tarihli Kanun-i Esasi, karakteristik anlamda “ilk anayasa” olarak değerlendiriliyor. Kanun-i Esasi, demokratik bir yapısı olmasa da padişahın yetkisini kısıtlayan bir Meclis’i kurması nedeniyle Türkiye Anayasa tarihinde son derece önemli bir dönüm noktası olarak değerlendiriliyor.

1921 ANAYASASI

Osmanlı devletinin yıkılma aşamasına gelmesi ve Ankara’da yeni bir Meclis’in kurulmasının ardından 1921 Anayasası tarih sahnesine çıktı. 1921 Anayasası, Türkiye tarihindeki en çoğulcu ve demokratik anayasa olarak kabul ediliyor. Ancak kısa bir süre sonra Lozan Anlaşması’nın imzalanması ve ulus devlet fikrinin kendini göstermesiyle birlikte yapılan 1924 Anayasası ve ardından gelen askeri darbeler, 1921’in kurucu ve demokratik ruhunu günümüze kadar yavaş yavaş tüketti.

DARBE ANAYASALARI SÜRECİ

1924 Anayasası’nın ardından Türkiye’de düzenlenen 1961, 1971 Anayasa değişiklikleri ve 82 Anayasası özgürlükler açısından farklı niteliklere sahip olsa da hepsi birer askeri darbe sonrasında yapılması ortak noktalarını oluşturdu. 24 ile oluşturulan tekçi anlayış, 1961 Anayasası ile pekiştirildi, 1982 Anayasası ile de militarist bir ruh katılarak son hali verildi. 1876 Kanuni Esasi’den bu yana tam 5 ayrı anayasa hazırlanırken, Osmanlı ve Türkiye’de, 1921 Anayasası hariç hiçbir zaman anayasacılık ruhuna uygun süreç izlenmedi.

FERMAN, MECLİS, TÜRKİYE…

AK Parti ve MHP’nin hazırladığı anayasa değişikliği ise anayasacılığın özüne aykırı şekilde yetki artıyor. Kral John’un yetkisi bundan 800 yıl önce sınırlandırılırken, Türkiye’de Cumhurbaşkanı’nın mevcut yetkileri artırılıyor. Yasama, yürütme ve yargıda yetki sahibi oluyor. Anayasa “toplumsal sözleşme” niteliği taşırken, toplumun sadece belli bir bölümünün temsilini sağlayan iki partinin anlaştığı bir metin referanduma sunuluyor.

Türkiye’de zaten toplumun her kesimi kapsamadığı için eleştirilen Meclis, Cumhurbaşkanı’na verilen yetkilerle saf dışı ediliyor. Teklife göre Meclis, bir kişinin isteği ile istediği zaman feshedilebiliyor.

Bu haliyle 18 maddelik değişiklik teklifi, Kanun-i Esasi’den bu yana hazırlanan 5 anayasa pratiğinden farklı olmadığı, daha da gerisinde olduğu yönünde eleştiriliyor.

‘TEKLİF TARTIŞTIRILMAK İSTENMİYOR’

Anayasa değişiklik teklifinin topluma sunulacağı OHAL koşullarının mağdurlarından, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nden ihraç edilen Cenk Yiğiter, anayasa teklifinin içeriğinin tartıştırılmak istenmediği görüşünde. Yiğiter, anayasa değişiklik teklifinin 1’inci ve 3’üncü maddesinin sembolik ve teklifinin genelini tartışmaya engel nitelikte hükümet tarafından kullanıldığını söyledi.

‘TARAFSIZ İBARESİ RETORİKTEN BAŞKA BİRŞEY DEĞİL’

Yargının önüne “tarafsız” ibaresi koyan birinci madde için “Retorikten başka bir şey değil” diyen Yiğiter, “İşin aslı bu hiçbir şey getirmez. Zaten yargı bir kuvvet olarak kendi tanımı gereği tarafsız ve bağımsız olması gereken bir kuvvet. Yargının bağımsızlığı, yargının diğer kuvvetlerden, yasamadan ve yürütmeden bağımsız olarak hareket edebileceği, buradan emir almayacağı ve etkilenmeyeceğini ifade eder. Tarafsızlık ise yargının çözmek durumunda olduğu uyuşmazlıklarda, birbirleriyle çatışan taraflara karşı eşit mesafede olması anlamına gelir. Bu zaten yargının tanımı gereği kapsadığı bir özellik. Bunu buraya getirip buraya koymanın getirdiği artı hiçbir durum yok” değerlendirmesinde bulundu.

’18 YAŞ MADDESİ SAMİMİYETSİZLİK’

Yigiter, vekil seçilmeyi 18 yaşa düşüren 3’üncü madde için de, “referandumda gençliği heyecanlandırmak amacıyla böyle bir madde taslağa konuldu” ifadesinde bulundu. Madde ilkesel olarak doğru olduğu halde AK Parti’nin samimiyetsizliğini de ortaya koyduğunu belirten Yiğiter, “Gençlik üzerinde müthiş bir baskı varken hem üniversiteler üzerinden hem polis üzerinden sürekli gençlik örgütlerine operasyonlar yapılıyor, gençler tutuklanıyor, gençler üniversitede bir araya gelse soruşturmalar maruz kalıyor. Sokağa çıkıp gösteri yapsa polis müdahalesine maruz kalıyor. Şimdi siz bu gençliği her tür siyasal katılımını baskılarken, ‘Biz gençlere seçilme hakkı veriyoruz, siyasal katılımı genişletiyoruz’ demenin hiçbir samimiyeti de hiçbir anlamı da yoktur” ifadelerini kullandı.

Yiğiter, bu maddenin pratik karşılığını “Kalburüstü AKP’li ailelerden 3-5 tane 18-19 yaşındaki gencin Meclis’e girmesinden ibaret olacak. Bundan başka hiçbir sonucu da olmayacak” şeklinde anlattı.

Yiğiter, teklifin geneli için de şu değerlendirmede bulundu: “Türkiye tarihindeki en önemli Anayasa değişikliklerinden birinin arifesindeyiz. Değişiklik geçerse adeta mevcut anayasa geleneğimizin dışında yepyeni bir rejim değişikliği olacak. Kuvvetler ayrılığı ilkesini de terk edip kuvvetler birliği oluşacak. Bir ‘tek adam rejimi’, bir ‘diktatörlük inşası’ olarak tarif ediyorum.”

Deniz Nazlım / Selami Aslan – dihaber

EN SON EKLENENLER