Değişen birşey yok

“Değişen Birşey Yok – Meclisten Mahpushaneye Kürt Milletvekilleri” kitabı yazarlarından siyaset bilimci Hasan Kılıç, HDP’nin güçlenmesi sonucu devlet içinde krizin derinleşeceği fikrine ikna olan CHP’nin krizi derinleştirmemek adına, devlet lehine dokunulmazlık oylamasında “Evet” dediğini dile getirdi.

Gazeteci Hayri Demir ve siyaset bilimci Hasan Kılıç’ın kaleme aldığı “Değişen Birşey Yok – Meclisten Mahpushaneye Kürt Milletvekilleri” kitabı 20 Eylül’de okuyucu ile buluşmuştu. AB Türkiye Raportörü Kati Piri’nin önsözü, akademisyen Murat Sevinç’in sonsözüyle okuyucu karşısına çıkan kitap, 4 Kasım sürecine giderken yaşananlara dair tarihe bir ışık tutuyor. tutsak vekiller Selahattin Demirtaş, Figen Yüksekdağ, Abdullah Zeydan, Selma Irmak, Çağlar Demirel, Gülser Yıldırım, Burcu Çelik Özkan, Ferhat Encu, Sırrı Süreyya Önder ve İdris Baluken’in tanıklığında siyasi hayatın kırılma noktalarından 4 Kasım sürecini anlatan kitabın yazarlarından Hasan Kılıç ile konuştuk.

Kitabı yazma fikri ne zaman ve nasıl ortaya çıktı?

Dokunulmazlıkların kaldırılmasının da bir parçası olduğu iktidar konseptinin hem tanığı hem de mağduru olarak süreçte yer aldık. Yaşanan gelişmeleri ayrıntılı şekilde takip ediyorduk. Gözaltılar, tutuklamalar ve dava süreçleri çok hızlı şekilde ilerlediği için topluma yönelik bir ‘Şok Terapisi’nin uygulandığını düşünüyorduk. Bu sürecin bir felaket lokomotifi gibi hızla ilerlemesi, sürecin takip edilememesini ve dolayısıyla anlama ve mücadele etme momentlerini kesintiye uğratmasını beraberinde getirmekteydi. Nitekim bu karmaşa, bahsettiğimiz konseptin bir parçası olarak devredeydi. Bize göre kontrollü ve planlı şekilde olayların hızlı akışı sağlanıyordu. İktidar tekniği olarak ivmelendirilmiş bir hızla dokunulmazlıkların kaldırılması, fezlekelerin hazırlanması, yüzlerce davanın görülmesi vb süreçleri işletiliyordu.

Art arda gelişen olayları takip etmekte zorlandığımız için bir bütün içinde dokunulmazlık sürecinde nelerin yaşandığını fragmana alarak anlatmayı esas alan bir yöntem geliştirmeye karar verdik. Yani hızla ilerleyen bir felaket lokomotifinden, dokunulmazlık fotoğrafını odağa aldık.

Dolayısıyla kitabı yazma fikrinin ne zaman ve nasıl ortaya çıktığı sorusunun belirli bir cevabı yok. Yaşadıkça süreci anladık, anladıkça “bir şey yapmalı” diye kendimizi uyardık ve çalışmaya başladık.

Kitap kaç bölümden oluşuyor?

‘Değişen Bir Şey Yok’ üç bölümden oluşuyor. Birinci bölümde yasama bağışıklığına dair daha kitabi tartışmalar var. İkinci bölümde ise odağı, dokunulmazlıklar ve davalar sürecinde yaşananlara yaklaştırdık. Kitap dokunulmazlıkların kaldırılması ve sonrasında yaşananlara odaklanmış olsa da röportajların her biri aynı olayları farklı duygularla aktarıyor. Kişisel deneyim, bir halkın tarihine yazılmış gerçeklere dönüşüyor. Son bölümde ise milletvekillerinin röportajları yer alıyor. Bu bölümler dışında dönemin Avrupa Birliği Türkiye Raportörü Kati Piri’nin önsözü ve akademik yaşamında da yasama bağışıklığı çalışmış, KHK ile hukuksuz bir şekilde işinden edilen hocamız Murat Sevinç’in sonsözü yer alıyor.

Dokunulmazlığın yasama sürecinde neler yaşandı? Nasıl kaldırıldı? Biraz tanıklığınızdan bahseder misiniz?

Yasama süreci, yasama erkinin bizatihi içerisinde yer aldığı hukuksuzluklarla gerçekleştirildi. İktidar partisi, istisna bir düzenleme ile dokunulmazlıkları kaldırmak istedi. Dokunulmazlık düzenlemesi Meclise geldiği andan itibaren dönemin gergin atmosferi, görüşmelere de yansıdı. Ciddi kavgaların ve tartışmaların eşliğinde görüşmeler yapılabildi. Kamuoyuna da yansıdığı için kısaca ifade edelim. Zorun gücüne dayanarak siyaseti dizayn etmek isteyen iktidar pratiği meclise de yansıdı ve görüşmeler müzakere değil, tartışmalar ve boğuşmalar arasında gerçekleşti.

Dokunulmazlığın kaldırılmasına dair düzenlemeye ilişkin olarak ise iktidar ve muhalefeti ayrı ayrı değerlendirmek gerekiyor. İktidarın siyasi gücünü kaybetmek istememesi çerçevesiyle düşündüğümüzde “kendi içerisinde rasyonel” karar vererek HDP’yi güçsüzleştirmeyi amaçladı. Eğer bu süreci, temsili demokrasi mekanizmaları üzerinden okursak, asıl değinilmesi gereken tavır ise ana muhalefet partisi CHP’nin tavrıydı. CHP, dokunulmazlığın kaldırılması isteğinin daha genel çerçevede bir siyasi konseptin parçası olduğunu ve bu konsepti planlayanların başarıya ulaştıklarında, kendisinin muhalefette kalmaya devam edeceğini görüyordu. Dolayısıyla CHP, bir siyasi parti olarak, kendi varlığının güçlenme ihtimaline rağmen düzenlemeye evet dedi. O döneme kadarki mevcut anayasanın savunucusu rolünü göz ardı etmekle kalmadı, anayasa ve hukukun delinmesi ile ilgili istisna yaratılmasına yardımcı olarak daha sonraki istisnaların temeline su taşımış oldu. Nihayetinde, CHP’nin kendi varlığını güçlendirmek istemeyeceği tek durak, devletin varlığının zayıflama ihtimaline ikna olmasıydı. CHP’yi düzenlemeye evet demeye ikna eden şeyin, HDP’nin güçlenmesinin devlet krizini derinleştireceği fikri olduğunu düşünüyoruz.

7 Haziran’ı işaret ediyorsunuz? Tüm bu planlamalar 7 Haziran’da mı yapıldı?

7 Haziran, planlamaların tarihi olmasa da, söz konusu planlamaların iktidar tarafından devreye konmaya karar verildiği tarihtir. 7 Haziran’da ortaya çıkan seçim sonuçları bazı siyasal krizlerin gün yüzüne çıkmasını sağladı. Dolayısıyla bu krizleri tanımlamak gerekiyor.

Türkiye devleti katı ulus devlet anlayışı üzerinden organize olmuş ve ulus anlayışını da etnik kimlik üzerinden inşa etmişti. Kürtlerin birikerek gelen mücadelesi, kimliklerin çeşitlenerek hak taleplerini daha güçlü seslendirmesi ve otoriter devlete karşı demokratik toplumun güçlenmeye başlaması ile devlet krizinin başlaması gerçekleşti. Çözüm Süreci, Rojava ve Gezi Direnişi üzerinden sembolize edeceğimiz bu süreç, söz konusu krizin sebeplerini görünür kıldı. Tüm bu sürecin temsili demokrasiye dayanan rejimde görüntüyü vermesi için 7 Haziran’ı beklemek gerekecekti.

Bu bağlamıyla 7 Haziran bir milat oldu. 7 Haziran’dan sonra kurulan yeni ittifaklar ve iktidarın-devletin yöneldiği yeni strateji ile CHP’nin dokunulmazlık düzenlemesine evet demesini sağlayan fikri bir devamlılık ve bütünlük içerisinde bu şekilde değerlendirebiliriz. Barış Ünlü’nün çalışmalarından hareketle söylersek; 7 Haziran sonrasında “yeni bir Türklük Sözleşmesi” krizin üstesinden gelerek devletin mevcut nitelikleri ile devamını sağlamak üzere devreye kondu.

Tutuklu bulunan hangi vekillerle röportaj yapıldı? Onlar o süreci nasıl anlattılar?

Öncelikle, çok zor şartlar altında röportajların yapılmasını sağlayan herkese bir kez daha teşekkür etmek istiyoruz. Türkiye’deki cezaevi geleneği, ülke siyasetinin daima içerisinde olan, bu siyasete etki eden ve siyasetten etkilenen niteliğe sahip. Dolayısıyla cezaevlerinde ve Türkiye’de yaşanan gelişmeler, röportajların yapılmasını zorlaştırdı. Yine mutlak tecrite karşı cezaevlerinde sürdürülen açlık grevleri,  milletvekillerinin dava süreçleri gibi birçok etken röportajların yapılmasını zorlaştırdı.

Zorluklar kitabın tamamlanması sürecini uzatsa da Figen Yüksekdağ, Selahattin Demirtaş, Çağlar Demirel, İdris Baluken,  Ferhat Encu, Selma Irmak, Sırrı Süreya Önder, Gülser Yıldırım, Burcu Çelik Özkan, Abdullah Zeydan ile röportajlar gerçekleştirdik. Sürecin siyasi bir soykırım operasyonu olarak devreye konduğunu ve her türlü hukuksuzluğa rağmen devam ettirildiğini ifade ediyorlar. Dokunulmazlıkların kaldırılması ve sonrasında yaşanan sürecin aktörleri olarak bu sürecin başlaması ve devam ettirilmesinin hukukla ilgili değil, siyasi saiklerle ilgili olduğu konusunda mutabıklar. Buradan hareketle, yaşananların kendilerinin öznelliklerini aşan, bir halkın tutsak edilmesi ile ilgili olan tarafını sıkıca benimsemiş durumdalar. Bu yaklaşım Sırrı Süreya Önder’in röportajındaki “kişisel tutsaklığımız önemsizdir” cümlesinde ifadesini buluyor.

REWŞAN DENİZ

kaynak: özgür politika

EN SON EKLENENLER