Eğitim Sen’den yıl sonu raporu: Okullarda dinselleşme kaygı verici boyutta

Eğitim Sen’in yıl sonu raporunda, Eğitimde ticarileşme ve eğitimi dinselleştirme uygulamaları hız kesmeden devam ettiği belirtilirken, ‘Tekçi zihniyet farklı inanç, dil, kimlik ve mezhepleri yok saymayı sürdürmektedir’ denildi

Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen), “2022-2023 Eğitim Öğretim Yılı Sonunda Eğitimin Durumu” raporunu açıkladı. Sendika yöneticilerinin katılımıyla sendika genel merkezinde düzenlenen basın toplantısında raporu, Eğitim Sen Genel Başkanı Nejla Kurul açıkladı.

Eğitimde sorunlar arttı

Raporda öne çıkan başlıklar şöyle: “Türkiye’de eğitim sistemi uzun süredir ciddi sorunlarla karşı karşıya bırakılırken, eğitimin temel sorunlarına yönelik çözümsüzlük politikaları 2022/’23 eğitim öğretim yılında devam etmiştir. Siyasi iktidarın eğitim alanında, uzun süredir kendi siyasal-ideolojik hedefleri doğrultusunda attığı adımlar, erken çocukluk eğitiminden (okul öncesi) başlayarak çeşitli vakıf ve derneklerle işbirliği halinde hayata geçirilen ‘dini eğitim’ merkezli uygulamalar, başta öğrenciler olmak üzere, öğretmenler, eğitim emekçileri ve velileri doğrudan etkilemiştir.

Eğitimde ticarileşme ve eğitimi dinselleştirme uygulamaları hız kesmeden devam etmektedir.

Okulların fiziki altyapı ve donanım eksikliklerinin giderilmemesi, kalabalık sınıflar, ikili öğretim, taşımalı eğitim, çocuk ve gençlerin dini cemaat ve vakıfların kreşlerine ve yurtlarına yönlendirilmesi, çocuklara yönelik taciz ve istismar vakaları geçtiğimiz eğitim öğretim yılında da devam etmiştir.

Öğretmenlik Meslek Kanunu ile ‘eşit işe eşit ücret’ uygulamasına son verilmesi, ataması yapılmayan öğretmenler gibi çok sayıda sorun eğitim sisteminin çözüm bekleyen sorunları olarak geçtiğimiz öğretim yılında da varlığını sürdürmüştür.

Eğitimde yaşanan ve yapısal hale gelen sorunlar her ne kadar görmezden gelinmeye çalışılsa da eğitim sorunu, ülke ekonomisinde yaşanan sorunların ardından halkın en öncelikli gündemi olmayı sürdürmektedir.

Karma eğitim hedef alınıyor

Eğitim sistemimiz toplumsal cinsiyet eşitliğinden oldukça uzakta ve giderek dinsel içerik kazanan egemen ideolojinin yoğun baskısı ve denetimi altındadır. Toplumsal yaşamın her alanında görülen cinsiyetçilik ve cinsiyetçi uygulamaların en yoğun görüldüğü alanların başında okullar gelmektedir. Karma eğitimi hedef alan uygulamalar okul yönetimleri eliyle hayata geçirilirken, il ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin sendikamızın ve kamuoyunun tepki göstermesiyle ülke gündemine girmiştir.

Eğitimde tekçi zihniyet

Ülkedeki etnik, dilsel, kültürel çeşitlilik ve inanç çeşitliliği, eğitim programlarında ve ders kitaplarında neredeyse hiç yansıtılmamaktadır. Eğitim sisteminde ve toplumsal yaşamda benimsenen tekçi zihniyet farklı inanç, dil, kimlik ve mezhepleri yok saymayı, onları ve taleplerini görmezden gelmeyi sürdürmektedir. Türkiye’nin kamusal, laik, bilimsel eğitim konusunda olduğu gibi, anadilinde eğitim konusundaki olumsuz sicilini sürdürmesi anlaşılır değildir.

Kız çocukları dezavantajlı

Türkiye’de çeşitli nedenlerle eğitime erişimde, kız çocukları, mülteci çocuklar, anadili farklı olan çocuklar, engelli çocuklar ve geçici koruma altındaki çocukların dezavantajları günden güne artarak devam etmektedir.

Eşitsizlik

Türkiye’de milyonlarca çocuk ve gencin eğitim hakkından eşit koşullarda yararlanması için gerekli adımlar atılmazken, milyonlarca çocuk ve gencimizin ağırlıklı olarak ekonomik sorunlar nedeniyle eğitime erişim hakkını ihlal eden uygulamalar devam etmektedir. Eğitim, herkese eşit koşullarda sunulması gereken temel bir insan hakkı, aynı zamanda devredilemez ve vazgeçilemez kamusal bir haktır.

Piyasacı eğitim sistemi, yaşamın her düzeyinde rekabeti, hizmetin bedelini ödemeyi, öğrenci ve velilerin ‘müşteri’ haline getirilmesini hedeflemiş, toplumdaki sınıfsal eşitsizlikleri daha da belirgin hale getirmiştir.”

Eğitim sistemi enkaz altında

Eğitim Sen raporunda, depremin vurduğu kentlere yönelik ayrıntılı bilgiler de yer aldı. “Eğitim sistemi enkaz altında kaldı” denilen raporda, deprem bölgesine dair şu tespit ve öneriler yapıldı:

“14 milyon kişinin yaşadığı geniş bir bölgeyi etkileyen ve ağır bir yıkıma neden olan K. Maraş merkezli depremler nedeniyle, başta depremden doğrudan etkilenen kentlerde yaşayanlar olmak üzere, tüm yurttaşlar tanımlanması olanaksız acılarla karşı karşıya kalmıştır.

Deprem bölgesinde bulunan öğrencilerin ve öğretmenlerin büyük bir kısmının depremden zarar görmüş, can veya mal kayıpları meydana gelmiştir. Yaşanan depremler sonucunda eğitim sistemi de büyük ölçüde enkaz altında kalmıştır.

Deprem bölgesinde toplam 12 bin 550 okulda; 4 milyona yakın öğrenci eğitim görürken sadece devlet okullarında çalışan öğretmen sayısı 210 bindir. Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı 56 bin 259 eğitim kurumunun yüzde 21’i, ülkedeki tüm öğrencilerin yüzde 21,4’ü, öğretmenlerin yüzde 19,1’i depremin yaşandığı 11 ilde bulunmaktadır. Resmi verilere göre depremden etkilenen illerde örgün, yaygın eğitim ve barınma hizmetleri dahil 5 bin 24 özel öğretim kurumunda 555 bin 938 öğrenci/kursiyer faydalanmaktadır. Deprem bölgesindeki 16 üniversitede yaklaşık 380 bin öğrenci ile 45 bin akademik ve idari personel eğitim-öğretim faaliyetlerine devam etmektedir. Bu bölgelerde bulunan mülteci öğrenci sayısı ise 358 bin 376’dır.

Bin 500 okul depreme dayanıklı olmadığı için yıkıldı

2007’de yürürlüğe giren Deprem Yönetmeliği’nden önce yapılan okul sayısı 31 bin 307’dir. 2011-2022 yılları arasında sadece 5 bin okul (yüzde 16’sı) depreme dayanıklılık testinden geçirilmiş, bu sürede bin 500 okul depreme dayanıklı olmadığı için yıkılmıştır. Güçlendirme yapılan okul sayısı ise sadece 2 bindir. Jeoloji Mühendisleri Odası’nın hazırladığı deprem raporuna göre Türkiye genelinde 4 bin 159 okul fay hatları üzerinde yüksek tehlike alanları içinde bulunmaktadır. Yüksek deprem riski altındaki bölgelerde yer alan okulların acilen taşınması gerekmektedir.

Yıkılan okul arazileri ranta açılıyor

Depreme dayanıklı olmayan okulların yıkılarak yerlerini dayanıklı yapıların yapılması başta öğrenci, veli ve eğitim emekçileri olmak üzere, toplumun ortak istediğidir. Ancak özellikle büyükşehirlerde arazisi değerli olan kimi okulların depreme dayanıksız olduğu gerekçesiyle başka yere taşınması bahane edilerek, tamamen rant amaçlı kullanılmasının hedeflendiği görülmektedir. Deprem nedeniyle tahliye edilen tüm okulların mevcut yerinde yeniden inşa edilmeli, ülke çapındaki tüm okullar depreme dayanıklı hele getirilerek sağlıklı ve güvenli okullarda eğitim öğretime devam edilmesi sağlanmalıdır.

Deprem bölgesinden diğer kentlere doğru yurttaşların, öğrencilerin, eğitim emekçilerinin göçü başlarken, deprem bölgesinde eğitim öğretime kademeli olarak geçilmeye başlanmıştır. Ancak devam zorunluluğunun olmaması nedeniyle öğrencilerin üçte biri okula gitmektedir. Deprem bölgesinde kalan öğrencilerin hem psikososyal açıdan yoğun desteğe hem de uygun ders çalışma ortamlarına ihtiyaçları vardır. Ders çalışma ortamların sağlanmasının yanı sıra öğrencilere yönelik rehberlik faaliyetleri yürütülmesi önemlidir.

Somut planlama yok

Depremin yoğun bir yıkım ve hasar meydana getirdiği dikkate alındığında, evsiz kalan öğretmen ve öğrencilerin hayata nasıl devam edecekleri eğitime erişim sorununun nasıl çözüleceğine ilişkin somut bir planlamadan bahsetmek mümkün değildir.

Deprem bölgesinde eğitim öğretimin sağlıklı ve güvenli ortamlarda sürdürülmesi için adımlar atılırken, öğrencilere ders çalışma ve etüt ortamlarının oluşturulması, bu ortamların profesyonel kişilerce koordine edilmesi ve depremden etkilenen öğrencilerin yakından takip edilmesi gerekiyor.

Depremde yıkılan kentleri yeniden yapılabilir, yıkılan binalar yeniden inşa edilebilir ancak halkın umutlarını yeniden yeşertebilmek için sadece para yetmez. Para önemli bir araçtır ancak bunun da ötesinde insan varlığına anlam kazandıran insanlık duygusunu, bölgedeki insanlara daha fazla hissettirilmesi gerekir. Bunun temel yolu da başta eğitim olmak üzere, toplumsal hayatın bütün alanlarında yaşanan sorunlara halkın ve sendikaların karar süreçlerine doğrudan katılımını sağlayarak kalıcı çözümler üretmeyi hızlandıracak adımları atmaktan geçmektedir.”

Çocuk haklarına yönelik tehditler

Rapora göre eğitim sisteminde çocuk hakları ihlali de sürüyor. Konuya ilişkin raporda şu bilgiler yer aldı:

“Türkiye’nin de taraf olduğu Çocuk Haklarına Dair Sözleşme halen dünya genelinde en çok sayıda ülke tarafından kabul edilen insan hakları belgesi olma özelliği taşımaktadır. 197 devletin imzaladığı ve çocuk hakları konusunda yükümlülük altına girmeyi taahhüt ettiği belge, çocuklar için daha iyi bir dünya çabası açısından önemli bir dayanak olmayı sürdürmektedir.

Türkiye’de eğitim ve sağlık sisteminden kadın politikalarına kadar her alanda çocukların yararını değil, kendi çıkarlarını düşünen mevcut sistem; çocuklarımızın sahip olduğu heyecan, merak ve yaratıcılıktan açıkça korkmaktadır. Bu nedenle toplumsal yaşamdan dışlanarak aile içine hapsedilen kadınlar ve çocuklar devlet politikaları ile sosyal yaşamdan uzaklaştırılmaktadır. Son olarak otizmli çocuklara yönelik olduğu gibi, özel eğitim alanındaki çocuklar da sık sık ayrımcı ve dışlayıcı uygulamalarla karşı karşıya bırakılmaktadır.

1 milyon 200 bin Suriyeli mülteci çocuğun 850 binden fazlası okula kayıtlı olmasına rağmen 350 bin çocuk okula gitmemektedir. Türkiye’de eğitim gören Suriyeli çocukların okullaşmasının önündeki engellerin başında çocuk işçiliği ve çocuk yaşta evlilikler gelirken, Suriyeli çocukların eğitiminin yapıldığı Geçici Eğitim Merkezlerinde yaşanan sorunlara kalıcı çözümler üretilmemiş, göçmen çocukların sağlıklı eğitim almasını büyük ölçüde engellemiştir.

Okul öncesi kurumları ve kreşleri kapatan, kadınları ev içine hapseden ekonomik ve sosyal adımlar çocukları da doğrudan etkilemekte, çocuklara yönelik şiddet ve istismarın önü bu şekilde açılmaktadır. Türkiye 1995 yılında Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin bazı önemli maddelerine çekince koyarak çocuklar arasında etnik köken, din ya da kültüre dayalı ayrımcılık yapılmasını meşrulaştırmıştır.

Eğitimde 4+4+4 düzenlemesi başta olmak üzere, çıraklık ve stajyerlik uygulamaları gibi çok sayıda düzenleme, çocukların eğitimden uzaklaşmasına ve işçi olarak çalışma yaşamına sürüklenmesine neden olmuştur.

Türkiye’de çocuk haklarına yönelik olarak ortaya çıkan karanlık tablo, çocuk haklarının ülkemizde sadece kâğıt üzerinde kaldığını göstermektedir. Eğitim ve yaşam hakkı başta olmak üzere, Türkiye’de çocukların en temel haklarının tehdit altında olduğu gerçeği göz ardı edilmemelidir.

Beslenme sorunu

2022/’23 eğitim öğretim yılının en dikkat çekici sorunlardan birisi öğrencilerin beslenme sorununa ilişkin olmuştur. Türkiye’de çok sayıda öğrenci okula kahvaltı yapmadan gitmek zorunda kaldığı, yine birçok öğrencinin okulda yemek yemeden günü tamamladığı ve eve döndüğü görülmüştür.

Geçtiğimiz dönemde yaşanan yüksek enflasyon ve hayat pahalılığı nedeniyle yaşanan yoksullaşma süreci ile derinleşen ekonomik kriz, hız kesmeden devam eden zamlar, gerçek enflasyonun üç haneli rakamlara ulaşması ve alım gücünün gün geçtikçe düşmesi mutfaktaki yangını büyütürken artık temel besin gıdalarına dahi ulaşmak zorlaşmıştır. Çocuklar için beslenmenin önemli olduğu koşullarda süt, yumurta, peynir, zeytin vb gibi temel gıda ürünlerinin fiyatı 3-4 kat artmıştır. Bu koşullarda çocuklarına her gün ayrı bir beslenme hazırlamak durumunda kalan aileler eti, sütü, meyveyi, kuruyemişi geçelim yumurtayı, peyniri ve zeytini bile alamaz hale gelmiştir.
Sağlıklı beslenme alışkanlığının çocukların sadece büyüme ve gelişiminde değil, okul başarısı üzerinde de son derece etkilidir. Yetersiz ve dengesiz beslenen öğrencilerin dikkat süreleri kısalmakta, algılamaları azalmakta, zaman zaman öğrenme güçlüğü ve davranış bozuklukları gelişebilmekte ve bu ve benzeri nedenlerden kaynaklı olarak okul başarıları belirgin düzeyde düşebilmektedir.

Eğitim bilimsellikten uzaklaştırılıyor

Türkiye’nin eğitim sistemi en temel bilimsel ilkelerden ve laik eğitim anlayışından hızla uzaklaşırken, okullarda dinselleşme hızla artarak kaygı verici boyuta ulaşmıştır. MEB’in geçmişte eğitimin dinselleştirilmesi hedefiyle Diyanet İşleri Başkanlığı başta olmak üzere, çeşitli dini vakıf ve derneklerle ortak yürüttüğü projeler ve imzalanan ‘iş birliği’ protokolleri, okulları çeşitli cemaat, tarikat ve dini grupların etkinlik ve faaliyet alanı haline getirmiştir. Geçtiğimiz yıllar içinde okullarda hayata geçirilen ortak projeler üzerinden eğitimi dinselleşme süreci hızlandırılmış, doğrudan laik eğitimi ve laik yaşam tarzını hedef alan uygulamalar hayata geçirilmiştir.

Devletin bilinçli bir şekilde boşalttığı alanlar, dini vakıf ve cemaatler tarafından okullar, yurtlar, kurslarla doldurulmuş ve iktidar desteği ile büyüyen bu sistem tıpkı bir örümcek ağı gibi bütün bir ülkeyi kuşatmıştır. Çocuklarını okutmak isteyen yoksul aileler, kaçınılmaz olarak bu eğitim kurumlarına yönelmekte, “dindar nesiller” en çok emekçilerin, yoksulların çocuklarından devşirilmektedir.

Devlet, eğitimi ve toplumsal yaşamı örgütlerken bunu dini kurallara, söylemlere ya da referanslara göre yapmamalı, özellikle eğitim sistemini dini kurallara göre değil, bilimsel gerçekleri referans alarak ve çocukların üstün yararını gözeterek düzenlemelidir. Bu nedenle Millî Eğitim Bakanlığı ile Diyanet ve diğer kurumlarla imzalanan ve fiilen ‘sıbyan mektebi’ işlevi gören bütün protokoller derhal iptal edilmelidir.

Eğitimde ticarileşme

Eğitimde yaşanan ticarileştirme ve özelleştirme uygulamaları, kimi zaman açık, ama çoğunlukla gizli olarak yapılmıştır. Bir taraftan eğitimin büyük bir bölümü zamanla birer ‘ticari işletme’ haline getirilen devlet okullarında sürdürülürken, diğer yandan eğitimin kamusal finansmanının tasfiye edilmesi yoluyla yoksul halkın eğitim finansmanı içindeki payı artmıştır. Kamusal eğitim adım adım zayıflatılmış, kamu kaynakları özel okullara aktararak özel öğretimin büyük ölçüde devlet desteği ile güçlendirilmesi politikası izlenmiştir.

Devlet okulları kaderine terk edildi

MEB’in açıkladığı son örgün eğitim istatistikleri, devlete ait ilkokul ve ortaokul sayısının azaldığını, özel ilkokul, ortaokul ve lise sayısının ve bu okullara yönlendirilen öğrenci sayısının dikkat çekici bir şekilde artmaya başladığını göstermiştir.

Türkiye’de 2021-2022 eğitim öğretim yılı sonu itibariyle 14 bin 179 özel öğretim kurumu (okul öncesi, ilkokul, ortaokul ve lise) bulunmaktadır. 2002-2003 eğitim öğretim yılında özel öğretimin oranı yüzde 1,9 iken, bu oran 2022/’23 eğitim öğretim yılı itibariyle dört kattan fazla artarak yüzde 9 olmuştur. Özel okulların devlet okullarına oranı ise 2022 sonu itibariyle yüzde 20’yi aşmış durumdadır.

Gerek okul sayısı gerekse öğrenci sayısı açısından baktığımızda 4+4+4 ile birlikte eğitimde özelleştirmenin ne kadar hızlı gerçekleştiği açıkça görülmektedir. Bu durum, kamusal eğitimin hükümet ve MEB iş birliği ile çökertilerek, özel öğretimin devlet desteğiyle ihya edildiğinin kanıtıdır.

Eğitim-öğretimin hukuken parasız olduğu temel eğitimde velilerin ceplerinden yapmak zorunda kaldığı eğitim harcamaları her geçen yıl artmış, veliler çocuklarını kimi zaman borçlanarak, kimi zaman bankalardan ‘eğitim kredisi’ çekerek, kimi zaman da gıda harcamalarından kısarak okutmak zorunda bırakılmıştır.

Yük velilerin sırtında

Eğitim sistemi, her geçen yıl daha fazla paralı hale getirilirken milyonlarca öğrenci velisi çocuklarını okutabilmek için bütçelerine göre çok yüksek rakamlarla harcama yapmak zorunda bırakılmaktadır. Halkın ödediği vergileri, halkın ihtiyaçları için harcamaktan kaçınanlar, herkesin eşit ve parasız olarak yararlanması gereken eğitim hakkını para ile satmaya çalışanlar bu durumun öncelikli sorumlusudur. Her yıl eğitimde ve diğer kamu hizmetleri alanında çeşitli adlar altında yapılan ‘büyük soygun’a artık son verilmeli, herkes için gerçek anlamda eşit ve parasız eğitim hakkı hayata geçirilmelidir.

Her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, her adımın paralı hale geldiği bir eğitim düzeninde velinin de öğrenicinin de eğitimcinin de kendi haklarını elde etmesini tek yolu, hiç kimseyi dışlamayacak, herkes için gerçek anlamda eşit bir eğitim düzenin kurulmasıdır. Bunun için tüm eğitim masraflarının devlet tarafından üstlenildiği, zenginle fakirin aynı eğitimi aldığı koşulların oluşturulması gerekmektedir.

ÖMK, ayrımcılık ve eşitsizlik yaratıyor

Siyasi iktidar ve Millî Eğitim Bakanlığı (MEB) öğretmenlerin, eğitim emekçilerinin çalışma ve yaşam koşullarına ilişkin sorunlarına kalıcı çözümler üretmek yerine Öğretmenlik Meslek Kanunu (ÖMK) üzerinden eğitim emekçilerine yönelik ayrımcı ve adaletsiz uygulamaları hayata geçirmiştir.

ÖMK ile öğretmenler arasında halen var olan aday, sözleşmeli, kadrolu, ücretli öğretmen ayrımına yenileri eklenmiştir. Eğitim sisteminin rekabetçi ve eleyici yapısına öğretmenlik mesleği de ‘uzman öğretmenlik’, ‘başöğretmenlik’ gibi yeni statüler üzerinden dahil edilmiş, aynı derece ve kademedeki öğretmenlere yönelik farklı ücretlendirme politikası sonucunda iş yerlerimizde huzursuzluk belirgin şekilde artmıştır.

Türkiye’de aynı işi yaptıkları halde farklı statü ve maaş kaleminde çalışmak zorunda kalan, bu kadar farklı ve dengesiz ücretlendirme uygulaması yapılan ikinci bir meslek grubu bulunmamaktadır. Eğitim emekçilerinin ekonomik sorunlarına çözüm üretmeyen, öğretmenler arasındaki ayrımcılığı ve eşitsizliği derinleştiren ve eşit işe eşit ücret ilkesini ortadan kaldıran ÖMK sonrasında aynı işi yapan öğretmenler arasında ciddi ücret eşitsizlikleri ortaya çıkmıştır.

Sadece öğretmenlerin değil, tüm eğitim ve bilim emekçisi arkadaşlarımızın çalışma ve yaşam koşullarının iyileştirilmesi hedeflenmelidir. Bunun için;

* ILO-UNESCO ortak metni olan Öğretmenlerin Statüsü Tavsiye Kararı’nı esas alan yeni bir meslek kanunu hazırlanmalıdır.

* Kamuda en düşük maaş yoksulluk sınırı üzerinde belirlenmelidir.

* Mevcut ücret farkları derece ve kademe gibi kriterler dikkate alınarak, ‘eşit işe eşit ücret’ ilkesi doğrultusunda düzenlenmelidir.

* Kamuda maaşlar başta olmak üzere, ekonomik, sosyal ve demokratik hak ve özgürlüklerimiz siyasi iktidarın ya da Cumhurbaşkanı’nın insafına bırakılmamalıdır.

* Sendikalarımızın ilk kurulduğu yıllardan bu yana temel talebimiz olan grevli toplu sözleşmeli sendika hakkı yasal güvence altına alınmalıdır.”

Atamalar yetersiz

Raporda, hükümetin seçim propagandası olarak kullandığı öğretmen atamalarına dair de “yetersiz kaldı” eleştirisi yapıldı. Raporda, konuya dair şunlar yer aldı:

“8 Mayıs’ta yapılan atamalar ‘sözlü sınav/mülakat’ uygulaması sonucunda ve ‘sözleşmeli öğretmenlik’ şeklinde yapılmıştır. Geçtiğimiz yıllarda sözleşmeli öğretmenlik mülakat sınavında sorulan sorular üzerinden ortaya atılan iddialar, mülakat uygulamasının iktidar tarafından siyasi kadrolaşma amacıyla nasıl kullanıldığını göstermektedir. Geçtiğimiz yıllarda öğretmen alımında yapılan mülakat sonuçları açıklandığında, yazılı sınavdan yüksek puan almasına rağmen çok sayıda öğretmenin düşük puan verilerek elendiği bilinmektedir.

Türkiye’de resmi verilere göre, 150 bine yakın öğretmen açığı bulunmaktadır. Öğretmen açıkları özellikle son yıllarda en önemli sorunlar arasında bulunmasına rağmen, 2022 yılının tamamında ataması yapılan sözleşmeli öğretmen sayısı sadece 19 bin 969 olmuştur. Açıklanan sözleşmeli 45 bin öğretmen atamasının yapılması önemli olmakla birlikte, mevcut öğretmen açığını kapatmadığı gibi sayıları yarım milyonu aşan ataması yapılmayan öğretmenin ‘en az 100 bin atama’ talebinin yarısını bile bulmamıştır.

Sözleşmeli öğretmen istihdamında, AKP iktidarı döneminde ‘torpil’ kelimesi ile eş anlamlı hale gelen ve yüksek yargı tarafından ‘objektif olmama’, ‘taraflılık’ gibi gerekçelerle defalarca iptal edilen ‘sözlü sınav’ uygulamasında ısrar edilmesi, iktidarın önceliğinin nitelikli öğretmen istihdamı olmadığını göstermektedir.

15 Temmuz 2016 sonrasında tek bir kadrolu öğretmen ataması yapılmazken, Kasım 2022 itibariyle MEB bünyesinde görev yapan sözleşmeli öğretmen sayısı 115 bin 767’dir. Ülke çapında görev yapan ve tamamına yakını asgari ücretin altında ücret alan ücretli öğretmen sayısı ise yaklaşık 90 bindir. Resmi verilere göre geçtiğimiz 21 yıl içinde atanan öğretmen sayısının toplam öğretmen sayısına oranı son atamalarla birlikte yüzde 80’e ulaşmıştır. Aynı süre içinde KPSS’ye giren her 100 öğretmenden sadece 15’inin ataması yapılmış, geriye kalan 85 işsiz öğretmen ya tekrar sınava girmek ya da başka alanlarda çalışmak zorunda bırakılmıştır. Ataması yapılmayan öğretmenlerin zorunlu olarak meslekleri dışında işler yapmaya zorlanması ve meslekleri ile ilgisi olmayan alanlarda çalışmak zorunda bırakılması Türkiye için utanç vericidir.

Eğitim Sen’in talebi öğretmen açıklarının kapatılması için ilk aşamada en az 150 bin öğretmen atamasının yapılması, sonraki süreçte atamaların planlanarak ataması yapılmayan öğretmen sorununun kalıcı olarak çözülmesidir.”

KHK ihraçları

Raporda, KHK ile ihraç edilen eğitimcilere de yer ayrıldı. Konuya dair raporda, “Haklarında herhangi bir yargı kararı bulunmayan, hukuken suç olmayan gerekçelerle ihraç edilen tüm kamu görevlileri bütün haklarıyla birlikte derhal görevlerine iade edilmeli, hukuksuz ihraçlarda rol alan tüm kamu görevlileri ‘görevi kötüye kullanma’ suçundan yargılanmalıdır” ifadelerine yer verildi.

Mücadele sürecek

Eşitsiz, tekçi ve bilimsel olmayan eğitim sistemine karşı mücadele kararlılığında bulunulan raporun sonuç bölümünde ise şu ifadeler yer aldı: “2022/23 eğitim öğretim yılında eğitim alanında yaşanan gelişmeler, MEB’in eğitimin yapısal sorunlarına yönelik somut ve çözüme dayalı politikalar geliştirmek gibi bir derdinin olmadığını göstermiştir. Okullarda yaşanan yoğun dinselleşme ve eğitimi ticarileştirme uygulamaları, siyasal-ideolojik hedeflere uygun olarak alınan bilim karşıtı kararlar eşliğinde okullarda hayata geçirilmeye devam etmektedir.

Eğitim alanında yaşanan sorunların çözümü için gerekli adımların atılmadığı, eğitime erişimde yaşanan sorunlar başta olmak üzere eğitimde dayatmacı politikaların sürmesi nedeniyle öğrencilerin ve öğretmenlerin mutsuz olduğu, öğretmenlerin esnek, güvencesiz ve angarya çalışmaya zorlandığı, siyasal kadrolaşmanın devam ettiği, eğitim sürecinde farklı dil, kimlik ve inançların dışlandığı, eğitimin zaten sorunlu olan niteliğinin daha da kötüleştiği bir eğitim sisteminin başarılı olması mümkün değildir.

Eğitim sisteminde yaşanan sorunların ülkedeki ekonomik, toplumsal ve siyasal alanda yaşanan gelişmelerden ayrı ve bağımsız olmadığı açıktır. Eğitim Sen, her geçen gün daha fazla piyasa ilişkileri içine çekilen, okul öncesinden üniversiteye kadar bilimin ve laikliğin değil, milliyetçiliğin, ayrımcılığın ve inanç sömürüsünün referans alındığı bir eğitim sisteminde kamusal, bilimsel, demokratik, laik ve anadilinde eğitim hakkı için mücadelesini sürdürmeye kararlıdır.”

Kaynak: MA

#Eğitim #Senden #yıl #sonu #raporu #Okullarda #dinselleşme #kaygı #verici #boyutta

EN SON EKLENENLER