Ekoloji örgütlerinden deprem raporu: Pek çok yetersizlik ve risk var

Deprem bölgelerinde incelemelerde bulunan ekoloji örgütleri hazırladığı raporunda, eksikliklere ve önerilerine yer verdi. Çarpıcı bilgilerin yer verildi raporda, kentlerin kimiklerin değişeceğine de dikkat çekildi

Çevre Mühendisleri Odası, Ekoloji Birliği, İklim Adaleti Koalisyonu, Mezopotamya Ekoloji Hareketi ve Ekoloji Derneği, Mereş merkezli depremler sonrasında bölgede yaptıkları incelemelere dair bir rapor yayınladı.

Depremin etkilediği Amed, Semsûr (Adıyaman), Pütürge, Meletî (Malatya), Elbistan, Nurhak, Narlı, Dîlok (Antep), Antakya, Defne ve Samandağ’da görüşmeler ve incelemeler yaptıkları belirtilen raporda, “Ranta ve kapitalizme dayalı bir inşa anlayışıyla yaratılan kentlerde beton endüstrisinin mevzuata uygun olmayan malzemelerinden kaynaklı yıkımların olduğu görülmüştür. Gölbaşı’nda göle yakın yerlerdeki yıkımın, uzak yerlere nazaran daha çok olması sulak yerleşim alanları üzerine kurulmuş kentlerinin yıkımına ilişkin örnektir, kum zemin tespit edilen enkaz altlarında, göl kuruduktan sonra burada yapılaşmaya gidildiği düşünülmektedir” denildi.

Tarım arazilerinde yapılaşma yıkıma götürdü

Meleti Weranşar’da (Doğanşehir) tarım arazileri üzerine kurulan beton yapıların yerle bir olurken aynı tarım arazisindeki kerpiç evlerin ayakta kaldığı belirtilen raporda şu ifadelere yer verildi: “Eskiden bostanların bulunduğu yer olan ve adını da buradan alan Bostanbaşı’nda, kayısı tarlalarının imara açılması tarımı yok etmiş, burada gidilen yapılaşma zemin etüdü sağlanmadığından yıkıma götürmüştür.

Elbistan’da Ceyhan Nehri’nin kıyısındaki tarım arazilerine yapılan inşaatlar yıkımın artmasına sebebiyet vermiştir. Asi nehrinin etrafındaki yani nehir havzasındaki kent yapılaşmaları için de benzer durum geçerlidir. İskenderun’da tarım alanlarının ve sanayileşmenin artması da bu alüviyal topraklar üzerine yapılaşmayı hızlandıran bir faktör olmuş, sanayileşme bölgede portakal bahçelerinin de binalarla dolmasına sebebiyet vermiştir. Tarım alanları ve sulak alanlar üzerine kontrolsüz ve güvenliksiz bir beton endüstrisi, depremin felakete dönüşmesinin nedenlerindendir.

Ranta dayalı inşa felaketin başlıca nedeni

Ranta dayalı inşa edilen binalarda kullanılan ucuz inşaat malzemeleri, kentlerin inşasının temelinde ekokırım suçları yatarken bunlara neden olan egemen yönetim sistemleri ve demokratik olmayan tutumlar felaketin diğer başlıca nedenlerindendir. Ekolojik tahribatlar nedeniyle ortaya çıkan zorunlu göçün sonuçları toplumsal yaşantıda bitmeyen göç dalgasını beraberinde getirmektedir.

‘Devlet çöktü’

Çoğu insanın ifade ettiği ‘devlet çöktü’ cümlesi aslında aklen ve vicdanen devlet yapısının çöktüğü gerçeğini bütün çıplaklığıyla yansıtmaktadır. Zaman içerisinde bilim insanlarının öngördüğü, devletin kendi afet kriz yönetim mekanizmalarında dahi raporlarını tuttuğu bir olaydan haberdar olmaması düşünülemez. Dikkat çekici olan bir diğer nokta ise ülkenin kriz durumlarında (ki deprem ülkesi bir bölgenin) nüfusunun yüzde 20’si kadar çadır bulundurması, konteynerleri ve gıda depoları hazır olması gereken bir kurum olan Kızılay’ın adının dahi ilk günlerde geçmediğidir. Bu durum bizlere rantçı, liyakatsiz, tekçi zihniyetle yönetilen bir devlet sisteminde kurumların işlevselliğini tamamen yitirdiğini göstermektedir.

Pek çok yetersizlik ve risk var

Adıyaman merkezde çadır ulaştırılmayan insanların, enkazları başında, bu zor şartlarda sokakta geceleyerek cenazelerini bekledikleri görülmüştür. Maalesef koşulları gözlemlenecek çadır alanı oldukça az iken var olan çadır alanları ve yaşamın kendisi; sağlık, tuvalet, su, ısınma, güvenlik, elektrik, şehirden izolasyon gibi pek çok yetersizlik ve risk faktörü barındırmaktadır. Malatya’da gece eksi 25 dereceye ulaşan hava sıcaklığı gibi iklim koşullarının zorluğu çadırlarda ısınma problemi yaşanmasına neden olmaktadır.

Çadırın kendisi geçici, akut dönem çözümü iken; bu geçici yardımın dahi yapılmadığı, bu konuda da çok geç kalındığı gözlemlenmiştir. Çadırkent koşullarının sağlıklı olmaması ve toplumsal iyileşmeye uygun bir şekilde olmaması büyük bir sorunken yine dayanışma gruplarının kurdukları çadırlar devletinkilerine alternatif olarak insanların yaşam alanlarının iyileştiği alanlar olarak öne çıkmaktadır.

Kimyasalların etkilerini nesiler boyu yaşayacağız

Tüm ekosistemi zehirleyebilecek asbest, kimyasallar ve diğer zararlı maddeler havayı, suyu, toprağı, besinleri etkileyerek olumsuz etkilerini nesiller boyu yaşayacağımız bir duruma neden olmaktadır. Deprem esnasında yıkılmayan binaların takip eden günlerde yıkılması çalışması insanların yaşam alanı olmaya devam eden bu bölgelerdeki halk sağlığı riskini daha da arttırmaktadır. Ayrıştırma ve geri dönüşüm yapılmadan enkaz molozları taşınamaz. Binalar yapım yıllarına göre ayrıştırılmalı, asbest ve kirleticiler açısından bir analiz gerçekleştirilmeli, asbestli binalar için asbest uzmanları görevlendirilmelidir. Asbest bertaraf tesisleri hızlıca çoğaltılmalı, asbestin bertarafı sağlanmalı, hafriyat taşıyan kamyonların üstü kapatılmalıdır. Enkazlardan çıkan plastiklerin çoğunluğu PVC ve poliüretan ya da kompozit dış kaplamadır. Bu ürünlerin geri dönüşümü yoktur, bu ürünleri yakmak ise başka ekolojik maliyetler doğuracaktır. Yıkılmış binalarda ayrıştırmalar yapılmalı, henüz yıkılmamış olanlarda ise tekrar kullanılabilir malzemeler, izolasyon malzemeleri, pencereler ve diğer aksamlar sökülerek yıkılmalı ardından da tozuma için önlem alınmalıdır.

Kentlerde kimlik kaybı riski

Hem bir ekokırım hem de güvenlik-savaş politikası olarak bölgede baraj yapımlarının Alevi-Kürt nüfusu köyden kente göç ettirdiği şimdi de acımasız rant politikaları sonucunda depremden sonra da zorunlu bir diğer göçe tabi tutuldukları gerçeği gözler önünde durmaktadır. Maraş’ta katliam zamanında da yaşanan kaygılar ve şehirde zor tutunma durumu; yaşanan bu zor zamanların devlet eliyle daha zor hale getirilmesi, devletin yerelde geçici ve nitelikli bir yaşam alanı oluşturmaması göçü sonuç haline getirmektedir. Özellikle Hatay Samandağ’ın çok kimlikli yapısı yaşanan büyük göç ve kimliksiz acele kent inşası politikalarıyla bir kültür ve hafıza yıkımı riskini doğurmaktadır. Depremin meydana geldiği 10 ildeki toplam nüfus 13 milyonu bulmaktadır. Sayıyı henüz tam olarak bilmesek de depremden etkilenen insanların yaşam alanlarını terk ettiğini hesaba kattığımızda demografik yapıların oldukça değişeceğini, kentlerin kimlik ve hafıza kaybına uğrayabileceğini söylemek mümkündür.

Sokaklarda devriye gezenler savaş görüntüsü çiziyor

Sokaklarda devriye dolaşan, bir savaş görüntüsü çizen birliklere mensup olanların bölgede uyguladıkları işkence ve şiddet görüntülerinin sosyal medyaya düştüğü gerçeğiyle birlikte yıkım alanlarında bir gerginlik havasının hakim olmuştur. Özel harekat birliklerinin tanınmayacak şekilde üstlerinde bomba, silah ve ekipmanla gezmesi bu durumu pekiştirmektedir. Bu durum çocukları oldukça korkutmaktadır. Buna ilaveten; Hatay’da geceleri, insanları tedirgin edecek helikopter uçuşu yapılmaktadır. Görüşmelerimiz esnasında, jandarmanın arama noktalarında özellikle genç erkeklerin yakın plan fotoğraflarını çekip, kayıt altına almasının özellikle gönüllüler üzerinde baskı yaratma tehdidi olarak algılandığına yönelik aktarımlar yapılmıştır.

Mültecilere ırkçılık

Diyarbakır’daki çadırkentin de tel örgülerle çevrili olduğu, polis ve korucular denetiminde olduğu aktarılmıştır. Bölgede mülteciler, göçmenler üzerinden yaratılan gerginliğin yine göçmenlerin geçici yerleşim alanlarında bile ayrımcılığa ve saldırıya uğramalarına neden olduğu aktarılmıştır. Hatay’da yapılan görüşmelerde mültecilerin olduğu çadırda dayak yemeyenin olmadığı ve göçmenlerin dışarı çıkmaktan dahi korktukları anlatılmıştır.

Öneriler

Raporda şu önermelerde bulunuldu:

“* Deprem sonrası başka illere göç etmek zorunda kalan insanların konut ve arsalarına kesinlikle el koyulmamalı, depremle yıkılan alanlar insansızlaştırılmamalı, yeniden kurulum sırasında özellikle farklı etnik yapı ve mezheplerden gruplar ile mülteciler ayrımcılığa maruz bırakılmamalıdır.

* Kırsal alanlarda yaşayan köylüler geçici barınma gerekçesiyle bile olsa topraklarından koparılmamalı, doğayla organik bağları zedelenmemelidir. Köydeki yaşamın sürdürülebilirliği için köylerdeki hayvanlara yem teminine öncelik verilmelidir.

* Depremin yaralarını sarmaya yönelik tüm politikalar, mevcut sosyal dokuyu korumaya ve yeniden kazanmaya yönelik olmalıdır. İşyerlerini kaybeden ve mülksüzleşen esnafın, yarı köle koşullarında, kayıt dışı sektörlerde sömürülmesine engel olunmalı, işlerini yeniden kurmak için yeterli ve karşılıksız devlet desteği sağlanmalıdır.

* Depremin bir felakete dönüşmesinin gerçek sorumluları tüm idare kademeleri atlanmadan gerçek yargılanmaya tabi tutulmalıdır.

* Yeni imar alanları içinde tarım alanları, dere yatakları ve biyoçeşitlilik açısından önemli olan alanlar kesinlikle yer almamalıdır.

* Hükümetin, depremi kendi yandaş sermayedarları için fırsata çevirmesine izin verilmemeli, sözde enerji ihtiyacıyla başta fosil yakıtlı olmak üzere yeni santraller kurulmamalı, mevcutlarda kapasite artırılmamalı, betona dayalı inşaatlar, yeni çimento ve demir-çelik tesislerinin tam kapasite devreye girmesinin gerekçesi olmamalıdır.

* Yeni yaşam alanlarının oluşturulma süreci aceleye getirilmemeli, yerelden insanların ortak istek ve kararı ile oluşturulmalıdır.

* Kurulacak yeni yaşam alanı sadece evlerden ve ortak yaşam alanı oluşturacağı söylenilen park vb. yerlerden oluşamaz. Toplumsal yaşamın hayat bulacağı kolektif, dayanışmacı, üretken ve ekolojik yeni yaşam alanları oluşturulmalıdır.

* Yerelde tüm kurulacak yeni yerleşim yerlerinin (kent ya da köy) ihtiyaçları tarihi, kültürü, halkların talepleri gözetilerek gerçekçi planlamalar doğrultusunda mikro bölgeleme çalışmalarıyla rant ve talan politikalarına kapalı olarak oluşturulmalıdır.

* Yüzyıllar boyunca yaşayacağımız kentlerin aceleye getirilmeden, kimliksizleştirilmeden kurulması gerekmektedir.

* Toplumsal hafıza, ileriye dönük yaşamın taşıyıcısıdır. Yaşadığımız deprem dahil öncesi ve sonrasındaki tüm toplumsal hafızanın yok edilmemesi gerekmektedir, bunun için tarihi ve kültürel yapılar korunmalı ve yaşam alanının tarihi yapısına uygun mimari anlayış benimsenmelidir.

* Yeniden yapılanmada geleneksel meslekleri de kapsayan soyut kültürel miras korunmalıdır.

* Meydanlar kentlerin hafızası ve ortak yaşam ve mücadele alanları olan meydanlar yapılmalı, bu meydanlar toplumlar arası kültürel çeşitliliği korumak, etkileşimi sağlamak ve demokratik işleyişi çoğaltmak için kullanılmalıdır.

* Kentsel alanlar kadın, çocuk, erkek, engelli olarak sınıflandırılmamalı ve yaşam alanları bütünsel olarak ele alınmalıdır. Kentleri, kamusal alan kullanımı toplumsal, politik ve ekonomik olarak sınırlandırılmış kesimlerin erişimine açmak için gerekli düzenlemeler yapılmalıdır.

* Doğa üzerindeki mülkiyetçilik nasıl rantı doğuruyorsa hayvan üzerinde de mülkiyetçi bakış bireyci kapitalist bakışı ortaya doğurmaktadır. Hayvanlarla birlikte yaşam, hayvanların bakımı ve beslenmesi toplumsal yaşamın yeniden düzenlenmesini gerektirmektedir. Bu yeniden düzenlenme tüm türlerin yaşam hakkı ve eşitliği gözetilerek inşa edilmelidir.

* ‘Temsili demokrasi’ ve diğer hiyerarşik modellerin yerine, kentler, yaşamın her alanında kendi kendine yeten, radikal demokrasinin ifadesi olan halk meclisleri ve benzeri katılımcı araçlarla kararlar alabilen bir yatay örgütlenme modeline sahip olmalıdır.”

Kaynak: MA

#Ekoloji #örgütlerinden #deprem #raporu #Pek #çok #yetersizlik #risk #var

EN SON EKLENENLER